Buyrun, ben

Buyrun, ben

31 Temmuz 2009

Ah be kızım

Ne vardı anneanneye gecenin bir vakti beni aratıp "ben sizi çok özledim.. ben de sizin yanınıza gelebilir miyim?" diyecek..
Ah be kızım..
Bende bütün hatlar karıştı şimdi. Şöyle bir iki saatlik yerde değilsin ki uçup gelip alayım seni..
Sen iki yaşında değil misin annecim, farketmezdin hani anneannenin yanında bizim yokluğumuzu?
Ah be kızım.. Dağıttın beni akşam akşam. Ne yapacağım ben şimdi?

Allah cezanı versin- her kimsen

Kişiliği gelişmemiş, sosyal fobili, hayattan istediği şeyleri elde edememiş, elde ettiklerini de elinde tutamamış biri olduğunu zannediyorum.
Burada yıllardan beri yazarak, emek vererek, sayfalarca yazı okuyarak birbirimizin dünyasına girdik.. Bir sürü arkadaş edindik, bir sürüsünü tanıdık... 30lu yaşlarda arkadaş edinmek artık imkansız, bu yaştan sonra zor.. derken... bu bloglar sayesinde birbirimizi tanıdık... Zor günlerimizde birlikte ağladık.. Kış demedik yağmur demedik görüştük tanıştık.. Sevinçli günlerimizde birlikte sevindik.. Kimimizin bebeği oldu, hediyeler geldi kargolardan açarken ağladık... (Şebnem, ne kadar teşekkür ederim bilemezsin.... Eğer dün geceyi koliksiz geçirmemizin nedeni yolladığın damla ise daha ne kadar teşekkür edeceğimi ben bile bilemiyorum :)) Birbirimizi okurken sevinç - hüzün gözyaşlarımıza hakim olamadığımız çok oldu..
Bir sürü insan biriktirdik, yazan, yazmayı seven ve okuyan bu bloglar sayesinde.
Ama sen ne yaptın? Sugibi'nin yeniyetme bir genç olduğunu tahmin ettiği kişiliksiz arkadaşım, oturup bilgisayarının başına bütün gün, insanların hayatlarını ortaya döktüğü bu sayfaları kirletmeye uğraşıyorsun.. Bu bana 2 yaşındaki minik kızımın ilgi çekmek için yaptığı tabağını dökmek bardağını kırmak gibi manasız çocuklukları hatırlatıyor.
Kalk çık evden dolaş.. Taksim'e git, hayatın içine gir, yaşıtlarınla uğraş.
Ben yorgunum.
Seninle kaybedecek vaktim yok.
Bana oturup yaptığın saçma yorumları silmekle vakit kaybettirme.
Ben inatçıyım. Oğlak burcuyum. Direnirim. Hatta abim avukat olduğundan üşenmem mahkemeye de veririm seni. Bu yorumları yazdığın bilgisayarların IP numaraları onda mevcut.
Bak bu oyun değil. Çık git bloğumdan.
Seninle harcadığım vakitte kızımı ne kadar özlediğimi yazacaktım oysa.
git kimsen istenmediğin yerde durma.

30 Temmuz 2009

Çalışan makine tamir edilir mi

Bkz. Uyuyan bebeğin ağzından emzik alınır mı
Bkz. Daha önce yaptın uyanacağını biliyorsun, aynı boku neden tekrar yiyorsun
Bkz. Sinir krizi geçiren bebek
Bkz. Tracy der ki "Nazlı bebekler uykuya çok hassastır kolayca meltdown yaşarlar"
Sonuç: Özür dilerim oğlum eşeklik ettim şimdi de seni sakinleştiremiyorum ağlıycam yahu

29 Temmuz 2009

2 bebekle tatil günlüğü Bölüm 2: Bebekle tatil için ipuçları

İki bebekle tatile gitmek için işinize yarayabilecek bilgiler:
1. Nereye gitmeli: Tatil köyü otel motel pansiyon 40 günlük bebek için zor. En iyisi varsa kendinizin ya da anne – teyze – halanızın yazlığına gitmek. Nedeni, evinizin sağladığı güven ortamını bebeklere sunabilmek. Çevrenizde size destek olacak büyüklerinizin olması, istediğiniz yemekleri pişirebilmeniz ve ihtiyaç malzemelerini temin edebilmeniz önemli.

2. Neler götürmeli: Her iki bebeğin yaşına göre değişir. Benimkilerin ikisi de üç yaşın alında olduğundan ilaçlar, havlu, termometre, şampuan sabun gibi bebek malzemeleri ortaktı. Ateş düşürücü, burun damlası ve Tuna’nın halen kullandığımız ilaçları dışında ilaç almadım, burada Damla’nın geçen yıldan kalan alerji ilaçları var ve yakında şehir merkezi ve birçok eczane de var. Bebek telsizimi aldım ve oldukça da sık kullandım. Biz terasta otururken bebeği içeride uyutunca mesela… Kıyafet konusunda abartmamakta yarar var, ne de olsa mecburen sıkça çamaşır yıkanıyor (bu sefer yıkamayayım diyordum ama battaniye, kundak bezi gibi hayati şeyler kirlenince mecbur yıkanıyor.. bu da evi otele tercih etmemizde etken). Mama sandalyemizden asla ayrılamazdık…Bu sefer her iki bebeğe de yatak götürmedim, Damla hanım artık park yatak yerine normal yatakta yatabiliyor, Tuna’yı da bebek arabasının yatak şekline dönüşebilen üst kısmında uyuttum. Damla hanıma bol bol mayo ve sudan çıkınca giymesi için plaj bornozu aldım. Ayakkabı götürmedim, kendime terlik, Damla’ya da Crocs ve suda giymesi için aldığım çakma crocsları getirdim. Sinek ilacı, güneş kremi, diş fırçası vs kişisel ihtiyaç listesini herkes kendilerine göre hazırlayabilir.

3. Ne kadar süreyle: Bunu ben de bilmeyerek gittik. Damla hanımın ihtiyacına ve benim dayanma kapasiteme göre bir ya da iki hafta olarak değişecekti… Sonuç: Biz bir hafta dayanabildik, Damla hanım hala orda.

4. Yöre olarak nereye: Akdeniz bu mevsimde bebekler için oldukça sıcak. Kumsalı olan, denizi temiz olan ve Türkiye’nin en temiz havasına sahip olan Altınoluk Edremit Ayvalık tarafları bence çok uygun.

5. Bebekle tatilden ne beklemeliyiz: Bence – ki oldukça cesur bir anneyimdir ve bebeklerimi heryere götürme, çocuğum var diye hayattan geri kalmama taraftarıyımdır- bebekle tatilden çok şey beklememek gerek. Önce beklentimizi netleştirelim: Bol güneş, deniz, sınırsızca yüzme, geceleri disko bar arayan biriyseniz başka zamana bırakın derim. Açıkçası benim beklentim kızımın deniz ve kumdan maksimum faydalanması, benimse temiz hava ve bahçeli bir evde İstanbul’un stresinden uzaklaşıp kafa dinlememdi. Bu anlamda gayet iyi gitti diyebilirim. Hatta fırsat buldukça, bebeği uyutup evdekilere emanet ederek bir iki kez denize bile gidebildim. Ama henüz kırk günlük bir bebekle tüm günü plajda güneşin altında geçirmek ya da gece geç saatlere kadar keyif yapmak hayalcilik olurdu. Hele de bir melek bebek ya da kitap bebek yerine Tuna gibi nazlı bebeğiniz varsa (bkz Tracy Hogg). Bu nedenle annem ve teyzem Damla ile plaja giderken ben de evde, sessiz ve huzurlu bir ortamda bebeğimin keyfini çıkardım. Onun keyfi yerindeyse arabasına koyup plaja ya da yürüyüşe gittim. Uyurken oturup sessiz terasta kitap okudum. Tatilin her anını yaşadım ve dinlendim kısacası … Akşam da bebekler uyuyunca ben de yattım.. Yeni günün neler getireceği belli olmaz ne de olsa :)
Taa ki Tuna’nın koliği abartıp beni de çileden çıkartıncaya kadar.. Bu da 7. günümüze denk geldi. İki gün boyunca onu sakinleştiremeyince, evdekileri daha fazla rahatsız etmemek ve kocacığımın desteğini alabilmek adına Tuna ile birlikte döndük.

Devamı: Tatilde kolik ağlamaları ile nasıl başetmeli? (Gerçi çok da fazla başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim ya)

28 Temmuz 2009

Uyumayı unutan bebek


Gece 4’te uyanıp sabah 6’da hala uyanık olan Tuna ne yapılır?
A) Kaynar kazana atılır, altına da odun atılır
B) Kapıcıya verilir o da kapıcı pazarında satar
C) Altınoluk’ta nasıl olup da gece emmek için bile uyanmadığına şaşılıp kalınır
D) 6’da güç bela uyuyakalınca o kadar masum görünür ki, koklayıp öperken geri uyandırılır
E) Hepsi.

Doğru cevap: E

27 Temmuz 2009

2 bebekle tatil günlüğü, Bölüm 1: Hazırlık

Tatil için yola çıktığımız günün sabahında dahi emin olmayarak gitmeye, ağırdan alarak yapıyorum hazırlıklarımı. 2 bebekle, tatile? Nasıl olacak, kocamsız, henüz 40 günlük olmuş ve henüz hiçbir düzeni olmayan oğlum ve 2 buçuk yaşına gelmemiş kızımla.. Annem de olmasa hiç cesaret edemem ve kızım denizi kumu çok sevmese… Ondan ayrılmayı göze alsam annemle ikisi gidecek ama evde oturduğum günlerde ona o kadar bağlandım ki iki günlük ayrılığı bile göze alamıyorum… Gidelim de hele bir, ilk gece denedik baktık olmuyor, ertesi gün babamızla döneriz biz de diyorum. Kısacası, giderken bile bilmiyorum kalıp kalmayacağımı.


Tatil benim için dinlenmek, huzur, sessizlik ve güzel bir deniz demek. Tatil köyünün amaçsız kalabalığı ya da gürültüsü, gece hayatı, havuz ve havuz başının çılgın (!) eğlencelerinden nefret edişim bundan.. Bu nedenle teyzemlerin Altınoluk’taki yazlığı benim için biçilmiş kaftan.
Türkiye’nin en güzel denizlerinden biri, sessiz sahil, uzun yürüyüşler, ev rahatı, bebeklerim için sığınmaya hazır ev huzuru, tatil planımın ihtiyaç listesini oluşturan bir adet anne ve teyze de eklenince, bu benim tek şansım galiba bu yıl tatil için. Eşim izin kullanamayacak zira…

Altınoluk'ta deniz bu renk, su şeffaf, dibi bu kadar net görünüyor...


Teyzeme defalarca soruyorum, bebek ağlamasına tolerans sınırınız ne, emin misiniz diye… Bize yıllardır kapılarını nasıl açtılarsa, bebeklerimize de sımsıcak açıyorlar, Damla hanım 4 aylıkken nasıl içten buyur ettilerse yine ediyorlar… (Bence onlar da emin değiller neler yaşayabileceğimizden, birlikte göreceğiz)..

Hazırlık aşaması zor ve uzun sürüyor.. Tek bebekle tatile giderken arabanın üzerine bagaj takmıştık, iki bebekle bize bir konteyner gerek… Ama ben daha deneyimliyim, pratik de bir insanım, hallederim. Nitekim, arabaya sığıyoruz.. (Kendim için sık sık Tefal gibi kadınım diyorum, ben her şeyi düşünürüm :) )… Hem evde kullandığımız her şeyden bir miktar alacağız, konforumuz eksilmeyecek, böylece üç valiz giysi – bebek bezi – malzemesi, hem iki bebek arabası, mama sandalyesi, kendimizinkiler ve teyzemlere aldığımız 4 plaj sandalyesi ve şemsiye, Damla hanımın scooter’ı (bisikletini alacaktım sığmadı), plaj oyuncaklarının durduğu çanta, kaç gün kalacağımızı bilemediğimden 10 şişe Vita Malt’ı koyduğum çanta, iki bebek araba koltuğu, iki bebek sırt çantası (klasik bebek çantalarını sevmediğimden sırt çantası kullanıyorum), bebek bezi paketleri, Damla hanımın kitapları, kendime bir iki kitap, bir de Tuna Bey’e pışş pışş ve fön cd’lerimizi dinletmek için portable cd çalarımız olmadığından cd-man ve iki kocaman hoparlörden oluşan sistemi koyduğumuz koca torbayı ekleyince, eeee… İnanılmaz ama arabaya sığdık! İki kadın bir adam iki bebek ve tüm bu eşyalar… Ha bir de market alışverişi yaptık, aldıklarımızı koyduğumuz koca koli vardı….. Bu bağlamda kızımın bisikleti sığmadı diye sızlanamadım bile, ama buraya varınca scooter’ı görünce nasıl sevindim, zira bir oyuncak bebek bile alacak yer kalmayan bagajda kocam beni sevindirmek için koca scooter’ı sığdırmış :)

Yola çıkmadan bir önceki gün, iki bebeğimi uyuttuktan sonra çantaları hazırlamak ve hiçbirşey unutmamak için gece bire kadar uğraştım, ikide de uyanıp yola çıktık. Bebekler yolda uyusun ve rahat edelim’di düşüncemiz.. Ama sabah altıda ikisi de dikildi ve yolun bir kısmı zor geçti… Ama yine de umduğumdan kolaydı diyebilirim… Yolda iki saatten fazla uyuyamadığımdan buraya vardığımızda epey yorgundum… Buna nazlı bir bebek (bkz: Tracy) olan oğlumun gün boyunca ağlaması tuz biber ekti.. Neyse ki ilk gün kocam yanımdaydı ve bu ağlamaların dindirilmesinde büyük rol oynadı. Gece Tuna’nın koliği tuttu, oldukça geç bir saate kadar uyuyamadı ve ağlamasını sakinleştiremedik bir türlü. Sanırım yol yorgunluğu ve ortam değişikliğinden nazlı bir bebek olarak oldukça fazla etkilenmişti.
Resimde: Ağlayan Tuna.... buna çıldırmış ve ağlamaktan kendini kaybetmiş Tuna da diyebiliriz (Kolikli bebeği olanların yabancı olmadığı bir resim)

Damla hanım anneannesiyle oldukça iyi idare etti, hiç sorun çıkarmadı. Ben, akşam, bu kadar çok ağlayan bir Tuna ile tek başıma babası olmadan başedemeyeceğime karar verdim ve ertesi gün kocamla eve dönmeye, annemi kızımla burada bırakmaya karar vererek yattık….


Bu arada merak eden olursa, biz de 1 hafta kaldık, ertesi gün dönmedik... Devamını da anlatacağım...
Hatta oldukça da iyi vakit geçirdik... Uzun güzel sabah yürüyüşleri ile

Kızımla bol bol okuduğumuz kitaplarla...


Yarın: İlk günden eve götürülecek önemli notlar ve iki bebekle tatile gitmek için işinize yarayabilecek bilgiler
Aha da bu evi de satın almak istiyorum sponsor arıyorum:


(Ama henüz satılık değil)

17 Temmuz 2009

Oğluma ilk mektup


Canım, güzel yüzlü, melek kokulu oğlum...
40 günlük oldun.. Her gün ne kadar şükredeceğimi şaşırtıyorsunuz bana.. Bilsen bu nasıl bir duygu..
Bak şu an sabahın 7'si ve ben gece 3'ten beri uyanığım, ağlıyorsun ve uyumuyorsun.. Ben yine de şükrediyorum hayatımıza geldiğin için, bizi varlığınla mutlandırdığın için..
Geleceğini öğrendiğimizde ilk tepki olarak gülmüştük babanla.. Biliyor musun, şaşırmadık galiba hiç, sanki zaten gelmeliydin, erken de değildi, tam zamanıydı, bir melekle dünyamız ne kadar şenlenmişti, iki tanesi hediyelerin en güzeli olurdu, evet evet şaşırmamıştık.. Oysa bu sayfalara önceden yazdıklarımı okursan, ablanın geliş hikayesini, senin varlığın mucizenin ta kendisiydi bizim için....
Tıpkı ablana benziyorsun, sana baktıkça iki sene evvel onu kucağıma aldığım günler gözümün önüne geliyor, ne çabuk geçiyor zaman. Hele seni kokladıkça, galiba gerçekten cennet kokusu bu, biliyor musun, seni kokladıkça zaman duruyor, bazen sen çığlık çığlığa ağlarken kendimi seni öpüp koklarken buluyorum, deli miyim diyorum sonra, sonra da bu ağlamalar kolik dönemi geçince bitecek ama o zaman bu koku da gitmiş olacak, kokla öp doya doya diyorum. Hatta geçen gün babana bakıp, Tuna büyüyünce bir tane daha yapalım mı dedim, güldü (hayır demedi) çıldırmış olmalıyız sanırım.
Bu zor günleri de atlatacağız, uykusuz geceleri, düzene gireceğiz, inşallah herşey yoluna girecek.. ama biliyorum ki hayat inişli çıkışlı.. Hastalıklarımız olacak, sağlıklı günlerimiz, daha iyi ve daha kötü günlerimiz. Tek değişmeyen sana olan sevgim(iz) olacak. Oğlum, biliyor musun, bu sevgi gerçekten paylaştıkça çoğalan tuhaf bir duyguymuş. İkinci çocuğumuzun olması Damla kuşuma haksızlık gibi gelirdi, o daha bebekti, sevgimizi paylaşmak zorunda kalacakmış gibi gelirdi, ama inan bana sen olduktan sonra onu da daha çok daha da çok seviyorum sanki.. Sizlerin varlığınızla ödüllendirildik sanki. Çok şükür. Çok şükür.
Allah'ım isteyen herkese güzel evlatlar versin, bu duyguyu yaşatsın.
Kafam karışık biraz, uykum da var çok, ama yine de yazmak istedim sana, 40 günlük olduk artık, sen artık yeni doğmuş minik bebeklikten çocukluğa geçtin, ben de loğusalıktan çıkıp anneliğe... İnşallah çok güzel günler yaşarız birlikte, hep beraber, ağzımızın tadıyla, huzurumuzla.. Dünkü gibi, sevenlerimiz yanımızda olur hep, herkesin iyi dilekleri üzerimizde olur... İnşallah dün mevlüdümüzü okuyan ve adını koyan hocanın duasındaki gibi, hayırlı bir evlat olursun, adınla yaşarsın, inşallah iki cihanda aziz olursun oğlum. İnşallah bunları yazarken döktüğüm gözyaşları gibi, sen de hep sadece sevinç gözyaşları dökersin hayatın boyu.
İyi ki doğdun oğlum. Hoşgeldin hayatımıza.

16 Temmuz 2009

Tuna kuşu


Nihan teyzeye özel :) (İstek üzerine)

12 Temmuz 2009

10 Temmuz 2009

Meme başı çatlağını önlemenin yolları

Meme başı çatlağı olmayan nasıl bir acı olduğunu bilemez.. Emzirmek işkenceye dönüşür ve bebek uyanıp acıkıp ağlamasın diye dua edersiniz. Ayağınızı duvara dayayıp (ya da bu eziyete tanıklık edecek kadar sizi seven birinin ayağına;) ) var gücünüzle itip, elinizle koltuğu ya da birinin elini sıkıp bir yandan da ağlayarak ya da acıdan bağırarak emzirirsiniz. Emzirmeyi bırakmayı defalarca düşünürsünüz. Meme başının bebeğin emdiği kısmı soyulmuş, alttan yeni bir deri tabakası çıkmıştır ve her emmede kanamakta ve yara yeniden açılmaktadır: Günde 8 defa!
Ne yaparsanız yapın iyileşmez. Sürekli aynı travmaya maruz kalan bir yara nasıl iyileşsin.. Sizi temin ederim ki, piyasada bulunan, bizim hastalara reçete ettiğimiz hiçbir ilaç bu yaraları iyileştiremiyor ve en az 2-3 ay sürüyor bu işkence.
Çektiğim acılara birebir tanıklık eden sevgilim bile, geçen Tuna Bey kendi kolunu cop diye kapıp emip morarttiğinda, "şimdi anca anlıyorum seni, bir kez emince bu kadar morardı, her an emse kimbilir nasıl olurdu" dedi..
İşte ben burada insanlık namına, bu yaraların oluşmasını önlemek için neler yapılabileceğini yazacağım. :))
Herşeyden önce, ben tüm hamileliğim boyunca Lanolinli krem kullandım (piyasa isimlerinden de bildiklerimi yazayım: Lansinoh, Lanoise (bende bu ikincisi vardı onu kullandım).
Bunun amacı meme başını sertleştirmek ve travmaya hazırlamak. Bunun yerine E vitamini kapsülünü de açıp günde 1 kez meme başına uygulayabilirsiniz, yalnız en az doğumdan 3 ay önce başlamak gerek...
Doğum günü ilk emzirmenin doğru pozisyonda olması çok önemli. Pozisyonu vs anlatmayacağım ama doğru tutuş sağlamada bebek hemşireleri yardım ediyor. Buradan sonra kritik olan meme başının kuru tutulması. Göğüs pedlerini kullanmak için bu aşama erken. İlk birkaç gün meme kalkanı denen, oldukça komik görünen, emzirme sütyeninin içinde füzeye benzeyen şeyler var, %100 kuru tutuyor (Avent ve Chicco'da var bildiğim). Daha da güzeli, meme başını açıkta bırakıp havayla kurutmak (bunun için, hastanede pek mümkün değil ya, amazon gibi gezmek gerek, bir tülbent göğüslerin üstüne örtülebilir)..
Benim hastanedeki hemşireler önermediler ama benim ilk seferinde hayatımı kurtaran bu sefer de bence yara olmasını önleyen, herkese mutlaka önerdiğim, karbonatlı su ile temizlemek. Ben ilkinde çok çektiğim ve karbonatla yaşama geri döndüğüm için bu sefer yara olmasın diye çook uğraştım. Her emzirmeden önce ve sonra ılık karbonatlı su ile silip biraz anne sütü ile ıslatıp füze kalkanları (!) taktım. Mümkün olduğu seferlerde açık kurumaya bıraktım. Dediğim gibi ilk birkaç gün çok önemli, yara hemen oluyor çünkü.
Yara olmasa bile acıma hissi çooook belirgin ve bir süre (en az 2 hafta) devam ediyor.. Korkmayın, geçecek, karbonatla silmeye devam. Bu aşamada her emzirmeden sonra lanolinli krem ya da alternetif olarak Du'it, Mustela, Mothercare nipple cream gibi piyasada bulunan meme başı kremlerini sürebilirsiniz rahatlatsın diye (ben hepsini denedim, hiçbiri işe yaramadı. Ama bünyeden bünyeye farkedebilir)..
Bu sefer kazasız atlattım çok şükür.
Sizde hiç yara olmamış olabilir, şanslısınız..
Ya da "bana olmaz" dediniz ve yukarıdaki önlemleri almadınız, yara oldu.
Ben geçen sefer üç ay acı çektikten sonra şöyle iyileştirebilmiştim yaralarımı: Önce yoğun bir karbonatlı su kürü (başta çok yakıyor, pişiriyor çünkü), her seferinde epitelizan skatrizan bir krem sürülüp kurutulmalı (Bepanthene plus, Garmastan ve benzerleri var.. Ama bende işe yaramadılar. Almanya'dan bitkisel bir krem gönderdi arkadaşım, güllü, Rosatum Heilsalbe, ancak bununla iyileşti).. Yara olmadan da acıdığı dönemde bepanten vs. yumuşatıp acısını azaltabilir. Unutmayın bu son gruptakileri emzirmeden önce iyice temizlemek gerek..
Umarım deneyimlerim birilerinin işine yarar :)
bir de unutmayın: %100 anne sütü :))

EDIT: Tuna Bey'den tam üç gün büyük olan Mete Beyi'in annesi olan halamızdan meme başı çatlağı ilacı için mucize formül (biz ayva bulamadığımızdan yapamadık ama bu formül bana mantıklı geldi, benim Wala Rosatum kremimde de gül var): ayva çekirdeğini gül suyunda üç gün beklet, jel haline geliyormuş, meme başına sür.

3 Temmuz 2009

5 Sevgi Dili - ALINTI

...
"Aşık olma deneyimini olduğu gibi, yani geçici bir duygusal yükselme olarak kabul edebilir ve artık eşimizle birlikte gerçek sevgiyi kovalayabiliriz. Bu tür sevgi, doğası itibarıyla duygusaldır fakat tutkulu değildir. Aklı ve duyguyu birleştiren bir sevgidir. İradeye bağlı bir eylemdir ve disiplin gerektirir. Kişisel gelişim ihtiyacını kabul eder. En temel duygusal gereksinmemiz aşık olmak değil, birbirimiz tarafından gerçekten sevilmek; sevginin içgüdüyle değil, akıl ve seçimle büyüdüğünü bilmektir." "Benim, beni sevmeyi seçen, bende sevilmeye değer birşey gören biri tarafından sevilmeye ihtiyacım var."
"Bu tür sevgi çaba ve disiplin ister. Bu, enerjinizi çaba göstererek ve karşınızdaki kişinin de yararlanacağı şekilde sarf etme seçimidir. Sizin çabanız sayesinde karşınızdaki kişinin yaşamının zenginleştiğini bilmek, sizde de bir tatmin duygusu oluşturacaktır. Bu, aşık olma deneyiminin sevinçten uçma duygusunu gerektirmez. Gerçekte, aşık olma deneyimi vadesini tamamlamadan gerçek sevgi başlayamaz."
"Akılcı ve iradeli sevgi... Bilgelerin bizi hep davet ettiği sevgidir."
Gary Chapman, 5 Sevgi Dili

1. Onay sözleri
2. Nitelikli beraberlik
3. Armağan alma
4. Hizmet davranışları
5. Fiziksel temas

Benden not: Bu kitabı 2. kez okuyorum; üzerinde çalışacağım..

1 Temmuz 2009

Anne - kız saati


Zaman buldukça, "iyi fikirler"imi burada, beni okuduğunu tahmin ettiğim (ama kim olduklarını bilemediğim :) ) kişilerle paylaşacağım.. Belki birilerinin daha işine yarar..

"İşine yaramak" bence iki yaşında çocuğu olan her anne-babanın bildiği bir terim. Zira herhangi bir şey, bir yol, bir yöntem, krizleri atlatmada, iki yaş dönemini daha kolay geçirmede en fazla "işe yarar" ve o da muhtemelen geçici bir süre ile...

Neyse.. Gelelim "anne-kız saati"ne.

Damla hanımın uyku saatleri, son zamanlarda iyice çığrından çıkmıştı. Gündüz ve gece, uyumamak için direniyor, yatağa yatmamak için ağlıyor, bağırıyor, kaçıyordu. Ben de hamileliğimin son dönemlerinde olmam nedeniyle rahat hareket edemiyor, onu zaptedemiyor ve çok zorlanıyordum. Gündüz uyutma işini hepten anneme devretmiştim, geceleri ise bir saatlik bir mücadelenin ardından uyumaya ikna olup, beş dakika içinde kendi kendine uyuyordu (Damla'nın uykuya dalmada bir sorunu yoktu, kendi kendine uyumayı da biliyor. Tek sorun uyumaya ikna olmasındaydı.)

Oysa uyku saatleri benim için çok özeldi, kızımla başbaşa kalabildiğim, banyodan sonra onu öpüp koklayabildiğim, doya doya gördüğüm - ikimize özel- tek saatler bunlardı. Bunu onun da bilmesinin nasıl olacağını düşündüm bir gün. Özellikle bebek doğduktan sonra kızımla başbaşa kaldığımız saatler iyice azaldığından, uyku saatlerimizin bize özel olduğunu ve çok kıymetli olduğunu ona da anlatmaya karar verdim.

Tabii lansman her zaman önemlidir (derim ben hep:) ). Önce bunun için güzel bir reklam kampanyası düşündüm. Adını "anne-kız saati" koyduğum yeni bir uyku ritüeli yarattım Damla için. Önce gece uykusundan başladık. Birgün ona, bundan sonra onu sadece benim uyutacağımı ve uykudan önceki bir saati başbaşa geçireceğimizi, bunun adının "anne - kız saati" olduğunu ve kimsenin bu saatte odamıza giremeyeceğini, bizden birşey isteyemeyeceğini, ne istersek yapabileceğimizi anlattım. Saatimiz sütümüzü içtikten ve beraber seçtiğimiz bir Ayşegül kitabını (kitabın Ayşegül olması başta önemliydi çünkü ritüeller net ve sınırları belirli olmalı.. Artık başka kitaplar da okuyoruz) yatağında okuduktan sonra uyku ile sona erecekti. Önemli bir kural ise ağlamanın yasak olduğu ve ağlayarak saatimizi bozmaması gerektiğiydi.

Başlangıçta, Damla hanım algılayıncaya kadar bir iki gün bocaladık. Ama örneğin babası geldiğinde odamıza almayarak, Tuna ağladığında ona şu anda babasının bakacağını çünkü bu saat boyunca benim Damla'ya ait olduğumu söyleyerek vs. ritüelimizin önemini pekiştirdik.

Bir kaç gün sonra Damla olayı tamamen kavradı. Saatimizin tadını çıkarmaya başladı. Ona vermek istediğim mesajı almıştı. Gün boyunca ne olursa olsun, ne kadar az görüşürsek ya da ben bebekle ne kadar ilgilenirsem ilgileneyim, yatma saati geldiğinde annesi en az bir saat boyunca sadece ona ait olacaktı.

Dün gece uyku saatine 15 dk kala üç kez "anne - kız saati daha gelmedi mi" diye sordu. Bu da bana doğru yolda olduğumuzu gösterdi.

Artık kitabımız bitince kendi kendine yatıyor, Pony'sini eline alıp beş ya da en geç on dakika içinde uyuyor. Bu sırada ben de o uyuyana kadar odasında bekliyorum. Bu arada da bir kez çiş ya da su bahanesi ile şansını denemeye devam ediyor.

Ama çok şükür (belki de şimdilik?) bu fikir işe yaradı, hem kızımın uyku öncesi sendromları azaldı hem de bana onunla başbaşa ve çook keyifli bir saat geçirme fırsatı verdi.