Buyrun, ben

Buyrun, ben

30 Eylül 2008

Beraber büyüdük....


Nasıl da büyümüşüz maşallah.

Bayram şekeri


Şeker gibi bir ramazan bayramı dileriz...

27 Eylül 2008

Klank çağrışım

Hava karanlık, hep karanlık, yağmuru seviyorum ama aydınlık olursa hava.
Melanin mi melatonin mi yoksa serotonin mi neyse, unuttum şimdi, o hormonumuz azalıyormuş karanlıkta, o da mutluluk verirmiş. Belki bundandır.
Bir de tam tersi, melanin mi melatonin mi neyse, bu da karanlıkta salgılanırmış, bu nedenle aydınlıkta uyumamak gerekirmiş, gece çalışıp gündüz uyuyanların bu hormonun hapını içmesi gerekirmiş, hosteslerde falan meme kanseri daha sıkmış çünkü bu hormon kanserden de korurmuş bizi. Ben de gece çalışıyorum ama gündüz de çalışıyorum neyse ki. Uyumuyorum nöbetten eve gelip de ışıkta. Hatta ertesi gece olana kadar da uyuyamıyorum. Bu da züğürt tesellisi işte.
Bu hormonlar ne tuhaf. Hem mutluluk verir, biri de kanserden korur, hem de hapı var. Doktor olmasam ne kadar şaşkınlıkla karşılardım bu tuhaf dengeleri.
Gerçi on yıldır artık insan vücuduna şaşırmamayı öğrendim.
Beyinden çıkan her sinir için kafatasında bir delik var mesela. Ne tuhaf kimse kimsenin deliğinden çıkmıyor. Bunu ilk öğrendiğimde mucize bu işte demiştim. Evet bence ta kendisi. En büyük delikten de omurilik çıkıyor, foramen magnumdu galiba, bunu da sınavda sormuşlardı da bilmiştim. Herkes bunu bilir de, marifet o küçük küçük bir sürü deliğin ismini bilmek. Ama olsun ismini bilmesek de varlar ve (bence hala da) mucizeler.
Bu yaptığıma klank çağrışım deniyor tıpta, alakasız şeyleri hatırlamak yani. Bir tür akıl hastalığında (delilik yani) oluyor. Ne tuhaf şeyler hatırlıyorum akşam akşam.
Ben varım huhu, anne ve eş dışında bir de ben varım bu bedende, kişi, doktor ama aslında bir kadın, düngittimsaçlarımıkırmızıyaboyattım, hedef kitle beğendi, hem de birkaç kere dedi. Bir de (aslında yazmak istemiyordum ama yazıcam, takdire ihtiyacım var) ben nerdeyse iki aydır yüzmeye gidiyorum. Galatasaray'ın havuzuna. Düzenli. Kendim için bişiy yapıyorum aloo.
Klank. İyi geceler.

24 Eylül 2008

Minik kalbim...

Arabada, her sabah işe giderken, tek başımayken, yeni günü düşünürken, tam Küçükyalı'daki mezarlığın ordan geçerken ağlardım. Neden, neden diye sora sora kendi kendime. Neden benim babam hasta. Neden benim de bir bebeğim yok. Neden hasta. Neden yok. Neden. Neden. İşte yaklaşık bir yıl güne (her güne) böyle başladım ben.

Sonra yaklaşık iki iki buçuk yıl önceydi.. Hayatımın en kötü günü - ya da günlerinden biri- idi..
Aylardır beklediğim bebeğin aslında olmadığını, yok olduğunu öğrenmiştim. Olmayan -ama var sandığım- bebeciğimden ayrılmak zorundaydım. Çünkü oluşamamıştı. Kalbi atmıyordu.

Neden, neden diye sora sora ağladım o gün de (Allah'ım yine gözlerim doldu. Ne çok üzülmüştüm!). Neden benim bebeğim? Neden ben?

Sonra hoca dedi ki, "Bir de Birol baksın iki gün sonra". Ne farkedecekti ki? Baksın, peki.
Birol Abi'yi tanımayan bilmez, sakinliği insanın içine güven verir. E peki, baksın.
Baktı.

Pıt. Pıt. Pıt.
Nasıl yani?
Pıt pıt pıt.
Bunlar bu kez gözyaşlarının sesi değil. Minik kalbimin minik sesi.
Pıt pıt pıt.

Sonrası hayatımın en mutlu anı.
Burda netim, en mutlu anlardan biri değil, ta kendisi.
Minik kalbimin minik kalbinin attığını gördüğüm an....

Şimdi içeride uyuyan melek.. Sen bana Allah'ımın bir lütfusun. Bak şu mübarek gecede, bu sefer var olduğun için ağlıyorum, bu sefer sevinçten. "Annem" diye her bacağıma sarılışında hissediyorum aynı şeyleri, tüm bunları, şükrediyorum her seferinde.. Anne olduğum ve annem yanımda olduğu için.
Çok şükür.

21 Eylül 2008

Duyu bebişşş Duyu bebişş



Damla hanım bugün, Duru bebiş ve onun bebeği Ayşe bebişle tanıştı.. Annesi de Duru hanımın annesi İlkay'la..Güzel bir sabah oldu. Duru hanım, Damla'nın adını net olarak öğrendiği ilk arkadaşı idi.
Birlikte, en çok Duru'nun piyanosu ile, diğer oyuncaklarla oynadılar. Ayrıntıları İlkay burada çook güzel anlatmış.
Ama en önemli ayrıntıyı unutmuş.. Bu iki annenin çook önemli bir ortak noktası vardı:
İkisi de "Ooo Ercan" isimli iğrenç şarkıyı ezbere biliyordu!! Ve hatta daha iğrenç olan "Yumurta nedir"i de... :))
Ne demek istediğimi de ancak bu şarkıları yaşayan anlar .. Hahahaha...
En kısa zamanda görüşmeyi dileyerek ayrıldık Duru hanımlardan..

20 Eylül 2008

Minik kalbimle Minik serçe

Sen yıllarca Sezen Aksu hayranıyım diye dolaş ortalarda,
ah bir görsem bir karşılaşsam bir konserine gitsem diye takla at...

Senin şımarık minik kalbin ne yapsın:
"Ben kucağına gitmem" diye ağlasın Sezen Aksu'nun..


Sen bu arada nerde ol:
NÖBETTEEEEEEEE

Ah kızım ah, o seni sevmek kucağına almak isteyen senin yüz vermediğin kişi Sezen Aksu alooooo

19 Eylül 2008

Damla hanım bir bucuk yasına gelirken neler yapabiliyor


En önemlisi, benim de ayrıca hayatımın en heyecan verici deneyimi olan kızımın konuşmayı öğrenmesi oldu.
Tam bir yaşında yürüdü, tam bir buçuk yaşında konuştu diyebilirim (gerçi bir buçuk olmadıysa da tam da konuşmuyor zaten :)
İki kelimeli cümleler kuruyor. Bebiş doydu, bebiş uyudu, maymun muz yedi (bu üç kelime oldu), beğendim, anne kalk, kaşı (sırtını :) )..
Anladım ki, epeydir anlamsız kelimeler zannettiğimiz mırıltıların hepsi anlamlı sözcükler, ancak biz onları anlayabilecek kavrayışa sahip değiliz.. Bizden duyduğu herşeyi söylüyor, tekrar ediyor, ama kendine ait özel dili ve alfabesiyle.. Biz de gitgide daha iyi anlayabiliyoruz onu. Yahu minicik bişeyin kaşı demesi kimin aklına gelir ki :)

Komut vermek istediğinde üçüncü tekil şahısları kullanıyor, kaldır yerine kalk, yatır yerine yat gibi. Hatta bırak, git, al, ver gibi kelimeleri de sıkça kullanıyor.
Atmayı, tutmayı öğrendi ama zıplamayı beceremiyor :) Yaylanıyor ama kalkamıyor yerinden.. Çok komik oluyor.
Yemeğini genellikle kendisi yiyor, ama bugün meyve yerken çatalı ağzına batırdı ve çok ağladı. Daha dikkat etmek gerek.. Henüz sivri uçlu çatala hazır değil galiba (Ikea'nın bebek çatallarının ucu da yani gerçek çataldan daha sivri)

Şimdilik aklıma gelenler bunlar.

14 Eylül 2008

İkizler, Ada hanım ve Damla hanım

İkizler iki aylık oldular.. Kocca bir Maşşallah onlara :)
Artık prematür değil bebişler bebiş... Koca bebiş..
Hem de iki taneler.. Doğduklarında inanıcam diyodum ama hala inanamıyorum yahu, iki taneler!
Bakınız benim koca bebeğim nasıl da abla olmuş, ona da koca bir maşşallah!
Ada hanım'la da tanıştık bugün, adını öğrendik, ayrıca da onu da çok sevdik..
Ama böyle dördü birarada olunca da tadından yenmedi yani, belirtmem gerek...
Sonra benim koca bebek de bebişliğine geri döndü,
biberon istedi gündüz gündüz,
bebişin anakucağına bindi,
bi de üstünü örttürüp gözlerini yumup uyuyor taklidi yapışı vardı ki..
Gel de sevme...

Posted by Picasa

13 Eylül 2008

En son ne zaman hayal kurdunuz?

Bir reklam oynuyor son günlerde en son ne zaman hayal kurdunuz diye..

Ben hep kuruyorum da, bundan kime ne demeden bir yazayım bakalım dedim, yazılası kurulası mıymış? Dışarıdan duyunca kulağıma nasıl gelecek?

Geçen sabah arabada giderken, deniz kıyısında bahçeli müstakil bir evde yaşıyor olmanın hayalini kurdum. Ev verandalı olmalı.. Bir salıncak mutlaka olacak. Verandada renkli saksılarda çiçekler olacak. Bir de bahçeye düzenli olarak bakan bir bahçıvan olacak. Bakınız, şu resmi Yalova'da çekmiştim 2006'da, böyle birşey istediğim.
Bu ev Türkiye'de olabilir, olsa olsa Mersin'de olabilir diye bitirdim hayalimi.
Artık Avrupa'da yaşamayı hayal etmiyorum ama, seyahat etmeyi ediyorum. En son, dün, bayram tatilinin nöbetlerden arta kalan 4 gününde Prag'a gitmeyi hayal ettim. Çok önemli 2 sorunla karşılaştım: 1. Prag turlarının tümü dolmuş, 2. Sevgilim cuma çalışacakmış. Bu hayali yer değiştirip, Amsterdam'a gitsem, hem de kardeşimle kızımı da alıp gitsem, dedim ama vize falan zor olacaktı. Fazla üstünde durmadan bu hayale de ara verdim.
Son iki hayalim budur.

Her hastalık bir huy alırmış...


Ay dönünce huy da dönermiş..

Gerçekten de, büyüklerimizin söylediği herşeyin altında bir gerçek var gibi..

Bence bunun nedeni, hastalıkların çocukların rutinlerini bozması ve düzeni alt üst etmesi.. Damla hanım için mesela.. Bir üst solunum yolu enfeksiyonu ile azı dişlerinin aynı ana denk gelmesi, tüm düzenimizi bozdu.

Geceleri uyuyamayan kızım, bir süre gündüz uzun uyudu. Bundan dolayı da bir süre akşamları daha geç yattı. Bu nedenle, malesef kışın sekiz buçuk, yazın dokuz - dokuz buçuk olan uyku saatimiz şu anda 22.00 hatta 22.30'a kadar kaymış durumda.. Kendi kendine uyumayı öğrenen kızım, hastalık günlerinde alıştığı gibi, uykuya dalana kadar birimizin elini tutmakta ısrar ediyor.

Benim anladığım bir şey, bebişlerin gerçekten rutini sevdiği. Ayrıca adaptasyon kapasiteleri de süper. Doğruya olduğu gibi yanlışa da çok çabuk adapte oluyorlar. Kızımın sadece uyku değil yemek saatleri de şaştı. Bunda, sabahları geç kalkan teyzesi ile yaptığı ikinci - geç - kahvaltılardan dolayı öğle yemeğini uyanınca (bazen 15.00 civarında!) ve akşam yemeğini de bizimle iftar saatinde yani sekize doğru yemesinin payı büyük. Hatta bazen o kadar tok oluyor ki, akşam yemeği de yemiyor. Bu da beni kahrediyor tabii..

Aslında düzenimize geri dönmek o kadar zor olmasa da, malesef kızımla geçirebileceğim nöbetsiz birkaç gün boşluk bile yok bu ara. Zaten ameliyat grubunda olmam nedeniyle işten geç ve yorgun geliyor ve iftara dek onunla pek de ilgilenemiyorum. Tüm bunlar hem onun hem bizim rutinimizi ve yaşam kalitemizi bozdu.

Bir de bütün bunların yanında, artık aklının ermesi nedeniyle, ben nöbetçi olduğum günler bana tavır yapmaya başlaması canımı sıkıyor. Bunun er geç olacağını biliyordum, ama bu kadar acı vereceğini bilmiyordum.

Şimdi de bu güzel sıcak güneşli cumartesi gününü kızımla geçirmek yerine nöbete gitmek zorundayım.

Yarından itibaren eski rutinimize geri dönmek için çaba harcayacağım.

7 Eylül 2008

Dolmabahçe Sarayı

Sarayda bir prenses...

Şatafat, parıltı, yaldızlar..
Herşey şahane..
Sultanların kabarık eteklerini hışırdatarak bu halıların üzerinde ve bu ışıkların altında koşar adımlarla yürüdüklerini hayal ettim..
Kızım benim prensesim..
Saraya çook yakıştı bence :)


Güzel bir gündü.

3 Eylül 2008

Mütevazi Şaheserler Dükkanı

Dükkan şahane olmuş
Biz gezdik bayıldık
Hepinize öneririz

Adresi de şu: http://www.aycakubat.net/