Buyrun, ben

Buyrun, ben

27 Aralık 2006

Canim Yavrum..

910 gram olmuşsun... Her iyi haberinde seviniyorum ayrı ayrı.. Her gün, her an seni düşünüyorum. Seni seviyorum..

Sana minik minik giysiler alıyorum, elbiseler, ayakkabılar.. Bu kadar alma, birçoğunu giyemez diyor herkes. Ama ben duramıyorum. Herşeyin en iyisini, en fazlasını istiyorum sana. Hiçbirşeyleri yakıştıramıyorum (o oda takımı güzel değil, bu hastane ya kötüyse doğum için..). Baban gibi herşeyi akışına bırakmayı seven bir adamı bile delirtmek üzereyim, haberin olsun.
Annelik patolojik bir duygudur diyen bendim, beni bile şaşırttın bu kadar olabilir mi diye :)


Gel yavrum.. Gel de sağ salim, kavuşalım biz de yıllardır beklediğimiz minik kalbimize, kelebeğimize.

15 Aralık 2006

Gebelik ve idrar yolu enfeksiyonu

İki kat daha ağır geçiyormuş.. İki kat daha yıpratıcı, bebek ve anne için beş kat daha riskli(ymiş).. Kitapta yazanların yarısı doğru değilmiş, iki serum takınca bulantı kusma ya da halsizlik geçmiyormuş..
İnsan kırksekiz saat aralıksız uyuyup yine de kendine gelemeyebilirmiş..
Minik kalbim kusura bakma, şu badireyi de atlatayım seninle ilgilenmeye devam edeceğim.

8 Aralık 2006

Yorgunum

Hani yorgunluğun da bir tanımı olmalı.. Şöyle ayaklarım yorgunluktan ağrıyordu, yok ne bileyim o kadar yorulmuştum ki düştüm bayıldım, falan... gibi. İnsan tanımlayamayacağı kadar da yorulur mu canım!!

Şöyle eve gelip de yemek yapacak, ya da yiyecek kadar da mı enerji kalmaz :(

28 Kasım 2006

Neden mutsuzum.. nedeni var mı ki.

Bu gebelik psikozu mu yoksa? Ben neden mutsuzum?

Beni hayata bağlayan tek şey olan minik kalbimin hareketlerini hissetmek.. Onunla konuşurken bile sevinçten gözlerim ışıldayacağına gözlerim doluyor.
Mutsuzum.

Miniğime birsürü birsürü şeyler , giysiler oyuncaklar ayakkabılar eşyalar .. almak istiyorum ama yeterli param yok :(
Çalıştığım yeri ve insanları sevmiyorum. Hatta kendimi zorlarsam nefret ediyorum bile diyebilirim. Bunun nedenini de aramıyorum artık. Burada mutlu olmak için bir neden bulamıyorum zaten. İşe gelirken içimde insanlara günaydın diyecek enerjim bile olmadan geliyorum. Her sabah yeni bir işkence bana..

Ailem niyeyse anlamıyor, hep ben hatalıyım sanki, hep ben suçlu, her davranışımdan sonra bir tartışma çıkıyor. Artık davranmamaya karar verdim.

Sevgilim nereye kadar dayanacak bana, onu da bilmiyorum.
Bir an için babamın öldüğünü aklımdan çıkarabilsem keşke.

Mutsuzum.

Şöyle yeni bir başlangıç yapabilsem.. Yeni tanıştığım arkadaşlarım olsa (sevmemek için yüzlerce nedenim olmayan..), mesela Taksim'de bir kafeye gidip vakit öldürsem.
Aylardan sonra tekrar makyaj yapsam, saçımı tarasam, üstümü giyinsem.. Aynaya baksam, kaşlarımı aldırsam. Ayakkabılarımı temizlesem. Evimi temizlesem. Kendime (paraya kıyıp) yeni birşeyler alsam.
Meditasyona başlasam. Spora başlasam.

Mutlu olsam.
Keşke.

24 Kasım 2006

Yazacak birsey olmadıgından degil hayal kuramadığımdan

Bu aralar hayal alanımı ihmal edişim
yazacak birşeyler olmadığından değil
yaşayacak acılarım sevinçlerim de bittiğinden değil
Pek hayal kuramadığımdan.

17 Kasım 2006

Kelebek etkisi



İçimde minik bir kelebek var
Pır pır pır kanat çırpıyor
Pıt pıt pıt...

Minik kalbim babasiyla tanisti :)

Hani bazen olur ya, tam hayata dair iyi birşey, bir haber, sevinç isterken... birşey olur... ve siz çok mutlu olursunuz..

İşte bugün tam da babasi onu severken, güzel şeyler söylerken.. pıt... minik bir tekme... sonra pıt.. bir tane daha..

Sevildiğini anladı benim minik kalbim. İlk hareketini babasi onu severken yaptı..

16 Kasım 2006

Kendime acımaktan artık çözüm üretemiyorum hayatıma dair...

Eeee... İşte hayat denen oyun bizi nerelere getirdi..

Bundan bir buçuk sene önce, birgün poliklinikte otururken annem arayıp babamın hastanede olduğunu ve pek iyi olmadığını söylemişti... Hemen koşup gitmiştim.. O gece babam ameliyat oldu ve hayatımıza girdi bu hastalık..

Ben inancımı hiç kaybetmedim. İyileşebilirmiş gibi geliyordu, n iyi kemoterapileri alıyor, çok iyi bakılıyordu. İnop olması, karaciğerde metastazları olması, gitgide kötüleşmesi... İnanmak istemediğimiz acılara alıştırdı beni ve ailemi.

Bu arada çocuğumuzun olmaması da tuz biber.. Babacığım da görseydi torununu diye az ağlamadım. Herkes bana moral olsun diye, ooo... görür de sünnet bile ettirirsiniz diyordu, ama aslında herkes biliyordu.

Ben de biliyordum sanırım...
Her sabah dua ediyordum, hayırlısı olsun diye, hayırlısı buymuş.. Bu yüzden çok ağlamamaya çalışıyorum. Ama ne zaman babacığımınastanedeki son günleri gözümün önüne gelse kendimi tutamıyorum.

Daha önce hiç ölen birini görmemiştim.. Canımın yarısını hele hiç...

Şimdi ise kendime acımaktan, hyatıma geri dönemiyorum... Neden diye sormaktan kendimi alamıyorum. Neden canım babacığımın başına geldi bunlar? Neden öleceğini bilmeden, hep iyileşip hastaneden çıkacağını düşünerek, gözümüzün ölünde öldü, gitti?

Nefes aldı, aldı, gitgide yavaşladı nefes almaları...
Sonra kardeşim geldi, dedi ki, artık nefes almıyor.. Fırladım yerimden, aklıma ölüm de gelmedi ilk anda, çok tuhaf değil mi? Neden sonra, öldü mü dedim... Yüzünü açtım, bir kez daha baktım.... Canım, canım, babacığım.. Ağlayamadım bile o an... Minik kalbim de ağlamasın diye kendimi tuttum hep..

Şimdi ağlamak istiyorum oysa, hem de çok...

Bu satırları kendim için yazıyorum, gözyaşlarım olarak... Biryerlerde babamı çok sevdiğim asılı kalsın diye... Seni çok seviyorum babacığım. Mekanın cennet olur inşallah.

9 Kasım 2006

seni dogmadan uzmek istemezdim bebegim ama...

inan ki minik kalbim ben uzuldugumde senin de uzuldugunu biliyorum
elimden geldigi kadar uzulmemeye calisiyorum
ama ne yapayim hayat boyle...

senin dedecin, benim canimin yarisi babacim
artik yok

26 Ekim 2006

İyi ki varsın bebeğim..

Canım bebeğim, minik kalbim,
Artık büyüyorsun.. Hergün an be an büyüdüğüne tanıklık ediyoruz. Dün babanla ellerine yüzüne minik ayaklarına baktık uzun uzun...

Sen büyüdükçe, babamı daha iyi anlıyorum.. Daha çok seviyorum. Onun için daha çok üzülüyorum.

Senin gelmeni yıllarca sabırsızlıkla beklemişti.. Şimdi ise nefes almaya çalışmakla ağrı çekmek arası mola verdiğinde bizi, kendi minik kalplerini ve seni sayıklıyor. Artık onun daha az acı çekmesi, daha rahat nefes alabilmesi, biraz daha iyi olabilmesi için dua etmekten başka birşey yapamıyorum. Başka birşey düşünemiyorum. O koca dağ gibi adamın ağrıdan yüzü buruştukça benim de içim parçalanıyor..

Zor günler, hepsi geçecek diyorum kendi kendime.. Biliyorum geçecek, bu bir imtihan, ama yine de dayanamıyorum.

Allah yardım etsin hepimize.

19 Ekim 2006

Minik kalbim ve amniosentez:Merak edenlere lüzumsuz bilgiler

1. Amniosenteze gitmeden önce ılık süt falan içmeyin, işe yaramıyor
2. Komplikasyonları en aza indirmede en önemli faktör annenin gergin olmaması, ama ben çok gergindim ve çok ağladım
3. Ağrılı, içim çekiliyormuş gibi oldu aynı
4. Hala rahmin kasılmasına bağlı ağrım devam ediyor
5. Riski en aza indirmek için üç gün yatak istirahatine harfiyen uymaya çalışacağım
6. Sonuç, bir hızlı bir yavaş yöntemle bakılıyor, hızlısı üç günde çıkıyor ama %80 doğru; yavaş 20-30 gün sürüyor ama kesin sonuç
7. Pahalı bir test, konuştuğumuz hastaneler hızlı için 400-750, yavaş için 400-420 arası fiyat verdi; resmi evrak bazı hastanelerde geçerli bazısında geçersiz
8. Hiçbir komplikasyon olmaması ve bu badireyi sağ salim atlatmak için, bir de sonucun normal çıkması için dua ediyorum
9. Minik kalbim kııızzz!!!
10. Gerçi kocişim erkek fikrine kendini çok alıştırmıştı (futbolcu olacaktı :)) ama üzülmemiştir umarım
11. Sağlıklı hayırlı olsun da cinsiyeti önemli değil bence.

16 Ekim 2006

Bir gün iyi bir gün kötü

Bugün iyi, yarın kötü...
Birgün iyi, birgün kötü...

Birgün var bir gün yok..
Bugün var, yarın yok
Hayat da öyle..
Ölüm de.

Bugün varız, yarın yok.

14 Ekim 2006

Çok şükür çok şükür çok şükür

Hepinizin duaları, benim dualarım, minik kalbimin duaları..

Çok şükür babam daha iyi (idi dün gece)
Belli olmuyor tabii, bir an iyi bir an kötü bundan böyle, ama çok şükür dün gece iyiydi ben oradan ayrılırken.

Beyin MR temiz çıktı, halüsinasyonlar ve saçma konuşmalar karaciğer fonksiyonlarının bozulmasından gibi görünüyor, bu da (malesef) bir sürecin başlangıcı, ama en azından şu anda iyi. Yemek yedi, yürüyebiliyordu kendi kendine, saçmalamadan konuşabiliyor ve yorum yapabiliyordu.

Çok şükür çok şükür.

11 Ekim 2006

Ağlasam sesimi duyar mısınız...

Ama içimden içimden sessizce değil, bu kez bağıra bağıra ağlasam.. Ben bu durumların üstesinden gelemiyorum, artık atlatamıyorum, gücüm kalmamış desem...

Ağlasam.. Sesimi duyar mı kimseler acaba?

İçinden çıkılamaz, geri dönülemez, çare bulunamaz ne zor sınavlarla dolu bu hayat, ben artık bu sınavları başaramıyorum desem günah mı olur, nankörlük mü olur?

Minik kalbim duyuyır musun, iyi misin orada? Sağlıklı mısın? Ben bazı sınavlardan geçiyorum şu aralar, seninle ilgilenemiyorum, ama dua ediyorum her gün, sağ salim gel diye, zarar görme bu kemoterapilerden sakın, sen de olmasan ben neyle teselli bulacağım?

Babam ve hayatın gerçekleri

Babam yine hastanede yatıyor, Cerrahpaşa'da.. Beyin metasazı olasılığını araştırıyorlar.. Genel durumu da eh işte..

Dualarınıza ihtiyacım var desem çok ayıp etmem değil mi sevgili okuyucu?

7 Ekim 2006

Varlığıyla beni sinirlendiren insan


Varlığıyla beni sinirlendiren bir insan var. Hep görmemek, adını duymamak, hakkımda söylediklerini unutmak isterim..

Bak yine gördüm, yine çok sinirlendim.
Çıkma karşıma yahu!! Başımı ağrıtıyorsun

5 Ekim 2006

Ayva denen meyve


Yıllardır ne işe yaradığını tam anlayamadığım, bıçak kesmez, diş ısırmaz, ısırsa da koparamaz, ağzında büyür de büyür -eh bir ayva tatlısı vardır onu da sevmem- ayva adlı meyvenin ne işe yaradığını nihayet öğrendim arkadaşlar...

Gebelik bulantılarını geçiriyormuş.

2 Ekim 2006

Kafam çok karıştı

Herşeyi affetiren hangisi?
Masumiyet mi? Çaresizlik mi?

Peki yalanı affettirir mi?
Meleklerinki kadar masumiyet de mi affettirmez?
Hayat ne kadar acımasız!!

Kafam çok karışık.. Ben biraz düşüneyim en iyisi.

28 Eylül 2006

Yenidoğanı Canlandırma Kursu

Yenidoğanı canlandırma kursu olarak Türkçeleştirilebilecek olan 'Neonatal resusitasyon kursu'na katıldım. Üç günlük bir kurstu. Tüm kadındoğumcuların, çocukçuların, doğuma katılan personelin, hemşire, anestezist velhasıl kelam yenidoğanla karşılaşan herkesin bilmesi gerekenleri bir kez daha öğrendim.

Katılan diğer arkadaşlarımın birçoğunun tersine, kurstan çok keyif aldım ve faydalı buldum, bunca zamandır katılamamış olmama hayıflandım.

O masum, çaresiz, kalbi atmayan, solunumu olmayan, bazen ölmek üzere olan bebişlerin doğru uygulanan basit sayılabilecek yöntemlerle canlandırılması ve problemsiz bir yaşam sürmesi nasıl bire mucizedir, nasıl heyecan verici bir şeydir...

Bir şey daha hissettirdi bu kurs bana, ben sanırım işimi çok seviyorum..

Hep yakınıp durduğum, mutsuz olup durduğum, benim işim değil işyerimin boğucu zorunlulukları sanırım.. Hasta ve iş yoğunluğundan ve bazı kaprislerden işimi yapmaya fırsat bulamadığımı da anladım...

Acaba bundan sonra daha sabırlı, dayanıklı olup da, asıl amacımın hastalara faydalı olmak, birçok kişiyi iyileştirmek olduğunu aklımda tutmama izin verilecek mi fiziki şartlar tarafından??

25 Eylül 2006

Bizim Rafaello'nun amcaoğlu ile tanıştım :)

Hani bilenler bilir, ben ise çok iyi bilirim, bizim Rafaello vardır, benim en yakın arkadaşlarımdan birisidir kendisi..

İşte onun amcaoğlu ile tanıştım, bizim Hakan sayesinde (kendisi de bir Oğlak olup genelde köprüde çarpışsak da, Münih'ten bana Rafaello ve amcaoğlunu getirdiğinden ve bundan sonra da getireceğinden emin olduğumdan köprüyü geçene kadar... Ahahah :)

İşte sizi de tanıştırıyorum:
Ferrero Rocher (aslında sanırım Raffi bunun kuzeni, çünkü firmanın asıl ürünü buymuş)



Bakınız, ama bakmakla kalmayıp yeyiniz...

Çekinmeyin canım Raffi yine ilk göz ağrımız :))

24 Eylül 2006

Hayırlı Ramazanlar...

Ben böyle ağlayıp sızlanırken, Ramazan da geldi…


Hepimize hayırlı olsun, Allah hepimize hayırlar versin, hepimizi ıslah etsin, herkesin dualarını kabul etsin..


Herkese hayırlı Ramazanlar….

22 Eylül 2006

Kötü düşünce kötülüğü çağırır mı?

Minik kalbimin zeka testi sonuçları kötü çıktı...
Ne yapmalıyım bilemiyorum.. Ağlamalı mı, sabretmeli ve 1 ay sonraki ikinci testi mi beklemeli?

İçimdeki korkuyu hiç atamadığım için mi (bebeğime birşey olacağı, işlerin yolunda gitmediği korkusu) herşey olumsuz gidiyor?
Bebeğim sakat mı acaba?

Allah'ım çok oluyorum çok şey istiyorum biliyorum ama lütfen bana sabır ve dayanma gücü ver....

20 Eylül 2006

Hayatım kimin kontrolünde?

Seçenekler:
a. Uyku
b. Yorgunluk hissi
c. Zaman zaman bulantı
d. Tembellik
e. Yorucu iş hayatı
f. Kalıcı yorgunluk
g. Sürekli uykululuk
h. Hepsi

Bildiniz. Ne kazandınız?

Suların kesik olduğu hastane

Şmdi diyelim ki hastasınız ve tıbbi yardıma ihtiyacınız var. Mesela gebesiniz sancılandınız ya da düşük yapıyorsunuz.
Evinize en yakın hastane de bizimki.
Aman ha yanılıp da buraya gelmeyin. Çünkü şu cevapla karşılaşabilirsiniz:
"Sular kesik, hasta kabul edemiyoruz"

Nasıl yani demeyin.. Olur işte.. Aletler yıkanamaz, steril edilemez, hiçkimse elini yıkayamaz, hastane temizenemez, tuvaletlere bile dökecek su bulunamaz, her taraf idrar kokarsa, pisse yani pis, 18 saat süreyle sular gelmezse, hasta da kabul edilemez.

Hastane. Sular kesik. Ahahah...

Hem de aynı haftada iki kere.

Rüya görüyorum, kafam çok mu karışık acaba?

Rüya görüyorum.. Bunların hepsini de hatırlıyorum sonra..

Temel konum su ve evler.. Büyük büyük güzel güzel evler var, köşk ya da yalı birçoğu, annemlerin evi ya da bizim evmiş.

Bir de anneannem vardı, zeytinyağlı dolma yapıyordu. Sağlığı düzelmişti.. Çok sevindim rüyamda.

Sonra çok güzel bir deniz var, berrak suyu, tertemiz.. Hep oraya gidiyorum rüyalarımda. Suya giriyorum, kenarında koşuyorum, su o kadar duru ki bakmak bile içimi açıyor. Bazen de o su evimin kenarında oluyor, balkondan atlayıp yüzmek istiyorum (aynı Bali Hilton gibi, balkonun altı masmavi bir rüya gibi), bazen rüya yetmiyor atlamama bazen de annem izin vermiyor.
Bu sabahkinde ise ailecek hep beraber güle oynaya yine o denizkıyısına gidiyorduk, ben gene su ne kadar güzel diyorum, hadi hep beraber koşalım diyorum, herkes koşuyor bir tek ben yetişemiyorum. Hem babam da var, hasta değilmiş, o da bizimle gelecekmiş. Anna'nın annesini de arasam gelir mi acaba diyorum, ama uzakta şimdi gelemez, en iyisi yarın sabah erkenden kalkıp ben giderim diyorum..

Hayırdır inşallah.
Kafam karışık sanırım.

16 Eylül 2006

İnsanlık aramızda, hayvanlık da öyle...

Cumartesi sabahı altıda, kanamalı ve şokta gelen hastanın yakınlarından ne kadar kanadığı, ne zaman ve nerede doğurduğu gibi hayati bilgileri almaya çalışırken ayaküstü benimle kavga etmeye çalışan ve "acil hasta var, hayati tehlike taşıyor" dediğimde hafif karnı ağrıyan karısını gösterip "bizim hastamız acil değil mi" diye, küfürler sayarak giden hayvana sesleniyorum:

Kadın öldü.
28 yaşındaydı.
Allah seni ve hafif karnı ağrıyan karını ölümle tanıştırmasın.

15 Eylül 2006

Minik melek adına borcum olan teşekkür

Birgun biryerlerde bir yazımı,
"insanlık ölmedi, yaşıyor; burada, aramızda" diye bitirmiştim...

Evet gerçekten de öyleymiş.. Tanımadığı bir bebişe hediye göndermeyi zahmet saymayan insanlar varmış... Kilometreler olarak yakında ya da uzakta, ama benimle aynı gökyüzünün altındalarmış...

Ben yine yanılmadım... Biraz şaşırdım ama yanılmadım. İnsanlık ölmemiş.
Teşekkür ederim hepinize blog arkadaşlarım.

8 Eylül 2006

Hayata kaç – sıfır yenik başlamak

Annesinin karnında beş aylık bir bebecikken babasını kaybetti. Ona çarpıp kaçanlar hala yakalamadı.

Babasının ailesi, annesini istemedikleri için onu da istemediler babası ölünce. Daha doğmadan terkettiler. Annesinin babası da yıllar önce terketmişti onları. Anneannesi ise yaşlı va hasta idi.

Annesi okuyamamıştı, bir işi de yoktu. Hamile haliyle öylece ortada kalınca ailesinin yanına sığındı. Kendinden küçük (hoş kendi de küçük ya) kızkardeşinin ve henüz 18 yaşındaki erkek kardeşinin kazandığıyla yaşamaya çalıştılar.

Benim hayatıma girmeleri bu döneme rastlıyor. Minicik henüz doğmadan tanıdım onu. Nur yüzlü, sakin, sessiz, bahtına razı anneciğinin karnındayken…

Üç gün önce doğdu.

Bembeyaz, neredeyse şeffaf. Üzerinde tertemiz ama birbaşka bebeğin küçülenleri olduğu için kendine büyük gelen giysileri, yüzünde süt lekesi, ellerinde masumiyet. Henüz yaşamaya çalışırken neler görüp geçireceğini bilmiyor.

Üç günlük.
Minicik.
Melek.
(Zavallı kelimesi bebeklere hiç yakışmıyor.)

Allah bahtını açık etsin.

6 Eylül 2006

Okuyunca komik geliyor ama yasayinca hic de oyle degil

Teyzem kadın doğum polikliniğine muayene olmaya gelmiş. Ama bir ay önce tekrar gelmiş. Muayenesi, ultrasonu normal, şikayetinin genel cerrahi ile ilgili olduğu söylenmiş, konsültasyon istenmiş.
Teyzem genel cerrahiye gitmek yerine köye gitmiş.

Köyden dönünce aklına gelmiş, kalkıp cerrahiye gitmiş. Onlar da muayene etmeden, kadın doğuma gidin demişler.

Teyzem de "beni zaten onlar size gönderdi, şikayetim onlarla ilgili değilmiş, kadın doğum muayenem normal" dememiş, peki o zaman demiş, kalkıp gelmiş.

İlla ki muayene olacam ben diye tutturuyor.
Neden deyince, cerrahi doktoru git muayene ol dedi diyor.
Peki sen ona zaten muayene olduğunu söyledin mi teyzecim,
hayır,
neden peki,
e aklıma gelmedi,
nasıl ya, seni zaten onlara biz yolladık,
e ben köye gittim geldim sen bi daha muayene etsen ne var......
bu konuşma böylece sürüp gitti, beşinciden sonra ben pes ettim, bir daha anlatmadım.
merak edenlere not: muayene etmedim, cerrahi konsültasyon kağıdını eline verip cerrahiye git dedim.

5 Eylül 2006

Ben artık sıkıldım

En çok işimden daha doğrusu işyerimden sıkıldım. Buraya gelirken ne hayallerle ne zor bir sınavı kazandığımı, kazandığım gün dünyanın en mutlu insanı olduğumu unutacak kadar çok sıkıldım.
Doktor olduğum güne lanet okumaktan bıktım. Okuduğum lanetler birgün üzerime dönecek diye korkuyorum.
Az para kazanmaktan, kazandığımı harcayamamaktan sıkıldım. Biraz daha insani şartlarda yaşamak için neler yapabiliriz diye düşünüp durmaktan, ekstra gelir olmayınca kısmak zorunda olmaktan, 30 yaşıma gelip hala elimde hiçbirşey olmaması fikrinden, hatta 35'ime geldiğimde de olmayacağından, ihtisas bitince doğuya gidip orada kapana kısılmış fare gibi yaşamak zorunda olacağımı düşünmekten... 30 yaşımda oturmui düzende iyi geliri olan bri iş seçmemiş olmaktan sıkıldım.
Çıkarı benimkiyle çatışmaktan da öte üstüste binen insanların beni harcayıp durmasından ve insanın insana normal şastlarda yapmayacağı eziyetleri yapmasından sıkıldım.
Hatta yoruldum.
Bloguma yazacak hiçbirşey yaşayamıyor olmaktan sıkıldım.
Ben artık çok sıkıldım. Allah'ım yardım et sabır ve dayanma gücü ver.

29 Ağustos 2006

hayırdır insallah

ruyamı anlatmışım hayırdır inşallah demeyi unutmuşum
ya şimdi hiç kimse hayırdır inşallah demezse
ya da hiç kimse okumadığı için otomatikman diyen olmazsa
rüyam hacada asılı kalır ve hayırlara varmazsa
çok korkarım
ben diyim bari
"hayırdır inşallah"

Rüyamda kaybolmuştum. Hayatta nerelerdeyim acaba.

Tuhaf bir rüya gördüm.. Uykuyla uyanıklık arasında, saat çalıp dururken.. Elimde bir mikroskop, evimi arıyorum, bulamıyorum. Önce mikroskop ödünçmüş, onu arayıp buluyorum, geri teslim etmek için. Sonra insanlara nerede yaşadığımı biliyor musunuz diye soruyorum.. Rüyada olduğum için hatırlayamadığımı düşünüyorum o anda.

Bir türlü önünde durduğum apartmanlardan hangisinin içine girip sevgilimin yanına geri döneceğimi çıkaramıyorum. Cep telefonu henüz çıkmamış mı, arayıversem evimi sorsam diye düşünüyorum.

Kapıların önünde öylece çaresiz durup duruyorum.

Bir ara da şöyle bir cümle kurdum kendi kendime “benim içimde kalan birşeyler var, birilerini aramam gerek"

Evet, tuhaftı.

Ben de daha az tuhaf değilim ki… Sanırım taşınma / uygun ev bulamama / Beşiktaş’tan gitmek istememe gerinliği beni fazlasıyla yordu.

23 Ağustos 2006

Ortaya karışık bir post

İnsan hiç bir gün için hayatımın en zor günü bu dememeliymiş (gerçi ben hala hayatımın en zor gününün babamın ameliyat olduğu ve hastalığının ortaya çıktığı gün olduğunu düşünüyorum Allah daha zorlarını yaşatmasın)

Şu döneme hayatımın en zor dönemi dememek için kendimi zor turuyorum. Yahu uyduruk bir mide bulantısı insanı yatağa serer mi?
Ben artık işe gidip gelmek (o da çok zor, mesafe gitgide uzamaya başladı, dün ellerim titredi direksiyonu tutamadım) ve uyumak dışında hiçbirşey yapamıyorum.
Yemekleri sevgilim hazırlayıp beni uyandırıyor, yeyip tekrar yatıyorum
Neyse en azından minik kalbim var, onun için bu sıkıntılara değer..

Aslında şu anda tek istediğim, uzun bir izin alıp, Anna'nın annesinin köyünde huzurlu sakin evlerinde nefis bir sonbahar geçirmek


Ama ne yazık ki seyahat edemiyorum. Değil 3000 km, 150 km uzağa gidemiyorum.
Uzaktan uzağa birbirimizin büyüdüğünü izlmekten, Anna'nın ilk kelimelerini telefonda duymaktan, mavi elbisesinin sadee resmini görmekten hiç hoşlanmıyorum ama ne yapalım, hayat bu..

Yorumlarıyla zor günleri atlatmama yardımı olan herkese teşekkür ederim.. Tek tek cevap yazamıyorum çünkü artık bilgisayarımın ekranına bile bakamıyorum uzun uzun.

Bu da böyle ortaya karışık bir post oldu.

18 Ağustos 2006

Minik kalbimin babası… İyi ki evlenmişiz..


İyi ki 1 Temmuz 1999’a kızkardeşinin nişanlısı izin alamamış da, o da mezuniyet balosuna seni davet etmiş..
İyi ki sonra da nişanlısı sürpriz yapıp gelmiş.. Sen de yalnız kalınca beni farkedip dansa kaldırmışsın...
İyi ki sonra Mado’da oturduğumuz gün, evlilik konusunu açmışsın da ben de seninle evlenmenin ne kadar güzel olacağını farketmişim.

İyi ki yıllar boyu seni çok çok sevmişim de iyi ki sen de beni sevmişsin.

İyi ki dayanacak omuzum olmuşsun, ağladığımdan gözyaşımı silmişsin, güldüğümde benimle gülmüşsün.
İyi ki zamanı geldiğinde pıt pıt pıt atan minik kalbimin babası olmuşsun.

Seni seviyorum bebeğim.. İyi ki evlenmişiz seninle.. Evlilik yıldönümümüz kutlu olsun.

15 Ağustos 2006

Benim Berlin'im geldi...

Ama minik kalbimin 150 km sınırı var artık, Berlin de hayal oldu..



Neden böyle sevdim bu kenti bilmem, şöyle bi sokaklarında amaçsızca dolaşasım, alışveriş yapasım, müzelerini bi daha gezesim geldi.

Ya da hatta ilk kez geliyomuş gibi elime bi Berlin kitabı alıp turistçilik oynayasım.
Sonra üşenmedim (ki genelde tembelimdir, değil Berlin sokaklarında dolaşmak, KAbalcı'nın yolunu bile bulamam) KAbalcı'ya gittim, hatta Alkım'a da gittim,
değil Berlin kitabı, Almanya kitabı bile bulamadım.

Ama neden neden.. İnsanlar bu şehre gitmiyor mu yaaa gezip görmeye.. Kimse Berlin duvarı kalıntılarını da mı merak etmiyor, yalancı tarihin anılarını...

İkinci not: Artık midem bulanıyor diyen gebelere çubuk kraker ye diyenler düşmanımdır. Hatta çubuk kraker üreticileri de
Sarı leblebi de yalan
Yalan bunlar yalan
Geçmiyor bu bulantı
imdaaat

13 Ağustos 2006

Hayatın normal akışı

Hala hayatım normal akışına kavuşamadı
Çok korkuyorum, her ultrason bulduğumda minik kalbim atıyor mu diye bakmaktan kendimi alamıyorum
Arkadaşlarım "ultrason manyağı yapıcaksın çocuğu" diyorlar
Sonra da kendileri "gel bi bakalım bebişe ne yapıyor" diyorlar

Büyüsün artık göstersin kendini

Korkunun ecele faydası yok
Duanın faydası var

Henüz normale dönemedim
Dönsem bi koşu gidip ev arıycam hazır okullar açılmadan

10 Ağustos 2006

Siz mucizelere inanır mısınız

Hayat ne değişik
Nasıl birşey

Dün yoktu
Bugün var

Minik bir kalp
Pıt Pıt Pıt

Allah'ım ne olur ne olur atmaya devam etsin

8 Ağustos 2006

Bu ruya da boylece bitti

Kisa surdu.

Zaten insanoglu, hep icindeki korkuyla yasiyor..
Ben de bu korkuyu atamamistim icimden.

Iyı haber veremiyorum sevgili okuyucu

Bebisim gelisemedi
Kalbi atamadi bir turlu
Iki gun sonra kesesi de gidecek

Geriye yine benim hayallerim
Dualarim
Ruyalarim kalacak

3 Ağustos 2006

İncir çekirdeği ve baloncuklarla ilgili yazı

Baktım ki incir çekirdeğini doldurmayan şeyler yüzünden moralimiz bozuluyor, üstelik de cansıkıntılarımız artık keyiflerimizden çook daha uuzun sürüyor,
gittim bir kilo incir aldım
oturdum hepsini yedim.

sonra anna'nın annesinin taaaaa uzaklardan gönderdiği baloncuklar yapma aleti geldi.

adeta bir jakuzi :) küvetin içine koyuyorsun, başlangıçta bir halı gibi görünüyor:

sonra düğmesine basınyorsun veeee
bööyle onyüzbin baloncuk yapıyor

seni alıyor,
taaa uzaklara bali'ye falan götürüyor (abarttım, sadece masaj salonuna götürebilir sanırım )
bu baloncuklar var ya
bir harikkaaaaa

1 Ağustos 2006

Bugün kimse bana ilişmesin lütfen, mutlu kalmak istiyorum

Önce neskafe (her zaman Jacobs)
Nefis bir duş
Balkonda meditasyon
Kuş sesleri
Sevgiliye günaydın öpücüğü
Beyaz peynir
Karpuz
Kepek ekmek

Günaydın...
Bugün iyi bir gün.
Öyle gitsin lütfen..

30 Temmuz 2006

Hayat mı daha manyak ben mi?

Hayatın benden bekledikleri birçok zaman benim ondan beklediklerimi aşıyor..
Bu nasıl birşeydir anlamakta güçlük çekiyorum.
Bize maaş diye verdikleri para ev kiralarını tek başına karşılayamıyor
Ben ne zaman İstanbul'da daha iyi bir eğitim alırım diye buraya gelmenin hata olduğunu kabul edeceğim?
Çeyrek altın 53 lira olmuş
Nasıl yani ya...

Hava 32 derece.. Pazar günü seçenekleri arasında (olmayan) bahçeli evimin (olmayan) serin bahçesinde kahvaltı etmek, boğazda yürüyüş, ya da uzuuun uzun uyumak varken, ben en keyiflisi olan "hastanede nöbet tutmak"ı seçtim. Bu pazar bence herkes gidip nöbet tutsun. Böylece hayat bunu ceza olarak gördüğümü anlamaz ve bana bunu yapmaktan vazgeçer.

Bu TUS'ta da yeni asistanlar gelmiyor kliniğe. Bu da demektir ki seneye Haziran'a kadar işyükümüz hafiflemeyecek.. Sayımız artmayacak. Nöbetlerimiz azalmayacak.

Ben kendime acımaktan vazgeçemeyeli aylar oldu. Tamam kabul ediyorum en yakın arkadaşım progesteronun da etkisi var bunda (intihar eden kadınların çoğunluğu bunu progesteron etkisindeyken yapıyordur eminim, yani adet öncesi dönemde ya da gebeyken).

O kadar yüksek doz prog. alıyorum ki, saçlarım hızlıca uzadı beyazlar arttı, araba kullanmıyorum, başım dönüyor dünya durmadan dönüyor, uykululuk hali diz boyu, bir salaklık bir unutkanlık sormayın.

Ben hiçbirşeyden mutlu olmayan bir tip mi oldum?

Anna konuşmaya başladı, telefonda Tante komm dedi. Teyze gel de dedi. Keşke bu kadar uzakta olmasa.. en azından yılda bir iki kez görebilsem.
Bak işte bunda da mutsuz olacak birşey buldum

26 Temmuz 2006

Beta-hcg

172,3

Saatler kaldı

Yok yok
Nelere dayandık
buna da dayanırım
Allah sabır verir

25 Temmuz 2006

Olumluyu çağır olumlu gelsin

Kalbim kafeste bir kuş.. Çırpına çırpına beta hcg gününün gelmesini bekliyor.
Pozitif çıkarsa ne olacak? Neler değişecek bizim için?
Asıl negatif çıkarsa ne olacak?

24 Temmuz 2006

Haftasonu şöööyle bir uzaklara kaçtık

Yeğenim Ceren ilk doğduğunda, çok ağladığında son çare olarak arabaya bindirip dolaştırırdık.
Susardı her seferinde.
Ben de geçen haftasonu o kadar sıkıldım ve ağladım ki..
Kocişim en sonunda beni arabaya bindirdi ve dolaşmaya götürdü..
Araba bula bula Şarköy'ü buldu. Daha önce görmediğimizi bir yerdi.
Fotoğraf makinemiz İtalya kameramız ise Bodrum seyahatinden henüz dönmedikleri için
görüntüleyemedim Şarköy'ü.
Ama anılarıma yazdım...
Bekleme stresinden çooook uzakta bir köy olarak kalacak aklımda.. Sevgilimle başbaşa..
Tarlaların arasında nefis bahçeli evler..
Dönüşte mangal yakacak bir yer ararken sahil yoluna girip de (hataymış, siz siz olun sahilden gitmeyin) o virajlı dağ tepelerinden gide gide bulduğumuz ormanda yediğimiz akşam yemeği..
1930'lardan kaldığına inandığım dar geçitler minik kapılar iç içe geçen salonlarıyla MaviBalina Motel..
...
Güzel bir haftasonuydu.. Ama çok rüzgarlıydı, denize de pek giremedik.
Dinlendik, geldik.

21 Temmuz 2006

Beşiktaş'ta yaşamayı seviyorum

Karma felsefesini tam bilmiyorum. Ama her kötülüğün bir iyilikle dengelenmesi demek olduğunu anladım Earl'ü izlerken (tersi de geçerli mi, çünkü hayatta her iyi şey peşinden kötü bir şeyler getiriyor sanki....)



Dün aycaada ile Beşiktaş'ın arka sokaklarından yürüyerek eve gelirken, Besiktas'ta yasiyor olmayi ne kadar sevdiğimi anlattım ona kafası şişene dek. Sahilde minderlerde oturup denizi izledik uzun uzun


Eve ara sokaklardan yürüdük, Kaktüs kitabevi'nden ikinci el bir aşk romanı aldım, bir satıcının sattığı giysilerin gerçekten Zara olduğunu düşünmemizi sağlamasına izin verdik, ilkokulun bahçesnden geçtik, Beşiktaş'ta aslında ne çok gizli park olduğunu konuştuk.

Sonra, "bu sokaklar bana nereyi hatırlatıyor biliyor musun" dedim. "Küçüklüğünün Sarıyer'ini mi?" dedi. Şaşırmakla kalmadım, bir an durdum. Bunu nasıl yapabildiğini anlayamadım. Aklımdaki kalıbı nasıl okuyabilirdi ki? Bir an için, acaba ben bu fikrimi yazdım da ordan mı biliyor bile dedm kendime. Sonra kardeş olmakla ilgili birşey olabileceğini düşündüm. (Ha, bu arada ona da aynı şeyi hatırlatıyor olamaz çünkü o zamanlar o yoktu :))

Beşiktaş'ta yaşamayı ne kadar sevdiğimi yine söyledim ben. İlk kez bir semte bu kadar bağlandığımı...

Sonra Earl'ü düşündüm. Haklı sanırım.
Çünkü Beşiktaş'tan taşınmamız gerekiyor.

19 Temmuz 2006

Yataktan çıkmaması gerektiğinde insanın canı neler yapmak ister

1. Yürüyüş yapmak
2. Bulaşık makinesini boşaltıp yeniden doldurmak
3. Birikmiş çamaşırları yıkamak
4. Yüzmeye gitmek
5. Bi dolaşıp gelmek
6. Annesinin yanına gitmek
7. Israrla evi toparlamak
8. Günde birkaç kez duş almak
9. Yemek yapmak
10. İkide birde kalkıp su içmek ya da birşeyler yemek

18 Temmuz 2006

Ağır işler

- Aşkım sabahtan beri yatmaktan sıkılmadın mı sen?
- Sıkıldım
- O zaman ütü yap bari
- Ağır iş yasak bana
- Gömlekler ağır değil ki
- Ütü ağır ama

17 Temmuz 2006

İnşallah

Üç taneler
Üçübiryerdeler
"Kutsal mabed"de yerlerini aldılar birkaç saat önce
Bu kez İsmet- Kısmet -Nasip ve Songül gibi çabuk pes etmeyecekler
Kalacaklar
İnanıyorum
Diliyorum
Dua ediyorum.

Yaşadıklarımdan öğrendiğim

Ben şunu öğrendim
Allah herkese taşıyabileceği kadar yük yüklüyor

14 Temmuz 2006

Artik en sevdiğim tatlıyı açıklıyorum: Raffaello

Evet ne var yani bunda?
Sizin zaafınız olan tatlı hiç olmadı mı?
Yani şimdi şu resimde:

gördüğünüz kutunun aynısı şu anda önümde duruyor.

Bir oturuşta bunun bir kutusunu yiyebilmişliğim vardır.
Bana yurtdışı seyahatleri dönüşü, yaşgünü, evlenme yıldönümü hediyesi aramayın
Bir kutu Raffaello, tamam
Sevincim bir hafta sürer
Türkiye'de var mı bilmem
arkadaşlarım sağolsun, herkes Raffi ile olan aşkımı bildiğinden evden hiç eksik olmaz

içinde hindistancevizi sütü, ortasında badem, onu sarmalayan gofretimsi bişi
Ahanda şimdi de yedim


Bence bu kadar iyisi ancak antepfıstıklı baklava olabilir

EEE bu kadarcik mi :(

Sütlü nuriye
Lokma
Dondurma
Nutella
Tarçınlı cevizli çikolata soslu Berfin keki
Laz böreği
Kalbura bastı
Hanımgöbeği
Bülbül yuvası
Oklavadan sıyırma
Tremisu
Kaymaklı ekmek kadayıfı


Başka başka??

13 Temmuz 2006

Biraz da tatlı konuşalım :)

Çikolatalı pasta
Revani
Keşkül
Acıbadem kurabiyesi
Şekerpare
Tavuk göğsü
Fırında sütlaç
Muhallebi
Çikolatalı pasta
Şöbiyet
Fıstıklı baklava
Fıstık ezmesi
Güllaç
Kadayıf
Kestane şekeri
Turta
Profiterol
Kazan dibi
Krem karamel
Aşure
Su muhallebisi
Keşkül
Tulumba
Vezirparmağı
Kemalpaşa
Puding
Kabak Tatlısı


Başka başka???

Olan bana oldu ama ona da kapak oldu

Anestezi uzmanı damar yolu açmaya geldiğinde dedim ki, sağ kolumdaki damar tıkalı sanırım, geçen hafta oradan damar yolu açıldı, elime bir pıhtı geliyor.. Beni azarladı ve tıkalı dediğim damara taktı intraketi.

Sonra ameliyathanede veriyor ilacı, bende tık yok. Ama nasıl nasıl canım yandı, ağlamaya başladım. E o kadar anestezik madde damar dışına giderse yakar tabii. Kadın zaten sinirli bir tip, ben ağladıkça iyice sinirlenip basıyor ilacı, bende hala tık yok. Canın mı yanıyor hala diyor, hayır sinirim bozuldu diyorum. Orta büyüklükte bir danayı bayıltacak kadar ilaç yapıyor, soruyor baş dönmesi, uyuşma hissi oldu mu diye, ben hayır dedikçe sinirleniyor, ben de daha çok ağlamaya başıyorum.

Sonra ameliyathanede herkes beklerken, gergin bir ortamda yeniden damar yolu açmak zorunda kalıyor. E ben demiştim ona en başta.

Sonuçta çok çok canım sıkıldı, ağlayarak uyudum (hiç hoş bir duygu değil), canım da yandı çok ama oh olsun ona da kapak oldu.

Şimdi ben bunu nerelere şikayet etsem, yüzü gözümün önünden gitmiyor, neticede özel hastane orası (hem de oldukça fiyatlı bir yer), ben paramla sağlık hizmeti satın almışım, nasıl canımı yakar, o da değil de asabımı bozmaya hakkı var mı?

Hadi ben bunu şikayet ettim diyelim, o mendeburluğu asık suratı düzelecek mi?

12 Temmuz 2006

Yeni transfer sezonu

Bugün OPU var, hücreciklerimizi alıp bir tüpün içine koyacaklar, ardından transfer sezonunun açılmasını bekleyeceğiz. Bakalım bu kez neler olacak?
Artık bu olaydan başka birşey düşünemez başka birşey yaşayamaz oldum.
Bu kadar takık bir insan olduğumu ben bile bilmezdim.
Ayrıca öte yandan babam da pek iyi değil şu ara.
Ne zaman iyi birşeyler olma ihtimali olsa kötü birşeyler de oluyor
Neden böyle oluyor?

10 Temmuz 2006

Bazen bu olan bitenler çok komiğime gidiyor

Şööyle bie tepeden bakabildiğimde, yükselip yukarıdan (hani Çizgi Ötesi diye bir film vardı, Julia Roberts'ın ilk filmlerinden , orada öyle bir sahne vardı)..
Bu yaşananlar, olan bitenler çok komiğime gidiyor. Şöyle kahkahalarla hahahaha diye gülesim geliyor.
Ama
yere inip de içine girdiğimde olayların
genelde ağlamak zorunda kalıyorum.

9 Temmuz 2006

Yatak kapasitemiz kendini aştı

Berlin'de yaşayan kuzenler ve arkadaşları bizde şu anda.. İki kişilik açılır kanepesi ve bir açılmaz kanepesi dışında misafir yatağı olmayan ben, gönüller bir olunca yatak kapasitesinin hiç önemli olmadığını, üç kişilik yatakla on (10) kişi misafir edilebileceğini, hiç de sorun olmayacağını ve çok iyi vakit geçirilebileceğini ispatlamış bulunuyorum.
Ama mesela evdeki tüm sandalyeleri birleştirdiğimizde dahi yemek masasına sığamadıık! Biz de yakışıklı gençleri masadan sehpaya atarak çözdük bu sorunu..

Şimdi boğaza kahvaltıya gideceğiz.. Annemlere arabayı almaya gidiyoruz. Umarım iyi ağırlayabilirim misafirlerimi.

Laf aramızda iyi br ev hanımı sayılmam da :)

6 Temmuz 2006

Yeni bir deneme yeni bir umut

Bu blogun ilk postlarını okumuş olanlar varsa bilirler, başlangıçta tüp bebek maceralarımı anlatmak için başlamıştım blog yazmaya. E uzun bir süre ara verince de tedaviye, bu konuya değinememiştim.

Temmuz ayında yeni denemenin zamanı geldi artık.
Ben de kendimi buna hazırlamaya başlarken olumsuzluklar yakamı bırakmıyor (bulvar gazetesi 2. sayfa başlığı gibi oldu bu cümle)
Dün sabaha karşı bir bulantı bir kusma ile uyandım, akşama kadar da devam etti. Serumlar iğneler nöbetçiydim tutamadım hatta izin alıp anne şefkatine koştum.
Anne şefkati ile hızlıca düzelmiş olmam, bu rahatsızlığın psikolojik olabileceğini düşündürdüyse de bana, gittiğim dahiliyeci bu şiddette psikolojik olamayacağını, muhtemelen besin zehirlenmesi olduğumu söyledi.

Bunun yanında sabah iyileşmiş olarak uyanmam güzel.

Aslında hayat güzel.
Üzücü perdeleri, cansıkıcı olayları aralayıp bakabilene.

3 Temmuz 2006

Dilek çesmesi değiliz ki altı üstü doktoruz

Bazen karşılanamayan talepleri olur insanların, oluru yoktur ama insanoğlu işte anlamaz, anlasa da dinlemez

Sen sabaha kadar çalışmışsın, yorgunmuşsun, devletin maddi manevi karşılık almaksızın çalışan br memuruymuşsun, olsun..

Onun isteği: Doğuma 1 hf kalmış karısını alıp İsviçre'ye gitmek
Oluru: Mümkün değil, uçağa binemez. (Nitekim akabinde kadının doğum sancıları başladı)

Onun isteği: Biran evvel doğurtulup, karısını ve bebeği alıp 2 saat sonraki uçakla İsviçre'ye gitmek
Oluru: Doğuma 8-10 saat var, bir günde yatması gerek, ertesi gün ne zıkkıma giderse gitsin

Onun isteği: Hemen doğurtula. Anne de yatırılmaya, 2 saat sonraki uçağa yetiştirile, doğuma daha varsa sezeryan yapıla (sanki fırından yeni çıkmış ekmek kesiyoruz.. Sez. sonrası 3 gün hastanede yatması gerekecek ama anlamıyor)

Olayın seyri: Sabah 5 buçukta, ne biçim insanlarsınız, hastamı muayene edip edip geri gönderiyorsunuz bağırışlarıyla yerimden sıçrıyorum (ne yapsaydık, gebe turşusu mu kursaydık, doğum daha başlamamış dediğimiz halde sen yarım saatte bir getirip alın bunu doğurtun dersen muayene edip göndermekten başka ne yapalım, cımbızla mı çekelim) (ayrıca nasıl bir uçak biletiymiş bu senin karından ve bebeğinden daha önemli, nasıl bir nedenmiş İsviçre'ye gidesi...)
Bakın ben artık ufak şeyleri dert etmiyorum, bunlar hayatın tadı tuzu falan ama, kelimelerin arasından gelen çatal bıçak seslerinden de anlaşıldığı gibi bu adama en sonunda çok sinirlendim ve doğumhaneden kovdum (doğumhanenin taa içine kadar girmişti kavga etmeye, hani başka kadınların da olduğu en mahrem odamıza)
Ama kovma nedenim bunların hiçbiri değildi, sabredebilir ve laf anlatmaya çalışabilirdim..
Dert etmeyebilirdim.

Ama şöyle dedi (ev kirası kadar maaş alan ve bunun yarısına yakınını vergi olarak geri devlete ödeyen, haftada 80 + 80 saat (nöbet izni olmadan) mesai yapan, haftada 2 gün 36 saat kesintisiz çalışan bize):
Siz benim sırtımdan, ödediğim vergilerle maaş alıyorsunuz burada.. dedi.
Evet bunu dedi.
Ben de git bunu başhekime de aynen böyle söyle, benim sırtımdan maaş aldıkları halde karımı doğurtmuyorlar de dedim.
Kovdum

Pişman değilim.

27 Haziran 2006

Gezdim Gordum Geldim

1. İlk yorumum: Italyan kizlari beni (daha cok da kocami :) ) hayal kirikligina ugratti, dogru durust bir guzel kiz goremedim.

2. Romeo'nun ve Julietta’nin evlerine gittik,


Romeo aslinda yokmus, Julietta ise gercekmis, e peki o sarmasiklara tirmanarak bu balkona giren kimmis?


3. Venedik o kadar o kadar kalabalikti ki, romantizme vakit kalamadi birbirimizi kaybetmemeye calismaktan.


4. En az on yil kilise, katedral, manastir, duomo, tapinak vs gormek istemiyorum

5. Michelangelo’nun Davud heykeli mukemmel erkegi betimliyormus.


Sevgilimin ondan tek farki biraz gobek eh biraz da kas.. :)


6. Pisa kulesi insanin sinirini bozuyor. Her an devriliverecekmis gibi. Biraz ugrastik ama duzeltemedik.


7. Ask cesmesi’ne (Trevi cesmesi) para attim tabii ki..


Euro bu kadar yukseldigi icin 20 cent atabildim sadece (Surekli bir para atilma islemi surup gidiyor, Roma belediyesi bu paralari her gece kureklerle toplayip cuvallarla goturuyormus, benim 20 centim onlara yeter de artar bence)

8. Venedik’teki bu kopruden mahkumlar son yolculuklarina goturulurlermis (omur boyu hapis ya da idam); giderken hep ic cektikleri icin bu koprunun adi “ic cekme koprusu” ya da “ahlar koprusu”.


Kopruden gecen mahkumlarin kopru trabzanlarindaki deliklerden son gordukleri manzara da su iste:


9. Her taraf o kadar o kadar eski eserlerle dolu ki (milattan onceden baslayarak), artik besyuz yillik bir heykel gorunce aa bu yeniymis daha demeye basliyorsunuz.

Daha fazla anlatip da baymayayim.
Sonuc olarak Italya’yi bence herkes gormeli






19 Haziran 2006

Sekiz aydır bekliyordum nihayet geldi.

İzin haftası geldi nihayet. Ama sadece bir hafta.
Olsun bu da birşey.

En çok şurayı merak ediyorum:




Bir de şu:


kayığa binip dolaşan kişi ben olmak istiyorum

Ama nedense gideceğimize pek inanasım gelmiyor.
Hemen gidip valiz yapmalıyıım
Yoksa şuraları


sevgilim tek başına gezeceeeekk

15 Haziran 2006

İmkansızı başarabilir miyim?

Saat sabah 04.08.
Önümde bugün sabaha yetiştirmeye söz verdiğim çeviri duruyor.
Unutmuşum!
Uzun, çok uzun. Benim birkaç saatte yapabileceğimden daha uzun.
Yapmak zorundayım.
Ajansımdaki ibarım için önemli.
Acaba imkansızı başarabilecek miyim?

12 Haziran 2006

Ufak şeyler

"Ufak şeyleri dert etmeyin, hepsi de ufak şeylerdir."

Herşeyi dert ettiğim için geceleri uyuyamıyorum; işin daha da kötüsü dert ettiğim şeylerin ufak olmadığına inandırıyorum kendimi.
Ama şimdi ufak şeyler kitabımı tekrar okuyorum, işime yarayabilir.
Nitekim ufak şeyler gerçekten de ufak, dışarıdan bakmayı başarabildiğimde!

Bu tedavi amaçla kullanılan hormon ilaçlarının en kötü etkisi insanın sürekli bir pms halinde gezmesini sağlamaları. Gergin öfkeli ve çekilmez biri oluyorum.

Zaten 6. günaşırı nöbetindeyim bugün.

Ufff şiştim gene sabah sabah

8 Haziran 2006

nobet listem

Bu ayki nobet listemi acikliyorum:
2-4-6-8-10-12
Nöbet listesini hazırlayan canım arkadaşıma da sevgilerimi iletiyorum.
Ayın 14'üne kadar kapalıyız.

4 Haziran 2006

Yandım çünkü kıroyum

Çünkü güneşin hala eski arkadaşım olduğu hatasına düştüm. Zaten tek bir günüm var, maksimum yanayım diye krem sürmeden yattım güneşin altında.
Sonuç:
YANIYORUUUM!!
Gerçek anlamda yani.
Her yanım kıpkırmızı oldu. Ama belim ağrıdığından için hep sırtüstü yattım, yani arka taraflarda birşey yok :)
Eminim bir haftaya kadar soyulacağım.
İtalya'da kıro kıro gezeceğim, soyulmuş patlıcan kıvamında.
Bu arada gişttiğimiz yer Yelkenkaya idi, ortam süper (işbankası tesisleri) ama deniz çok fenaydı. Yosun ve denizanaları istilası yüzünden pek yüzemedik.

2 Haziran 2006

Burası benim hayal alanım değil mi?

Burası benim hayal alanım değil mi? Ne istersem yazamaz mıyım?
Mesela hayatta nefret ettiğim şeyleri? Ama o zaman kirlenir sayfam.
Nefret ettiğim kişileri? Çirkin bulduğum, onaylamadığım?
Ama o zaman ben de kirlenmez miyim?
Neyse ben en iyisi bu postta hiç bir şey anlatmayayım

31 Mayıs 2006

Bunları hiç okumayacak olsan da sözüm sana B.

Arkadaşlık nedir?
Onu ne kadar ne kadar çok seversin, sonra kaybedersin mesela.. Birgün gelir, biter; habersizce, bilinçsizce, üzgünce ayrılırsın.

Yıllar geçer, birgün karşına çıktığında hiç kaybetmemişsin gibi olur ya.
Yıllar geçer, bir bakarsın ayrılmamışsın ya..

Birgün o sendir, sen osundur, sonra bir bakarsın gitmiş.
Hep geri gelmesini, yine hayatında olmasını istersin ya..
Yıllar sonra rüyanda görürsün mesela.. Uyanınca özlediğini farkedersin, sesini duymayı, onunla olmayı, seni anlamasını özlediğini.

Birgün onu tekrar bulmayı istersin, hani bir bakarsın numarası değişmemiştir, tekrar sesini duyduğunda daha da çok özlersin, bunca yıl onsuz değil de onlu geçseymiş ne güzel olurmuş'u farkedersin.

Zaman herşeyin ilacı mı derse ne yapacaksın?
Çünkü mesela sen ona en zor günlerinde destek olmamışsındır.
Mesela yıllar geçmiş, en büyük acısını sensiz sindirmiştir. Sen ne hastalıklar ölümlerle onsuz başetmişsindir. Mesela sen onu görmüş de selam vermeden geçip gitmişsindir bazen. Mesela, ona arkadaşlığınızı bitirecek şeyleri sen söylemişsindir, ya da sevginizi başka başka sularda büyütecek cümleleri sen söylememişsindir.

Ama mesela onun senden nefret ettiğini düşünmüşsündür yıllarca..
daha da kötüsü belki de nefret bile etmediğini...
Belki de seni artık "önemsemediği" gerçeğiyle üzülmüşsündür.
Arkadaşlık çok önemli bir gereksinimdir bence. Sevginin çok özel bir boyutu. Yaşanmışlıkları acıları tatlıları kır(z)gınlıkları yeri geldiğinde geride bırakabilme becerisi.


Yine de
arkadaşlık bence bıraktığın yerden devam edebilmek hayat ne getirmiş / götürmüş olursa olsun.

Gerçek sevgi nedir?
Onun da seni hala "sevdiğini" ummak mı?
Aramasa da aramak mı? İyiyi özleyip kötüyü unutmak mı?

Sözüm sana B.
Arkadaşım olur musun yeniden?
Yapyağmurda sırılsıklam ıslandığımız İstanbul'da hep seni hatırlıyorum ben. Bugünlerde daha çok geliyorsun aklıma. Neden?
Sesini duymak bana çok iyi geldi ondan mı?

29 Mayıs 2006

Kaplıcaya gittik

Gerçekten şifalı olduğunu hissettim oradayken...

Yalova Termal burası. Şifalı sular, güzel bir otel (hatta iki otel), fena olmayan yemekler, müthiş bir doğa, nefis bitkiler; ben sevdim Termal'i.


Başlarda su elime bile değse yanacak, haşlanacak sandım, o kadar sıcaktı yani. Suyun içinde nefes alamadım falan, zamanla alışıyor insan ama. Bir cesaret giriyorsun, ama en ufak bir harekette tekrar baştan yanıyorsun!

Su o kadar, o kadar sıcak ki, bir süre sonra bu duyguyu sevmeye başlıyorsun. Gerçekten de iyi geliyor, hissediyorsun bunu...

Sağlık Bakanlığı personeline %40 indirim olması güzeldi. Yemekler ve otel de fena değildi (beklentiyi ne kadar yüksek tuttuğunla alakalı, ben beğendim yani). Gitmesi çok kolay, deniz otobüsü ile, bir saatten az sürüyor. Yolu nefis, iki sıra ağaçların içinde.

Atatürk'ün kaldığı ev müze, kapalıydı yetişemedik. Ama bahçesi şöyle idi:

Arboreteum mu ne, bitki müzesi, envai çeşit ağaç ve çiçek var, çok başarılı.


Ama bu geziden benim aklımda kalan Termal kasabasındaki şu ev oldu:

İleride yaşamak istediğim ev budur.

24 Mayıs 2006

Acaba kimdi

Birinin bloguna (nasil olduysa anlamadim) "ben de buradayim" diye bir comment koydum. Hiperaktif oldugumdan, bir telas (niyeyse?) sayfayi da kapadim.
Aslinda biyonikkediye cagrisina katildigimi haber vermak istemistim.
Kim oldugunu da bulamiyorum.
:(

Simdi okuyunca beni deli sanacak :(

BURADAYIZ















Biz buradayiz Cumhuriyet
Merak etme

İkizler

İkiz bebek doğurttum az evvel. Ne güzel birşey ikiz olmak.

Ana rahminden beri arkadaş olmak.
Kardeş olmak.
İkizler mucize.
Hayat da mucizelerden ibaret değil mi?
Doğum zaten bir mucize,
peşpeşe iki bebeğin doğması daha da büyük mucize.
Hem de ikisi de oğlandı.
Birinin göbek adını Elvan birini Can koyduk.
İsimleri ile yaşasınlar inşallah.

22 Mayıs 2006

ilk defa

Babamin Ceren'e bakisini gorunce.. Nasil sevgiyle baktigini,, Nasil mutlulukla..
İlk defa kendim icin degil de bir baskasi icin istedim cocugumun olmasini.
Babam icin.
Torununu sevebilsin diye.. İyiyken.. Kucagina alabilecek, tepesinde gezdirebilecek gucu varken..
Aglamamaya calisiyorum ama dayanamiyorum..
Allah'im lutfen dualarimizi kabul et.

Hayatın gercek anlamı

Nedir?
Şu anda hissettiğim (ne zaman biteceğini de bilemediğim) duygu mu?
Boşluk?
Lüzumsuzluk?
Aşk mı sevgi mi?

16 Mayıs 2006

Çook yorgunum

Dün nöbetçiydim. Gece 12'de bir ameliyat, derken bir özel hastaneden yoğunbakımda yer yok dememize rağmen çok kötü durumda bir hasta gönderdiler (inşallah toparlar, durumu pek iyi değildi ben çıkarken) ve 3 civarlarında da riskli bir doğum. Bu üçüncüsünde ne olur ne olmaz diye ben doğurtayım dedim, bebeğin suyu fazlaydı ve ben ve diğer iki kişi bebeğin suyu ve kanla adeta iç çamaşırımıza kadar yıkandık (yeni aldığım sabolarım da arada kaynadı). O kadar çok ıslandım ki, hemen duş almak için gittim, hazırlandım, duş jelini elime aldım, sürpriz: Asistan odasında sıcak su bozuk! Gece saat 3, ben iliklerime kadar kan ve amnios suyu olmuşum, sağlık bakanlığının tasarruf tedbirleri gereği hastanede kaloriferler yanmıyor, ben de dona dona soğuk suyla aldım duşumu. Ama uzun zamandır bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum, ayaklarım morardı adeta.

Sonra da bugün mesai bitimine kadar çalışmaya devam ettim.
Bir de hastalar güleryüz göstermedik diye söylenir. Benim gözümü açık tutacak halim yok, hangi güleryüz?
Allahtan bugün gündüz sakin geçti de daha fazla tükenmeden eve gelebildim.

15 Mayıs 2006

Ben ve anneler günü

Annem bana anneler günü hediyesi almış. Sanırım içimdeki burukluğu anne şefkatiyle doldurmaya çalıştı. Oysa ben anne değilim ki (olamıyorum ki:( ) Ben de sanırım biraz sert çıktım. O da beni yumuşatmak için evli kadınların anne adayı olduklarından dolayı hediyeyi hakettiklerini söyledi. Ama ben yeni evlki değilim ki! Dört yıldır neden hediye almıyordu da bu yıl aldı? Çünkü bu yıl çocuğumun olmayacağı ortaya çıktı da ondan.
Canım annecim seni çok seviyorum, inşallah senin gibi bir anne olabilirim.

13 Mayıs 2006

Hicbirsey

Bugün yazacak hiçbirşeyim yok.
Yine boşluk duygusuyla doldum.
Dolu muyum boş muyum?
Şu anda hastanede nöbetçiyim.

11 Mayıs 2006

İnsan köpeği ölünce ne hissetmeli?

Üzülmemeli mi? Kalbi sıkışmamalı mı?
Sabah uyanınca, çok kötü bir his var içimde, ne olmuştu diye düşünüp, aklına gelince ağlamamalı mı?
Hiç olmamış gibi mi davranmalı? İnkar mı etmeli? Düşünmemeye çalışıp, en son gördüğü sağlıklı haliyle mi hatırlamalı onu?
O köpek hayatının üçte birinde onu karşılıksız en çok seven kişi / şeylerden biri de olsa altı üstü bir köpek mi?
Köpekler ölünce çok üzünülmemesi gereken canlılar mı? Hastalar öldüğünde de üzülüyor ama köpeği ölünce daha çok üzülüyor,içi ağlıyor diye insan suçluluk mu duymalı?
Yoksa ben boşuna mı bütün gece rüyamda ölmediğini gördüm ve sabah sabah boşuna mı ağlıyorum?
Kaçmak daha mı kolay?
İnsan köpeği ölünce ne hissetmeli?

10 Mayıs 2006

eva ile ayni anda

Çilekli pastamın bir resmi var mı ki koysam buraya derken, Eva da aynı şeyi demiş.
İşte şöyle birşey oldu pasta:


Eh benim gibi mutfakla hiç aşk yaşamamış biri için hiç fena görünmüyor, değil mi?
Gerçi bu çileklerin güzelliğinden ama neyse :)


8 Mayıs 2006

Çilekli kalpli yerine başka bir pasta yaptım

Ceren'in doğumgünü için çilekli kalpli pasta yapmak istemiştim. Ama Malatya'da tefalde kalpli kalıp bulamadıkm. Ben de hazır pasta altı kalpli kek buldum onun yerine (gerçi tadından emn olamadım ama en azından kalpliydi). Sonra bir açtık ki küflü çıktı. Ben de bari yuvarlak çilekli pasta yapayım dedim. Ama çileklerimin yarısını ben görmeden bizim koca bebekler yemişler. Kocacım da kivi ve muz almış. Ben de iki katın arasına bunları koydum. Üstüne de çilekleri.
Beyaz kremanın üzerinde çilekler o kadar çekici görünüyordu ki pasta çok tutuldu. Hatta gerçek doğumgünü pastasından istemeyip bundan isteyen bile oldu.
Sonuçta karışık meyveli pasta oldu ama neyse.

6 Mayıs 2006

Iyi ki dogdun Ceren


Ceren'in yasgunu geldi.
Ben onun teyzesiyim (cunku yenge olmayi sevmedim, e teyzesi de yoktu ben de bu unvani sahiplendim..

Simdi siz Bogaz da kahvalti yapmaya gideceksiniz, ben de Ceronimo!nun 2. yasgunu partisi icin Malatya'ya gidiyorum kocisimle..

E hadi bize musaade.

2 Mayıs 2006

Beş kilo fazla

Kilo vermeliyim!!!
On yıldır veremediğim beş kilo fazlamı bir ayda vermeme yardım edecek bir formülü olan var mııııı

28 Nisan 2006

Adrenalin ne renk?

Adrenalin ne renktir acaba?
Bugün arkamdan hızla gelen araba yüzünden yapmama ramak kalan kazayı düşünürken bana kırmızı gibi geldi.
Ben tekrar meditasyona başladım.
Adrenaline değil sükunete ihtiyacım var.
İçimdeki sessizliği dinlemek için kendime vakit ayırmalıyım.
Dayanamıyorum artık.
Sessizlik.
Sussun herkes.
Ben de gidip denizin ve suyun sesini dinlemek istiyorum.

27 Nisan 2006

Bugün.


bugün kendime bir gömlek aldım
sevdiğim birine de bir gömlek aldım
kocamı işten aldım
anneme kocaman yeşil bardaklar aldım
Ceren'in yaşgünü için Malatya'ya gitme kararı aldım(k)
birinden olumsuz bir eleştiri aldım (ama haklıydı kızmadım)
iş yaptığım ajanstan teşekkür maili aldım (çok sevindim)
daha önce yaptığım bir işin parasını aldım
kabalcıdan güzel paket kağıtları aldım
gömleğin koluna dikmek için 120 cm fisto benzeri bişey aldım
varis çorabı aldım
arabama benzin almam gerek (nerden aklıma geldi ki)
kocamın arkadaşlarını ayakkabı ile içeri aldım (bir seferlik! temizlik var nasılsa diye)
işte bu da ceren:

23 Nisan 2006

Bir Anna'cık geldi geçti

Bu çocuğa bayılmamak elde mi?
(Bebişle Begüş)
Ne yazık ki çevresinde esmer kimse olmadığı için benden çok korktu başlarda. Ama annem ve kardeşimle tanışınca tüm şirinliğini ortaya döktü.

Bu arada, daha anne diyemiyor ama kedi diyor!! ki - di ki - di derken insanın ısırıp yiyesi geliyor!
Tabii anne diyememesinin de nedeni var. Hem Türkçe hem Almanca öğretiyorlar ona ve anne ile kendi adı olan Anna'yı karıştırıyor. Bu nedenle Mama diyor annesine.

Gerçi sonucu önceden söylemiştim ama..

Kaldığım yerden devam: Transfer sezonu açıldığında, yani embriyoların uygun olduğu haberi geldiğinde, hastaneye gittik. Bu kez anestezi olmadan, uzun bir kanül ile iki embriyoyu rahim içine yerleştirdiler.
Üç gün yatak istirahati (kulaağ hış gelse de çok sıkıcıydı) eşliğinde, biraz da eğlenerek ve moralmizi bozmamaya çalışarak bekledik. İkizlerimize İsmet ve Kısmet isimlerini koyduk. Çünkü durumu bilen herkes eh, kısmet bakalım diyordu. Doğruydu bu, o halde isimlerden biri kısmet olacaktı :)
İkizlerin aramıza karışmayı uygun görmediği haberi bir hafta kadar erken geldi. Üzüldük tabii, ama buzdolabında daha 10 adet dondurulmuş bebiş vardı, bu da bir sonraki denemede iğnelere ve o zorlu işlemlere gerek olmayacağı anlamına geliyordu.
Overlerin küçülmesi için bir ay bekledikten sonra, iğne olmadan sadece ağızdan bazı ilaçlarla yeni transfer sezonunu beklemeye başladık.
Uygun gün geldiğinde 10 tane bebişten 7'si hayatta kaldı ve İsmet, Kısmet, Nasip ve Songül adındakiler transfer edildi.
Ama ühüüü ühüüü onlar da tutmadııııı :(
Şimdi üç ay bekledikten sonra en başa döneceğiz. İğneler, yumurta toplama, transfer ve bence tüm bunların en zoru o bekleyiş dönemi.

20 Nisan 2006

Tutmadı ne yapalım

Bu sefer kesin negatif. İnsan inanmak istemiyor nedense!
Tutmadı bu tüp işi bizde.
Maceralarımın devamını bile anlatamadan sonucu belli oldu.
Neyse yine anlatırım ben.

Bugün

Bugün beta-hcg günüm.
Acaba akşama belli olacak olan haber ne olacak?
Donmuş tüp bebeklerimden biri ya da birkaçı hala oralarda biryerde yaşıyor mu? içimde biryerlerde?

16 Nisan 2006

Negatif

Gebelik testi yaptim.
Negatif cikti.

Tup bebek maceralarim - devam

Yumurta toplamada kalmistik..
Gece 12de son igneyi de yaptirdik (bu sonuncusunun saati cok onemli, dakiki sasmamali). Sabah erkenden toplasip hastaneye gittik. Kardesim de geldi, zaten o donem bir hafta bizde kaldi bana bakmak icin. Agrilarim coktu cunku (overlerin buyumesine bagli). Anestezi alacagim icin ac olarak gittik. Yumurta toplama islemi en kolay asamaydi cunku ben uyuyordum :) Anestezi sayesinde hicbirsey hissetmedim. Basarili gecmis, normalde beklenenden 3 - 4 kat fazla yumurtu cikmis. Bu iyi haberle beraber, yumurtu ve spermlerimizi bebecikliri olusturmalari icin tuplerin icinde birakip eve donduk. Birkac gun icinde tranfer icin haber vereceklerini soylediler.
Ben bu ara rapor alip evde istirahat ettim, yataktan cikmadan dokuz gun.
Dort gun sonra embriyolarin cok iyi kalite oldugu ve transfere hazir olduklari haberi geldi.. Hatta o kadarn fazlalardi ki bir kismini dondurmuslardi. Sevindik tabiii.
Transferi de ayrica anlatacagim.

12 Nisan 2006

Ne yazacağımı bilmeden yazmaya başlamayalı çok olmuştu. Uzun uzun cümleler var aklımda ama kalemime yansımadan yok oluyorlar.
Kimsenin okumak istemeyeceği sıkıcı şeyler yazmak da hoşuma gitmiyor ama ne yapalım, sıkıcı biri oldum çıktım ve son günlerde hayatım da böyle işte.
Bari tüp bebek nasıl yapılır onu anlatayım, belki merak edenler faydalanır.
(Bunları doktor değil hasta olarak anlatacağım).
Taa başına dönelim. İlkin, neden çocuğumuz olmadığı araştırıldı. İlaçlı rahim filmi, hormon tahlilleri, eşimin sperm analizi, muayenei ultrasonlar.. Defalarca süren ultrasonla yumurta takibi ve aşılama deneyimleri bizde başarılı olmadı. Nihayet tüp bebek gerektiği gerçeğine alışmaya başladık. Ee, yaş kemale erdi, aşılama da tutmuyor, ne yapalım giriştik işe.

İşin gerçeği, bu uzun ve yorucu bir tedavi ve yükün büyük kısmını kadın taşıyor. İlk siklusta yaklaşık 75 iğne yedim :(
Önce, adetin ikinci günü kist vs olmasın diye bir kontrol ultrasonu. Bu arada, tüm bu bahsedeceğim şeyler eşlerin kadın tarafıyla alakalı. Erkeğe sıra gelince belirteceğim.
Kist falan olmadığı tespit edilirse günde bir kez yapılan ve 45 gün kadar süren bir iğneye başlanıyor. İnsülin iğnesi gibi bir kalemle ve kendi kendine yapıyorsun. Başlarda kolay geliyor ama gitgide insanın kendine iğne batırması güçleşiyor (çok şükür ki diyabetik değilim). Arada bir kez adet görüyorsun, iğnelere devam. Sonra yumurtalar gitgide büyüyor, iğneler sabah ve akşam olmak üzere 2'ye çıkıyor. Yumurtalıklar olması gerekenin yaklaşık 10 katı olunca, ağrılar da başlıyor. Aynı adet sancısı gibi.. Aslında yaklaşık 15 - 20 minik kistin var olmasına bağlı bir ağrı bu....
Yumurta toplama işleminden devam ederim sonra.

10 Nisan 2006

Sersemlik hissi ve progesteron

Progesteron etkisi olayını biraz abarttım zira normalin üç katı dozda ilaç olarak alıyorum bu hormonu. Eskiden hormonlarımı daha çok severdim ama tanıdıkça ve kötü yanlarını yaşadıkça pek emin olamıyorum.
Mesela progesteron gebeliği koruyan devamını sağlayan hormon. Aşırı yükseldiğinde premenstrüel sendromun da ta kendisiymiş! Gerginlik, sinirlilik, huzursuzluk, hatta öfke. Bir sersemlik hissi, baş dönmesi, dozu arttıkça ayakta duramıyorsun adeta.
Ama tüp tutsun, bebekler(den bazıları en azından) dursun diye de progesteronumla iyi geçinmek zorundayım.
Bu arada sevgilim de bugün ameliyat olacak ama ben yanında gidemiyorum çünkü iki seksen yatma günleriminin sonuncusunun içindeyim hala.
Yat bakalım. Yata yata büyüyeceğiz nitekim.

5 Nisan 2006

Bizim transfer sezonu bu cumartesi sabahı inşallah. Buzluktaki bebek namzetlerini alip icime besleyip büyüteceğim. Umarım tutunur kayıp gitmezler yine, geçen sefer İsmet ve Kısmet fazla oturmayıp erkenden gitmişlerdi :(
Ne kadar garip geliyor kulağa. Ne enteresen şeyler bunlar. Başıma geleceği hiç aklıma gelmezdi. Ne demişler, aklıma gelmeyen başıma geldi.
Kocama da kırıldım. İspanya İtalya derken, neredeyse yazı evde geçirelim diyecek. Şuraya gidelim buraya gidelim dediğimde "bilmediği yerlere gitmek istemiyormuş". Bugünlerde acayip stresli, pazartesi ameliyat olacak ondan mı, cumartesinin stresi mi, annesi babası geliyor, haftaya Taschi'ler (Anna'nın annesi) geliyor, tüm bunların birleşik stresi mi? Hepsi üst üste geldi. Umarım hepsi iyi geçer.

1 Nisan 2006

Hastanedeyim

Buradaki bilgisayardan yazıyorum. Kendi bilgisayarımı açıcam birazdan ama nete bağlanamam. Bütün ayarlar karışıyor hastanenin bağlantısını kullanınca.
Aslında nöbet çok iyi geçiyor, şükür. Yine de eve gidince çok yorgun hissediyor insan, bir sersemlik, uykululuk oluyor üstünde. Sanırım psikolojik yanı ağır basıyor yorgunluğun. Ama gene de gündüz çalışıp gece hiç hasta gelmememesi en iyisi. Çünkü bütün gün oturunca genelde gece sabaha kadar çalışıyoruz. Murphy yasaları sonuna kadar geçerli yani.
Bugğn sadece iki ameliyat dışında hemen hemen hiçbirşey yapmadım.
Aslında biraz sevgilime çattım, ne bileyim işte, nöbette olmanın psikolojisi herhalde..
Aslında hayatta en çok evimde onun yanında uyuduğum anları seviyorum.

31 Mart 2006

Progesteron etkisi geçti

şimdi sıra östrojen etkisinde. Alabildiğine mutlu, birçok projem var ve hepsi için de enerjim varmış gibi sanki.. Herşeyi başarabilirmişim gibi geliyor, öyle olduğundan değil tabii.. hormonlardan. sivilcelerime bakarak hormon profilimi takip edebiliyorum :)
Anna bebek ve anası babası geliyorlar, yaklaşık iki hata sonra. Siparişlerimi verdim, bir de mavi gözlü sarışın bebek istedim mümkünse dedim.
"Getiriyorum ama geri götüreceğim" dedi. Güldüm.
Bakalım bebekle anlaşabilecek miyiz? Artık bir yaşında olacak geldiğinde, hangi dili konuşacak?
Dün Begüş bize geldi, yemek yaptı, bulaşıkları yıkadı. Canım benim. Bitanelerim (iki taneler bitanelerim. Bi de Dafi var).

26 Mart 2006

mutsuzluk kanımdan çekilmiyor bir türlü

Biliyorum, taşıp taşıp en sonunda yatağını bulacak, sakinleşecek yeniden, akıp gidecek kolayca.. Ama ne zaman? Durup duramıyorum yerimde, kendime laf geçiremiyorum, dinletemiyorum bildiğim gerçekleri. Oysa başkası olsa ne güzel teselli ederdim.
İlkgençliğimde (18 miydim 19 mu) birkaç kez daha böyle olduğumu hatırlıyorum. Oysa şimdiye kadar yaşadığım tüm günlerin üçte biri daha eklendi üzerine, değişen birşey olmadı.
Bu kendimi sevmeme, dertlerime derman olamama durumları ne kadar daha beni esir alacak bilmiyorum.

25 Mart 2006

Gülünce gözleri kaybolan çocuk ve progesteron etkisi

Gülünce gözleri kaybolanların hep daha içten güldüğünü düşünmüşümdür. Anna da gülünce gözleri kayboluyor. Çok güzel. Çok çocuk.
Aynı annesine benzeyecek büyüyünce.


Oysa ben son günlerde oldukça mutsuzum.
Gitgide daha sıkıcı biri olduğumu hissediyorum. Ben bir başkası olsaydım benimle arkadaş olmayı istemezdim sanırım. Hiç çekici bir yanım yok.. Mesela, komik değilim.. Güzel değilim (hatta bu son noktaya iyice taktım son günlerde, yüzümün her yanında sivilceler çıktıkça). Mutlu değilim ki çevremdekilere de mutluluk vereyim. Gülünce gözlerim kaybolmuyor. İyice bakımsız biri oldum çıktım. Makyaj yapmıyorum, içimden gelmiyor. Giyim kuşamıma dikkat etmiyorum. Saçlarımı boyamalıyım. Daha fazla hareket edip hantallıktan kurtulmalıyım.
Becerikli değilim mesela. Yemek yapamıyorum. Ev işi yapmayı sevmiyorum.

Anne bile olamıyorum.
Yetenekli değilim. Hiçbir şeyi çok iyi yapamam. Yaratıcı değilim (belki de en çok bunu isterdim).

Bu günlüğe yazdıklarımı bile okumak istemiyorum, hele ki başkaları neden okusun..
İnsan bazı zamanlarda daha çok böyle hissediyor sanırım.
Ben bugünlerde daha çok mutsuzum.
Sanırım bu da progesteron etkisi.

24 Mart 2006

Koşubandı, ilk eşler kulübü

Bir nöbet eresi günüm daha.. Eve geldim, koşubandına binip bir kitap okudum (aslında aptal sarışın bir kitap: İlk Eşler Kulübü. Önerir miyim? Hayır. Aslında ben de koşarken okumak için eskiciden aldım, çerez gibi yani.) Sonra duş aldım, kayınvalidemin gönderdiği güzide gıdaları dondurucuya yerleştirdim.. Artık sarma mı desem, içli köfte mi, börek mi, gözleme mi... Demesem mi? Birçoğunu dondurdum, uzak gelecekte yemek için.
Şimdi de gözlerimden uyku aka aka çeviri yapmaya çalışacağım. Aslında o kadar çok var ki, ne kadar yapsam da bitmez. Bir de kocamın Pembe Panter'in DVD'sini izleme önerisi var tabii. Ama bu güzel yağmurlu cuma akşamında bu iki farklı yönlerden cazip plan (yanaşma yanaşma fenomeni diye birşey mi vardı neydi?) uykuya yenik düşecek gibi geliyor bana.
Neyse.. Bahar geliyor. Herşey ne kadar da kötü olsa havalar iyi olacak en azından.
Bu arada bizim tüp işi mayısa kaldı, söylemiş miydim, bekle bekle yaz geldi lafı doğru çıktı.

21 Mart 2006

Hasta olmak ne fena

İnsanın hasta olması ne fena.. Ayrıca ben bu sene neden ikide birde hasta oluyorum? Psikolojik mi acaba? Of ne çok soru sordum.
Sanırım moralim bozuk, ondan oldu bu seferki.
Benim donmuş ikizlerime kavuşma olayımın Nisan'dan Mayıs'a ertelenmesi gerekti, ona üzüldüm açıkçası...
Dün Ayçasan'ın arkadaşları geldi hastaneye, burada genç ve güzel insanlar görmek ne güzel oldu. Gerçi onların yanında kendimi ihtiyar bir geveze gibi hissetmedim değil :( Acaba onlar nasıl hissetti? :) Buradaki işimiz bitince onları Beşiktaş'ta otobüs durağına bıraktım. Yolda muz yedik, ben hastanede olan garip / ilginç / komik şeylerden bahsettim.
Genç olmayı unutmuşum. Niye ki? Aslında o kadar da yaşlı değilim.

18 Mart 2006

hastane

insanın tüm yaşamını işinin alması ne fena birşeymiş.. işteyken işteyim de evdeyken de aklım işte :( sabah nöbetten geldim, yattım, yemek yedim, duş aldım, daha bisürü şey yaptım ama ayaklarımın ağrısı geçmediiii :((
işte bizim hastane:


gelecek de ümitsiz ve karamsar, zorunlu hizmet yasası çıktı. evlerimizden alıp savuracaklar bizi doğuya. yani eğer zorunlu hizmet geleceğini bilseydim girmezdim uzmanlık sınavına..
bunun dışında gelecekte tüp bebek uzmanı olmak istiyorum, almanyada sertifika almak için orada geçireceğim altı ayın finansmanı olarak burs bulabilmek için bilimsel yayınım olması gerekiyor diye bilimsel çalışma yapmaya başlıyorum. inşallah başarabilirim :)
geleceğe dair ümitlerim, dualarım ve hayallerim:
bebekler
sorunlu hizmete gitmemek
tüp bebek uzmanı olmak
bu yaz viyanaya gitmek
ühü ühüüü yine aklıma geldi kocam gitmek istemiyor :((

işte viyana.....

14 Mart 2006

Viyana hayalleri

Nöbetten geldim, uykusuzluk artık benim en yakın arkadaşım zaten... Biraz koşu bandında yürüyüp sonra da uyudum. Şimdi de bilgisayarın başında çalışmam gerektiği için zorluyorum kendimi uyumamak için.

Aslında nette biraz gezip Viyana'da kalacak ucuz bir otel bulup sevgilimi Viyana'ya gitmeye ikna etmem lazım. Aslında zor bir iş, iki kişi olup tek kişinin hayal ve isteklerini gerçekleştirmeye çalışmak. Evlenmeden önce mesela Viyana'ya gidecek param olmazdı asla, şimdi ise sevgilimin tatil anlayışı paketinde yurtdışı yok.. Berlin hariç tabii ki... Berlin'e gidelim de, her şartta kabul eder. Mesela,
- Stuttgart'a arkadaşımı görmeye gidelim mi aşkım?
- Boşver ya...
- Önce Berlin'e gider oradan geçeriz...
- Olur tamam gidelim.
İşte böyle.. Yani hain planlarım dahilinde Viyana'ya Berlin üzerinden gitmek var.. İşe yarayabileceğini düşünüyorum :)

11 Mart 2006

Daldan dala bir şeyler, uykusuzluktan olacak o kadar

Nöbetten geldim. Gece dörtten sabah sekize kadar bölük pörçük uyuduğum için gözlerim kapanıyor. Birazdan yatıp sanırım bir on saat falan uyurum. Önce biraz yazayım dedim.

Dün gece ameliyatla iki bebiş doğurttum. Böyle
şeker böyle minik..


Birinin göbek adını Engin koyduk (ama bundan bebek ve ailesinin haberi yok :) ) Diğerine göbek adı koyamadık çünkü kordonu kesene kadar cinsiyetini görememiştim. Aslında hem kızlarda hem erkeklerde olabilen bir isim olabilirdi, mesela Umut, Utku, İlhan, vs..
Dün gece nöbetçi bir doktor beyin adı Nehir'di, ilk defa bir erkekte duydum, beğendim.

9 Mart 2006

Nilüfer umarım iyisindir


Bugün kötü bir gündü, kötü bir trafik kazasıyla başladı çünkü.. Durdum, indim.. Tanımadığım ama yakın bir arkadaşını arayıp senin kötü bir kaza geçirdiğini haber verdiğim Nilüfer.. Umarım iyisindir.
Tek okuyucum da sanırım beni terketmiş.. Oysa ki onu blog promosyonu olarak bir Gio bekliyordu ;)

8 Mart 2006

Bir okuyucum var

Buna çok şaşırdım.. bir okuyucum var.
Şimdi toplumsal sorumluluğum ortaya çıktı. Hemen bloguma bir çekidüzen vermeliyim. Dış görünüş, içerik falan.. Şu pembe renkten de kurtulmalıyım. Sonra günügününe yazmalıyım da.. Okuyucum hergün bakıp yeni birşeyler yazmadığımı görünce kızmasın sonra.

20 Şubat 2006

herşey kötü.. çilekli kalpli pasta iyi.

ölümle oyun oynanmıyor.
babamın metastazları büyüyor.
ikiz hayallerim (şimdilik) suya düştü
sevgilime hergün saçını ben nöbetçiyken kestir diye diye saçını uzattırdım
bir arkadaşımın son nöbeti bugün. ihtisası bitiyor. insanların çıkarları çatışırken iyi arkadaş olamayacağını düşündüğüm için onunla daha yakın olabilmek için bitirmesini dört gözle bekliyorum.. biraz bencillik olabilir..
ona kalpli çilekli pasta yaptım birazdan götüreceğiz hastaneye sevgilimle.
inşallah sevinir.

17 Şubat 2006

bebek meselesi

Bu bloga başlama amacım bebek sahibi olma yolunda yaşadıklarımı paylaşmaktı. Kimseye anlatamıyordum ya belki burada anlatıp rahatlardım. Artık herkes biliyor ama burada anlatmaya cesaret edemiyordum bir türlü. İşte söylüyorum: (Nasıl olsa kimse okumuyor) (Gerçi Midas'ın kulakları eşek kulakları ama..) Benim çocuğum olmadı. Üstelik tüp bebek de tutmadı.
Tutmadı işte. Tutmadı.
Üf ya. Ağlamaktan da yoruldum. E şimdi ne yapacağım?