Buyrun, ben

Buyrun, ben

27 Nisan 2009

Uzuun uzun birşeyler söyleyesim var ama


ne kime anlatacağımı biliyorum, ne de neler anlatacağımı...
Hamileliğin verdiği kafar karışıklığı, duygu çorbası, hep anlaşılamadığını düşünmesi, insanın bedeninin kontrolünden çıkması.... Nefes almak istediğinde alamaması, yemek istediğinde yiyememesi.
Minicik zorlukların üstesinden gelememesi ve bunu farketmesi. Normal zamanda olsa başedebilirdim, biliyorum, nasıl yapacağımı da biliyorum ama gücüm yok demesi ve yine kimsenin anlamadığını düşünmesi. İçimde biri var ve artık dışımı da yönetiyor.
Belirsizlikleri sevmeyen benim hayatımı belirsizliklerle doldurdu, şaşkınlık içindeyim, kendimi soktuğum bu hale.. Şimdi ihtisası bitirmek üzere, bambaşka bir yolda yürüyor olacaktım. Artık iki bebekle herşey imkansız gibi geliyor. Hem de herşey. Hayal bile kuramıyorum, kendimi kızgın güneşin altında serin suların kıyısında hayal edemiyorum mesela.
Ama şu yukarıdaki resme bakınca (ya da resimdeki meleğin kendisine) hepsi geçiyor.
Not: Kocam çok güzel resim çekiyor bunu da farkettim ayrıca.

26 Nisan 2009

Herkesten herşeyi bekle kimseden hiçbirşey bekleme

Kafama taktığım birşey var. İki gecedir rüyamda çözmeye çalışıyorum. Birebir rüyamda görüyor ama yine çözemiyorum.
Hayırdır inşallah.
Gerçekte de çözemedim hala.
Böyle şeyleri hiç sevmem.
Bir özelliğim nedir diye sorsalar, belirsizlikleri sevmem derim. Bunu da sevmedim. Er geç yarın çözülecek inşallah (olumlu ya da olumsuz) her iki türde de bana çok zararı olmayacak ama nedense çok taktım kafama galiba.
Rüyamda görmemden belli.

20 Nisan 2009

18 Nisan 2009

Minik kalbim büyüyor galiba....

İlk İngilizce şarkısını öğrenip baştan sona söyledi... (Are you sleeping?)
İlkkez sevdiği bir ünlünün posterini kendi minik elleriyle odasının duvarına yapıştırdı (Bkz: Çilek Kız)
Okul müsameresine seçildi... (Ben bir şarkı öğrendi söyledi diye ağladım heyecandan, müsamereye gitmeden önce diazem içicem galiba)
İlk kez gece yatağından pıt pıt inip annesiyle babasının yatağına geldi, aramıza girip uyudu.. (Bkz dün gece)
İlk kez kendi zevkine ve isteklerine göre bir pasta seçerek sipariş verdi (Bkz: Pamuk Prenses'li doğumgünü pastası)
İlk kez rüyasını anlattı (Begüş düşmüş...)

15 Nisan 2009

Herkes tercihleriyle yaşar..

Bu da benim çok sık tekrarladığım ve inandığım birşeydir.
İnsanların tercih ettikleri ve değiştirme şansları olan şeylerden şikayet etmelerini doğru bulmam. Bebeğim daha ufacıkken ikinciyi yapmak bizim kararımızdı, başedebileceğimize inanmasak yapmazdık sanırım.
Bugün, terrible two'm ile ve kocaman 30 haftalık göbişimle (ve içindekiyle) tek başımıza oyun grubu buluşması için Altunizade'den Feriköy'e gitmek, hem de trafiğin yoğun olduğu saatlerde, benim tercihimdi.
Şikayetçi değilim.
Neyse ki kızım beni hiç üzmedi, özellikle yolda giderken uyuyarak (trafik korkunçtu) gelirken de uyuklayarak yolun farkına bile varmadı, şükür.
Orda da arkadaşlarım sağolsunlar beni fazla yormadan hem Damloşun peşinde de koşarak, hem de bizi besleyerek :) kararımdan pişman olmamamı sağladılar.
Zor bir gündü. Evet.
Bunu tekrar yapar mıyım? Yapmam diyemiyorum. Şartlara bağlı.

10 Nisan 2009

Terrible two ve Arap...

Kızım tavuk suyuna çorbayı elleriyle yemek (içmek) isteyip de bunun için ısrar edince, baktım ki imkansızlığını anlatmam mümkün olmayacak, dedim ki,
"Kızım bir tek Araplar yemeği elleriyle yer.. biz çatal kaşıkla yeriz"
O da dedi ki (ama ağlayarak)
"Ama ben Arapıııııımmmmmmm".

Terrible two maceralarını ve çözüm önerilerini de birgün post olarak yazmayı düşünüyorum.
Aslında sığmaz blogger'a, en iyisi kitap yazayım :))))

9 Nisan 2009

Neymiş: Boş kibrit kutusundan oyuncak olmazmış

Dev bir kibrit kutusu. Bir markanın promosyonu olarak verilmiş ve bizim evin tek kibrit - çakmak benzeri aracı idi kendisi. Damla hanımın da bilgisi dahilinde mumları vs yakmak için kullanılırdı uzuuun süredir.
Kutu kocaman bir üçgen prizma şeklinde ve renkli (resmini koyacaktım ama üşeniyorum) yani oldukça ilgi çekici. Kibritleri de ince uzun, yeşil uçlu ve gayet oyuncak gibiydi. Damla da çok severdi kendisini. Ben ona gerçi uzun uzun çocukların kibritle oynamasının sakıncalarını anlatmıştım, olası sonuçlarından bahsetmiştim. Çok sevdiği mum üflemece oyunu için bu kibrit kutusunu alıp getirir ve bana yak üfliycem şeklinde uzatırdı.
Bir gün bu kibritler bitti. Ben de boş kutuyu atmadım, bir aktivitede kullanırız, çekmecesini takıp çıkarır oynar falan diye sakladım. İçindeki çeri çöpü döküp tabii ki.
Bugün yine boş kutuyla oynuyordu salonun ortasında yere oturmuş. Biz de annemle sohbet ediyorduk. İçeride de hasta olan babası yatıyordu.
Hanım içeri gitti bir an, sesi de kesildi, ben de babasının yanına gitti diye düşündüm (nedense!! basiretim bağlandı herhalde)..... Sonra aklım başıma geldi, ama geçen süre 40 saniye değildir. Yarım dakika falandır. Anne bunun sesi çıkmıyor babayı uyandırıyor herhalde diye fırladım.
Damla hanım odasında idi.
Yerde oturmuş, kapıya arkasını dönmüştü.
Boş kibrit kutusu ile oynuyordu.
Ama kutu boş değilmişti. Çekmecesinin kıvrımlarının arasına bir tane YANMAMIŞ kibrit saklanmıştı.
Damla hanım bu kibriti YAKMAYA ÇALIŞIYORDU.
Bunun yasak olduğunu biliyordu, bu kadarına aklı ermişti, yanmamış kibriti bulunca odasına gidip gizli gizli yakmaya uğraşacak kadar akıllıydı.
Ama daha çocuk hatta bebekti.
Kendisinin ve herşeyin yanması için (Allah korusun) 30 saniyenin uzun bir süre bile olacağını bilmiyordu.
Bunu galiba ben de bilmiyordum, otuz saniyenin bir çocuğun gözetim dışı kalması için çok uzun bir süre olduğu bir tokat gibi yüzüme çarpıldı.
Gerçi insan oğlu biraz salak galiba, bu olaydan az önce de babasının ateşini ölçtüğüm cıvalı ateşölçer ile oynamak istediğinde, onun içinde cıva olduğunu, kırılmasının çok tehlikeli olacağını söylememe rağmen, üzerinde durduğu örtüyü hızla çekip, termometreyi yere düşürüp kırdı. (Ben de yarım akıllı, kırıldı mı ki diye kutusunu bir açtım, cıvalar yerlere saçıldı. Bir gebe için en tehlikeli şeylerden biri, bir ağır metal olan cıva olduğunu bilerek)....
Demek ki neymiş, söylemek yetmez, ademin eli işte gerek.
Demek ki neymiş, çocuğun eli kolu heryere uzanır.
Demek ki neymiş, boş da olsa kibrit kutusundan oyuncak olmaz. Çocuğu da yalnız bırakmaya gelmez.
Demek ki neymiş, Allah korusun tabii de, önce tedbir, sonra tevekkül.
Ayrıca neden anlamıyorum acaba, bu ev kazalarının geliyorum dediğini!!!

7 Nisan 2009

At binmek ile ilgili yazı


Kızımın arkadaşlarıyla at bindiğini, bunun onu ne kadar mutlu ettiğini, neden daha önce bunu yapmadığımızı bilmediğimi...
anlatacaktım ki...
ateşlendi kuzum.
Hastalığa daldım ben de, hayatı unuttum. İşi gücü unuttum. Bilgisayarımı bile unuttum.
Tek aklımdaki, minik kuzum. Bir de onun gece üçte uyanıp, "ben hasta oldum, doktora gitmek istiyorum" deyişi. Gerçekten. Dedi bunu.
Sabaha hemen randevu aldık.
Gittik. Muayene olurken baktım biraz sıcak geldi. 38.4.
Kızım, yavrum, inşallah bir an evvel iyileş de, neşene geri dön.

Minik eller çiçek ekerken...

Minik eller saksılara toprak doldurup çiçek ekerken...


Minik eller yorgunluk meyve sularını (!) içip keklerini yerken...

Babişler güneşte minik elleri seyrederken...

Minik ellerin diktiği minik çiçekler güneşte yorgunluk atarken...

3 Nisan 2009

Daha dün biz oyun arkadaşıydık, şimdi onlar oldu sanki..


Büyüyorlar.. Şişede durdukları gibi durmuyorlar...
Benim sıpayla bu ikiz sıpaları nerdeyse arkadaş olucaklar yakında. Damla hanım onlara şarkı söylüyor, öpüyor, hatta üç adım birden atlayıp banyo yaptırıyor :) Haahhhaaaah.... Görülmesi gerekli bir manzara çok komikler çünkü üçü..
Hepsi bir yana da, ben bu iki tane olmaları meselesine hala daha alışamadım yahu.
Bir de dip not: Bu bebek kişilerine nasıl mama yediriliyordu? Kaşığı görünce üç metreden bağırarak kaçıyo bunlar yahu!! Unutmuşum ben imdaatt... Bu koy önüne yesin dönemi ne zaman başlamıştı, yerlerden bezelye yerine muhallebi temizlemek daha zormuş, unutuluyormuş. İnsanoğlu nankörmüş, sanki benim kızım iki yaşında doğmuşmuş... Napıcam ben ya :))
Bak oğlum, hele bir doğ da hayırlısıyla, beni şu yukarıdaki resimde Doğa Hanım'ın (yoksa Irmak mıydı?) yaptığı gibi maymun edersen karışmam.. Veririm ablanın eline kaşığı ne kadar yedirirse sana artık....