Buyrun, ben

Buyrun, ben

29 Eylül 2009

Asıl p.zevenk sensin

Bu akşam yasak yerden U dönüşü yaparak bizi yeşil ışıkta bekleten, bir dahaki kırmızıya kalmamızı sağlayan,
arkada gitgide sabırsızlanan biri aç biri uykusuz iki bebeğim olduğundan "hadi madem yasak yerde döndün bari acele et" diye kornaya bastığım (ne yani biz sinirlenemez miyiz),
arabasından inen,
caddenin karşı tarafından bana "p.zevenk" diye bağıran hayvan.
Asıl p.zevenk sensin.
Senden ne köy olur ne kasaba. Ne adam olur ne hayvan.
Hıyar bile olmaz senden.
Hadi trafik kurallarını, işaretlerini bilmiyorsun diyelim. Hadi ehliyeti torpille aldın okuma yazman yok vs..
Hiç kimse p.zevenk gibi bir küfrün bağırılmaması gerektiğini, en azından kadınlarla böyle konuşulmayacağını öğretmedi mi?
Senin annen sana hiç terbiye dersi vermedi mi? (Bir de takım elbise giymişsin..)
Ne senden ne de senin yetiştirdiğin çocuklardan (kesin en az 5 tane vardır) bu ülkeye hayır gelmez anca hıyar gelir.
Metrekare başına daha az nüfusun düştüğü bir şehirde yaşasam karşıma senden daha az çıkma ihtimali var mı ki?
Sana kızmıyorum bak... o an da kızmadım.. korktum ama. Arabandan inip bana doğru yürürken, "kesin bu hıyarın silahı vardır, niyazi olucam değmeyecek de gittiğime bu p.zevenk için" diye düşündüm.. O an biber gazımı da bulamadım (vallahi korktum ya şaka değil, biber gazı almalıyım en kısa zamanda, kaybolmuş çünkü)..
Yoldan geçenler de benim gibi, hatalı döndüğün ve herkesi bekletip trafiği kilitlediğin için özür dileyeceğini sanarken, sen bana p.zevenk dedin. Bunu içime sindiremedim. Şu anki hissim bu.
İlk anda anlamadım bile. "Bana mı diyosun" dedim. Sen ağzından tükürükler saçarak -kuduz bir köpek gibi- "evet sana" dedin. Yanındaki, arabayı asıl süren hıyar bile sakinleştiremedi seni.
Kuduz köpek.
Sadece şunu diyebildim o an: "Sen ne biçim adamsın be, Allah cezanı versin.."
Yine söylüyorum, kızmadım. Kızıp da napıcam seni mi değiştiricem... Allah ıslah etsin seni.
de...
ben o küfürü içime sindiremedim.. Bari o.ospu deseydin güzel kardeşim benim ne yanım p.zevenke benziyor

28 Eylül 2009

Yılın annesi: Caillou'nun annesi

Bugünlerde üçüncü bir çocuğum oldu: Caillou.. Önce onun sakin dünyasını keşfettik, akşamları izlemeye başladık.. Sonra sabahları da.. Sonra internetten.. Sonra DVD'sini aldık gece gündüz izliyoruz, oyunlarını oynuyoruz..

5 bölüm izleyip kapatılacağını bilsek de o DVD her takıldığında kıyamet kopuyor, bir tane daha diye (ben kesin kapatıyorum ama hanım ağlamakta ısrarlı)... Neden bizimkiler de Caillou gibi değil, hayır deyince ağlasa da sızlasa da onun olacağını anlamıyor?
Bu sorumun cevabını anlamak için Caillou'nun annesini izlemek yeterli. Kadının davranış paterni, benim sıklıkla Nazi disiplini dediğim ve övdüğüm, bazen uygulayabildiğim ama bazen de yapamadığım davranış biçimini yansıtıyor. (PARANTEZ İÇLERİ BENİM VE TÜRK ANNELERİNİN İÇ SESLERİ)
-Uyku meselesi en önemlisi bence.. Gece olur bebekler yatırılır, iyi geceler deyip odasından çıkılır.. Korkuları ve iç dünyasıyla yalnız kalsa da Caillou ve Rosie, olması gereken budur, kendileri de böyle eğitilmiştir ve hiç sorun olmamıştır. Fırtına çıkar, ışık yakılıp birşey olmaz Caillou bu sadece fırtına denip geri çıkılır. Çocuk kabus görür, bu sadece oyuncak yılan denip geri çıkılır ve saire. Hatta yıldırım düşer şimşek çakar korkan Rosie'yi abisi teselli eder (birşey olmaz Rosie bu sadece fırtına der ve çıkar odadan) (AMAN ALLAH'IM ÇOCUK KORKUYOR YA SORUNLU BİRİ OLURSA İÇ DÜNYASI BOZULURSA KABUS GÖRÜRSE DUR BEN ONU YATAĞIMA ALAYIM YANINDA YATAYIM YALNIZ BIRAKMAYAYIM)
-Nadir de olsa Caillou ağlar bağırır ben bu kadının ne çileden çıktığını gördüm ne sesini yükselttiğini, sakince hayır Caillou der ve o da tamam deyip susar (AH ZAVALLI YAVRUM AĞLIYOR NE İSTİYOR, AL YAVRUM AL YETERKİ SUS, TAMAM GİYİNME YETER Kİ SUS TAMAAAAAM YETER Kİ AĞLAMA). Caillou ve Rosie ne yaparlarsa yapsınlar annelerinin kararının değişmeyeceğini biliyor, anneleri de biraz ağlarlarsa dünyanın sonunun gelmediğini...
-(AH BEN İKİ ÇOCUKLA TEK BAŞIMA NE YAPARIM YA AYNI ANDA AĞLARLARSA AYNI ANDA ACIKIRLARSA BEN NAAAAPARRIIIIM).. Kadın çocukları oynarken eline bir kitap alıyor doğru kanepeye...
-Caillou ve Rosie hiçbir zaman arabada "öne oturucaaaam" ya da "araba koltuğuma oturmuycaammm" diye ağlamıyorlar. Hem de hiç. Çünkü B planları yok. Bir kez bile kucakta ya da önde gitmedikleri için böyle bir seçenekleri olduğunu bilmiyorlar bile.. Oysa biz, sırf emniyet kemerini bağlamaya üşendiğimiz için, araba koltuğu olduğu halde kucağımızda götürürüz (ben dahil) ya da araba koltuğu disiplini oluşmadan iki vıkvık ağladı diye kucağa alırız..
ALT BÖLÜM: Araba koltuğunda seyahat
Ben Damla'da bu hatayı çok yaptım. Araba koltuğunda ağlıyor diye kucağıma aldım, kucağımda emzirdim hatta. Taa ki, Nazi disiplini kavramımın en iyi uygulayıcısı olan en yakın arkadaşımı ziyarete Almanya'ya gidene kadar. Damla 11 aylıktı ve mümkünü yok arabada koltuğunda oturmazdı. Taschi, "burada mecbur oturacak. Zaten yasak ceza yeriz" dedi. Damla için bir araba koltuğu ödünç almıştı. Hatta 2 araba koltuğu sığmıyor diye 4 büyük 2 bebek heryere 2 araba gittik... Evleri köyde olup en yakın bakkala 30 km mesafedeydi ve bu nedenle Damla hergün en az 1 saat otura otura alıştı. Evet evet alıştı. Başlarda mızıklandı ama Almanya'dan döndüğümüzde tamamen alışmıştı. Şimdiki durum: Artık araba koltuğuna oturmadan hareket ettirmez, ben arabayı çalıştırdım diyelim, daha ben kemerimi bağlamadım diye uyarır. Yanında oturanlara da kemer taktırır. Araba koltuğu yoksa (taksi vs) normal kemerle bağlatır kendini. Tuna için de izlediğim yol şu, öncelikle arabayla gideceğim zamanları çocuğun uykusuna göre ayarlamaya çalışıyorum. Tracy'nin EASY sistemini uyguladığımızdan bunu kestirmek kolay oluyor. Uyanık olacağı saatlerde ya da acıkacağı zamanlarda, ya da trafiğin çok yoğunlaşıp yolun uzun süreceği anlarda yola çıkmamaya çalışıyorum. Mümkün mertebe kucakta götürmüyorum. Her zaman yanımıza emzik, müzikli oyuncak gibi oyalayacak şeyler alıyorum.
-Caillou bir bölümde okula gitmiycem evde oynuycam diye ağlıyordu (buraya kadar tanıdık). (AMAN ALLAH'IM NE YAPICAZ ŞİMDİ, AH CANIM YAVRUM DEMEK Kİ KENDİNİ DIŞLANMIŞ HİSSETTİ OKULA ATILDIĞINI SANIYOR ŞİMDİ DUYGUSAL HAYATI ZEDELENİCEK HAYAT BOYU OKULDAN VE BİZDEN NEFRET EDİCEK).. Caillou'nun annesi ne yaptı: o günlük babasına bırakıp işe gitti. Babası aldı Caillou'yu üşenmeden sokağa çıkarıp sabah sabah çalışmak zorunda olan kişilerle tanıştırdı (postacı, çöpçü, polis). Sonunda, anne ve baba da işe gitmek zorunda deyip çocuğu okula naşladı. Ne azar ne bağırma ne gözyaşı ne ağıt.
-(İKİMİZİN DE İŞİ VAR ÇOCUĞU KİME BIRAKICAZ ŞİMDİ, İKİ ÇOCUĞA BİRDEN KİMSE BAKAMAZ, BAKICIYI SEVMEZSE YA, BİZİ ÖZLERSE)..Caillou'nun annesi eve ilk kez gelen bakıcı-ablaya (öğrenci sanırım Julie) işte Julie bu Caillou ve bu da Rosie, hadi bize eyvallah, yıldönümümüz de yemeğe gidicez deyip çıktılar.. Gece boyunca çocuklar ah vah diye ağlamadan keyiflerine bakıp geç saatte döndüler. Yabancı biri nasıl uyutur bebekleri diye de endişelenmediler zira çocuklar zaten kendikendilerine uyumayı biliyordu.. Julie sadece masal okudu onlara... Aaaaah ah biz biryerde yanlış yapıyoruz ya nerde..
Sonuçta adamlar tabii üç dört çocuk yapıp hepsini de yanlarına alıp tatile yabancı ülkeye gelirler biz de tatil köyünde elimizde bir lokma çocuk peşinden koşarken onlara imrenerek bakarız.
Aslında disiplinden nefret eden biziz çocuklarımız değil.. Çocuklar disiplini sever. Öyleyse bir niye onlara disiplin uygulayıp mutlu olmuyoruz kuzum?
Yazacak çok şey var ama analiz etmekten sıkıldım. Yazdıkça kendime sinirlendim. Doğrusunun ne olduğunu bilip de uygulayamamak bana çok tanıdık geldi ve beni üzdü.
Evet Caillou ve Rosie son derece mutlu ve sağlıklı çocuklar çünkü anne ve babaları istikrarlı, kararlı ve sevgi dolu.. Çocuklarıyla kurdukları ilişki de sağlıklı, saygı dolu ve düzgün.
Bu yazıdan alınacak ders:
Yazının tamamı.

26 Eylül 2009

25 Eylül 2009

İlk ev ödevimiz...

Lütfen kayıtlara geçsin.




Benim değil annemin ve Aycoşun parmağının olduğu kayıtlara geçmeyebilir.
Not: Yapıştırma ve bağlamalar: Damla hanım tarafından.

24 Eylül 2009

Anaokulunun kapısında yere yatan benim çocuğum mu

Aman Allah'ım, bu anaokulunun kapısında yere yatan (gerçek anlamda, paspasa yatıyor) ve girmeyeceğim içeri diye ağlayan benim kızım mı? Hani minicikken okula başladığı günden beri güle oynaya giden, öğretmenlerinin bile nasıl bu kadar uyumlu diye şaşırdığı ve yaklaşık altı ay boyunca bir kez bile gitmem diye ağlamayan benim kızım mı?
Evet evet işte o
Yine yere yatıcak diye beni strese sokuyor, ne yapıcam ben şimdi? NOT: Ben yapım gereği çocuğumun şartları kontrolü altına almasına, olayların akışını -özellikle ağlayarak- yönlendirmesine ve accidental parenting'e (bkz Tracy) müsaade edemiyorum, böyle şeyler olduğunda basıyorlar beni, cinnet geçiriyorum. Bu nedenle, bu durum birkaç kez üstüste tekrarlanınca, Tracy'nin ruhunu çağırmak ve çözüm bulmak şart oldu. Hemen anaokulumuzun sahibesi ve Damla'nın ingilizce öğretmeni Deniz hanımla oturup konuştuk ve bir yol planı çizdik.

Tracy'nin ABC'si tüm dertlere deva. Bakın adım adım anlatıyorum..

A. Antecedent. Bu olaya ne sebep oldu?Önce Deniz hanım birkaç gün Damla'yı okulda yakın takibe aldı ve izledi. Geliş gidiş saatlerinde orada bulundu ve Damla'nın ağlama paternini gözledi. Derslerdeki durumuna ve arkadaşları ile ilişkilerine dikkat etti (Acaba okuldaki birşeyden, birinden mi korktu ya da sıkıldı? Öğretmenleriye ya da arkadaşlarıyla ya da başka bir çalışanla kötü birşey mi oldu?)
Ben evdeki durumları inceledim, düşündüm (Tuna'nın varlığıyla bu olayın ilgisi ne kadar? Biz başka bir hata mı yaptık? Okuldan soğuduğu için mi gitmek istemiyor? Evde kalmak istemesinin başka bir nedeni olabilir mi? Okula gitmek istiyor ama bir sebepten dikkat çekmek istediği için mi böyle yapıyor? Aslında bu ağlamalar yansıma mı?
Ağlayarak istediğini elde edemeyeceğini bildiği halde neden böyle yapıyor?)

Damla'nın sınıf öğretmeniyle de konuştuk. Sonunda tüm bilgileri mini bir toplantıyla (anne, anneanne, öğretmen) ortaya döktük.
B: Behaviour: Sorun teşkil eden temel davranış "okula gitmeyeceğim" diye ağlama ve yere yatma.. Ama okuldaki varlığı ve davranışları sorunsuz. Derslere katılımı çok iyi. Arkadaşlarıyla arası iyi.. Olumsuz birşey yok.
Sadece ben onu götürdüğümde çok ağlıyor, babası götürünce (ki rutinde araba onda olduğu için sıklıkla o götürüyor) biraz mızıldanıyor ama çok ağlamıyor.. Bebekler rutini sever, değişikliğe tepki veriyor olabilir.

Tuna ile çok fazla ilgili görünmüyor, o okula giderken genelde uyuyor oluyor.. Kıskanıyor ama yapısı gereği çok da belli etmiyor, bilinçaltında bu da neden olabilir ama o kadar derin görünmüyor olayın nedeni.
Deniz hanımın bana çekinerek söylediği ama benim de farkettiğim gerçek neden: Benim, kardeşi olunca kırılmasın, üzülmesin, çok da etkilenmesin, ah canım kızım şeklinde Damla'yı fazla ŞIMARTTIĞIM.. Çok yumuşak davrandığım (çocuklar bunu farketmekte ve kullanmakta bir numara) ve Damla'nın otorite ve disiplin boşluğunu hemen farkedip şansını denediği (anneye kapris yapmak, anneye şımarmak, bunlar genel sorunlar sanırım özellikle çalışan annelerde)

C: Conclusion: Önce bizden mümkünse her zaman okula aynı kişinin bırakması istendi. Bu mümkün değildi. O zaman benim şöyle bir kendime bakmam, kızım okula girmeyeceğim diye ağladığında onu kucağıma alıp konuşmaya çalışıp, ikna etmeyi denemem yerine, okula kesin olarak öyle veya böyle gidileceğini belirtmem ve Damla ağladığında hemen ağlamaklı olmak yerine kararlı olup onu öğretmenlerine teslim edip gerekirse ağlayarak bırakıp eve dönmem istendi.
Sonuç.
Hala bazen ağlıyor. Hatta evden çıkmadan başladığı oluyor ben bugün gitmiycem diye. Babası bırakınca da kapıya yatabiliyor girmiycem diye. Kelimeleri uzata uzata şımarık şımarık ağlıyor, en gıcık olduğum da şu: Birden elimden kayıp bacaklarını iki yana açıp kollarını havaya kaldırıp cırrt diye kayıp yere atıyor kendini. Bunda çok başarılı. Sokakta da yaptığı oluyor.
Ama tersine, bazen de okuldan eve gitmiycem diye ağlıyor. Öğretmenleri onu sınıftan çıkarıp getiremiyorlar bana.
Bununla beraber okulda mutlu görünüyor, keyfi yerinde. Biz de okulumuzdan memnunuz, çocuklarımızı kendi çocukları gibi benimsiyorlar.. Hatta ev ödevi bile veriyorlar okuldan :) (yünden bez bebek tarifi vermişler, bunu Damla'yla yapın diye :))
En azından artık biliyorum ki, Damla mutsuz olduğu için ağlamıyor. Büyüyor ve şansını deniyor. Biz de büyüyoruz, biz de deniyoruz.. Deneme yanılmayla, bebeklerimizle beraber olgunlaşıyor, kendimizce doğru yolu bulmaya çalışıyoruz. Ben de o ağlayınca hırpalanmıyorum, ah zavallı yavrum istemiyor onu zorla mı gönderiyorum diye vicdan yapmıyorum. Şimdilik, haftada üç yarım günden dört yarım güne geçmeyi ekim başı ya da ortasına erteledik. Ben işe başlayınca Aralık'ta 5 güne geçecek..

Yanlış yok bu yolda.. Herkesin kendi doğrusu var.
Bu da bizim doğrumuz.

RESİM: Netten Caillou'yu izleyen Damla.. (Beş dakika sonrası Chucky olabilir, dikkatli olun)


RESİM: Boyuna bakmadan bu olaylara neden olan (en azından önemli bir katkısı olan) küçük adam.

23 Eylül 2009

Blogspota ne oldu

Beni bloğumdan soğuttu

15 Eylül 2009

Süpermen

Süperim ama yine de ağlarım.

Meditasyon ne işe yarar

Üniversitenin 5. senesinde büyük bir boşluğa düşmüştüm. Yapmak istediğim şeyleri yapamıyor, güç bulamıyor, hiçbirşeyden zevk almıyor, hayatı yaşıyor olmak için yaşıyordum. Bir türlü silkinip kalkamıyordum. İtici gücüm yoktu, enerji kaynaklarım tükenmişti, zevk almaktan geçmiş, mana arıyordum sadece ama onu da bulamıyordum.
Anlamsız geliyordu herşey, yemek yemek, spor yapmak bile beni teselli etmiyordu. Okumuyor, çalışmıyor, gülmüyor, kendim için hiçbirşey yapmıyordum.
Depresyonda mıydım? Bunu öğrenmek için bir psikiyatrist abime gittim. Sen şimdi benim hastam olursan kendini hasta sanırsın ve hiç kurtulamazsın bu hastayım ben fikrinden bu nedenle seni kabul edemem dedi.
Oysa hayatının baharında :) 22 yaşında bir çıtırın bu kadar mutsuz ve memnuniyetsiz olması ne acıydı!
Psikiyatrist abim de oğlak burcuydu. Beni anlamış ama yardım etmeyi -kendince haklı nedenlerle- kabul etmemişti. Buna karşın beni desteklemişti, sen sıyrılıp çıkabilirsin bundan, diye.
Evet sıyrılıp çıkabilirdim. Hayata geri dönebilirdim, bunu yapacak güç benim içimde biryerlerde vardı ama sıkışıp kalmıştı.. O gücü ele alıp kullanamıyor, kendime bir çıkış noktası bulamıyordum güneşe ışığa ulaşmak için.
Sürekli kafamda, o güç bende var var biliyorum ama ne yapmalıyım? Toparlanıp kalkacak enerji kendi içimde saklı bunu nasıl ortaya çıkarabilirim diye sorup duruyordum..
Bir gün üniversite medikososyalinde dişçim olan Yusuf Bey'e (kulakları çınlasın) siz nasıl bu kadr pozitifsiniz sürekli, şu hayatın neresinden bu kadar zevk alıyorsunuz bla bla bla.... konuşması yaptım.
Meditasyon yapıyorum dedi.
Doiiiiinnnnkkkkkkkkk
sesi duydum içimden...... Aradığım şey bu muydu?
Nasıl dedim, transandantal meditasyon dedi. Çok tuhaf geldi, gözümün önünde hemen beyaz kumaşlara bürünmüş Hindu tipler, Budist eylemler, oturmuş ohhhhmmm diye bağıran ve parmaklarını birleştirip ellerini yukarı kaldıran garip kişiler geldi. Yok aman kalsın dedim kendi kendime.
Sonra bu meditasyon fikri kafamda oturdu, internet o zaman olmadığından, araştırmak için gittim transandantal meditasyon (kısaca TM) diye bir kitap aldım. Okudum, anladım. Bu olabilir diye düşünmeye başladım. Sonra TM'nin Adana'daki kursunun tanıtım seminerine gittim. Aklıma yattı, ama katılım ücreti biraz fazla geldi (sanırım hala pahalı bir eğitim). Ama kararımı vermiştim, para biriktirip bir hafta süren kursa katıldım.
Kapıyı Hindular değil, üroloji uzmanı olan bir tıp doktoru olan eğitmen açtı. Bambaşka bir dünyanın da kapılarını açtı bana.... Aslında TM bir yaşam biçimi değişikliği.. Başladıktan sonra bana neler oldu, toparlandım, ayağa kalktım. Düzeldim, normale döndüm.
İçimdeki karamsarlık aktı gitti zamanla...
Altı ayda bambaşka biri olacaksın demişti öğretmenim, oldum. Sararmış bir mendil yıkandıkça arınıp beyazlar, her yıkamada biraz daha beyazlar demişti.. Her TM sonrası biraz daha beyazladım... biraz daha sadeleştim. Fazla kilolarımı verdim (sigarayı da bırakıyormuşsun öyle diyorlar, artık istemiyormuşsun).. Yeme obsesyonum vardı o dönemde, ondan kurtuldum. Derslerim yoluna girdi. Mutsuzluğum yerini berrak bir zihne bıraktı, düşünebilme kabiliyetime tekrar kavuştum.
O dönemde düşünebilmek bile uzak bir ihtimaldi benim için TM öncesi.
Bu TM nedir nasıl yapılır bilgisi internette iki tık mesafesinde. Özetle:
"... rahatça oturup, gözler kapali, sabah ve aksam 15-20 dakika uygulanan, basit ve dogal bir zihinsel işlemdir. ... Transandantal Meditasyon'un ögrenilmesi kolay, uygulanmasi çabasizdir. ... hiçbir çaba veya konsantrasyon gerektirmedigi gibi herhangi bir özel inanç, davranış veya hayat tarzı değişikliğine de ihtiyaç duyulmamaktadır. Her yaştan, kültürden, dinden ve eğitim düzeyinden insanlar uygulamaktadır. Transandantal Meditasyon tekniğinin uygulanması sırasında kişinin zihin faaliyeti durulmakta ve kendine özgü sakin bir uyanıklık durumu olan Transandantal Bilinç deneyimlenmektedir... Zihin duruldukça beden, birikmiş streslerin atıldığı tüm sinir sisteminin yeniden canlandığı özel bir derin dinlenme durumu kazanmaktadır"
Bu bir felsefe ve yaşam biçimi.. Tüm birimlerine katıldığımı ve uyguladığımı ve bu yıllar boyunca devam edebildiğimi söyleyemem ama, geçmişte faydasını gördüm.
Yine başladım (? devam edebilecek miyim?). Umarım yine faydasını göreceğim.
Ha en önemli not, her tür meditasyon ya da yoga için geçerli olduğuna eminim: 20 dk.lık bir seans sonrası insan 2 saat gündüz uyumuş gibi fiziksel olarak dinlenmiş hissediyor. Bu cümlenin de altına imzasını atmayan gelsin karşıma.

13 Eylül 2009

Amerikalı?

Bugün Richard aradı.. Dedi ki, Amerika'ya taşınmayı düşünüyormuşsunuz eşinizle siz..
Pardon önce "do you understand me?" dedi. E tabi ÜDS'den 93 almış olabilirim ama konuşmam sanırım anca Cin Ali düzeyinde geldi adamcağıza...
Dedi ki, siz şimdi bu green card çekilişine katılmak için form doldurmuşsunuz ama tamamlamamışsınız, niye dedi.
Diyemedim ki, ben zaten yahoo'da ilan görüp laf olsun diye doldurmuştum o formu (ha, laf olsun diye ne diye tüm bilgilerimi ve ev telefonumu doğru olarak verdiysem! :)) kocacım boşver ne işimiz var Amerika'da dedi diye, para ödeme kısmına gelince kapattım sayfayı, hem ne bileyim yarım da kalsa tüm formların kayda alınıp bu Richard'a gittiğini, ben de "bebeğimiz var 3 aylık" dedim. "E olsun, çıkarsa 2 yıl içinde gelebilirsiniz" dedi. Ben de kocam izin vermiyor dedim. E Türküz ya, kocamın sözü kanun sanır Richard ısrarından vazgeçer sandım.
Mail atmış.
İllaki gel çekilişe katıl Amerikalı ol diyor.
En komiği de, hakkaten o formu laf olsun diye, öylesine bişey sanıp doldurmuştum. Telefon çalıp da bir adam İngilizce konuşunca nasıl duruma intibak edip hemen sanki bu telefonu bekliyormuşum gibi davrandım o da ayrı bişey.

11 Eylül 2009

Dışı seni yakar içi beni

Ah gözümün nuru cancağızım...
Bi anlayabilsem seni... Bir çözebilsem ne demek istediğini!
Bazen yatağına yatırıyorum on dakikada uyuyorsun, annecim iyi geceler deyip.. Bazen iki saatte uyumuyorsun, hem babana hem bana sinir krizi geçirtip.. Sebebi olmayan ağlamalar.. bağırmalar.. Çığlık çığlığa hepimize sabır imtihanı yaptırmalar.
Ah be güzel kızım, insanın sabır eşiğinin yüksek olması için dinlenmiş olması ve saatin gecenin birbuçuğu olmaması daha uygun annecim.
Gel anlaşalım. Bir gece önce iyi uyuduğum gecelerde yap sen şunu, hem de daha erken gir sinir krizine de.. sonra bize de biraz vakit kalsın. Yoksa böyle sinirleri bozulmuş, senin çıkardığın gürültüden harap bitap olmuş şekilde -ve yine hiç dinlenemeden - biten günler birbiri ardına eklendikçe fena oluyoruz biz.
Ne ders çalışabiliyoruz ne iki kelime edebiliyoruz. Ben düşünüp duruyorum kukumav kuşu gibi biryerde hata mı yapıyorum diye. Hata da yok ki.. Sebebi de yok.. Eh biraz iki yaş sendromu biraz kardeşim geldi hoşgeldi sendromu. Olan bize oluyor.. Sen sabah güvercini gibi şen şakrak uyanıyorsun yine :)
Bir dahaki sefere farklı davranıcam, daha sabırlı olucam, kızmadan geçmesini bekliycem diyorum, ama öyle yorgun uykusuz ve hazırlıksız yakalıyorsun ve o kadar uzun sürüyor ki ağlaman...
Aaah ah gel üç yaşımız diye gün sayıyorum...
Ah be canım yavrum seni ne çok seviyorum bilsen....

7 Eylül 2009

Biz bebekken at vardı da binmedik mi

Kızım hayvanları çok seviyor, at binmeyi de seviyor (şimdi yazarken düşündüm de, yoksa bana mı öyle geliyor? Aslında seven o değil de ben miyim?)
Bugüne dek farklı yerlerde, farklı midilliler bulduk onun için, binebileceği (Maslak Atlı Spor Kulübü, Carrefour bahçesi, Konya'da bir yer gibi).. Bunların tümü turistik ortamlar olup, atları tutan yönlendiren kişiler de sadece çocuğun düşmemesini sağlıyor başka da birşey yapmıyordu. Hele Carrefour'un bahçesindekiler Kızılderili atıymış zaten, direkt sirk gibi bir ortamdı, hiç beğenmedim.
Sonra anaokulunun yaz döneminde at binmeye başladılar. Bir "Apaçi"dir tutturdu benimki.. Okulda yaptıklarını hiç anlatmayan kızım Apaçi'den bahsediyor, anlatırken gözlerinin içi gülüyor..
E artık mecburen gittik bulduk Apaçi'yi. Tanıştık. Bu resimdeki fıstık olur kendisi:

Çalıştıran binicilik öğretmenimiz :) Yasin bey (kendisine bugün Serkan bey dedim, ayıp oldu galiba :))

Binicilik sporu için uygun yaş 6 imiş ama binicilik öğretmeni ve atla terapi uzmanı olan Yasin bey denge hareketleri, binicilik terimleri gibi minimini dersler veriyor aynı zamanda kızıma.

Henüz haftada birkaç tur, ama sevdik biz Apaçi'yi. Sanırım doğru yeri de bulduk (en azından bu kış düzenli gidebiliriz diye umuyorum) hem eve yakın hem de çok pahalı değil.

3 Eylül 2009

Şıpıdık terlikler

Ben malesef yetenekli bir insan değilim. Gördüğüm şeyleri bile taklit edemem, hele annem gibi kafamdan uydurup bazı şeyler yapmayı,mesela el işi, yemek, sanatsal şeyler -resim, dikiş, hiç beceremem (bir anaokulu öğretmeni gibi titizlikle ve müthiş bir hayalgücüyle annemin Damla hanımla yaptığı aktiviteleri gören inanamaz)...
Ben anca bazı faaliyet kitapları alır kızımla onları yaparım (ama yine de benzemez aslına o ayrı)..
Damla hanım evvelki gece tek başına uyuduğu için ödülü haketti.. Ne alalım annecim sana dedim, "kipat" cevabı hiç gecikmedi.. Nasıl kitap? "faaliyetli kipat"
Başak'ın doğumgününe de gideceğiz ona da bir hediye alalım mı?
"Ona da kipat alalım, bir kipat ona bir kipat bana, iki kipat alalım"
Bu kipat'ı aldık.. Faaliyetleri basit, ben bile yapabiliyorum (hem de sabah altıda uykumun derinliklerindeyken)
Şıpıdık terlikler minik ayaklara çok yakıştı:))))) Not: Kızım ayak parmaklarına dokundurtmaz ve hemen hemen hiç parmakarası giymez.. Bunları kendi yaptığından herhalde çok sevdi :)
Bu arada, not almak adına:
Kipat
İyi cedeler
Mami
Çoğu k'lere de t diyor, çok sevimli oluyor (babacıt mesela, ya da bardat..)

1 Eylül 2009

Saçlarım