Buyrun, ben

Buyrun, ben

26 Aralık 2011

Güzel bir haftasonu

Çok uzak olmasa da güzel bir otelde, tüm dertlerden uzak, güzel bir haftasonuydu. Nuni'nin bronşitini bile götürmemiştik yanımızda. (Gerçi nebül makinesini götürdük ama kutusundan çıkartmadık).. Bebeklerimizle başbaşa, uzun süredir yapmadığımız birşey yaptık... Güzeldi, tadı damağımda kaldı.
Sevgili arkadaşlarla olunca daha da güzel mi ne? Çocuğu olmadığı halde benim çocuklarımı sevdiğini hissettiğim çok arkadaşım olmamıştı da şimdiye dek :) Öpüp sevilme manyağı oldu bebeklerim..
Hiç fotoğraf çekmediğimiz için otelin web sayfasından çaldığım resimleri koyuyorum (gerçi yanılmayın, kapatmışlar resim çekerken, termal havuz hiç bu kadar boş olmuyordu)..
Fotoğraf makinesini arabadan almaya üşendiğimiz için cep telefonu ile çektiğimiz kötü resimler de burda:Güzel yanları da vardı, sıkıntılı yanları da.. Yağmuru seyrederek sıcak suya girmek nefisti.. Çay saatinde restorandaki çocuk oyun alanı o kadar iyiydi ki, tüm haftasonunu orada geçirebilirdim. Yemekler ve tatlılar şahaneydi (ki artık otellerin ihtişamından ve mutfağından etkilenmiyorum, hatta sıkılıyorum, ama Antakya yöresine ait yemek ve tatlılar hakkaten güzeldi). Yedim ben de. Hatta yıllardır o kadar yemiyordum diyebilirim :) Yalnız çok kalabalıktı. En sevmediğim şeydir, mıç mıç bisürü insan. Demek ki salı ya da çarşamba gidilmeli, kimsecikler yokken tadını çıkarmalı.

Gidip görmek isteyenler için otel burada.
Hayatımda ilk defa bir otelin lobisinde evimde oturma odamda gibi oturup sohbet ettim. Nuniş ilk defa havuza (ya da hatta suya) girdi. Damla melek kendi kendine battı çıktı, yüzdü, eğlendi. Çocuklarımızla aile olduk, yedik, içtik.
Sonra Antakya'ya uğradık, eski yurduma. Eski mahallemden geçtik, uzun süredir hastanede yatan bir dostu ziyaret ettik (o da ayrı bir hikaye, Van deprem bölgesine gönüllü gidip trafik kazasında belini kıran bir doktor arkadaşım :( ). Sonra Anadolu restoranda şahaaane bir yemek yedik. Ne yalan söyliyeyim, Antakya, özlemişim yemeklerini.
Oh işte anlattım rahatladım. Hep başkalarının yediklerini okuyodum :)))

Neyse, bu da böyle bir yazı olsun.
Bu arada not: Pınar, arabamı sizin evin oraya koymuşum polis ceza yazmış rüyamda, Ertuğrul da bize kızıyodu, hayırdır inşallah...

18 Aralık 2011

İki resim arasındaki büyük fark.

Bi ara....
Yoğun bakım kokan Ayça. Temas izolasyonu. Çok şükür Ayça. Canı kebap istedi diye sevinç gözyaşları. Üzüntülü günler sona erdi, hayata geri geldik, döndük, şükür be Ayça. Aliihsan da geldi, ne iyi etti. Sen de biraz bizimle kal, birlikte iyileşelim Ayça. Bebeklerim seni çok özlediler, ya biz Ayça? Bi daha uzaklara gitme e mi Ayça...

Şimdi.....
Mis kokan Ayça. Kendi evinde, özünde. Ayçayı sevenler Ayçayı güzelleştiriyor. Gülen Ayça, çişini kendi yapan Ayça, ayakta duran Ayça. Çok şükür Ayça. Her baktığımda sevinç gözyaşları Ayça. İşten gelince seni çok özledim abla diyen Ayça. Tekrar kahkaha atan Ayça. Ne sandın Ayça. Seni çok seviyorum Ayça, kalbim kardeşim. Canım kardeşim.
İyi ki varsın kardeşim.
Buyrun: Gerçek Ayça.

Tek başına seyahat

ANKARA'DA, evimden uzakta üç günlük bir kurstayken yazdım, kağıda kalemle. Şimdi huzurlarınızda...


Tek başına seyahate çıkmak ihtiyaç mı, mecburiyet mi? Fırsat mı, yük mü?
Kendi kalemden, evimden uzağım. Dayanacak omuzum, kokusunu içine çekerek başımı dayayabileceğim kimsem yok. Gül kokulu bebeklerim yanımda değiller. Annem, kardeşim yok. Kimse yok.
Ankara’yı da sevmem zaten. Kimsem yok burda. (Hep kışın mı geldim, nedir?) Hep gri bu kent, hep cazibesiz, hep kapalı hava, karanlık. Su da yok, doku da yok bana göre. Hep sınav için geldiğimden midir, hep mecburen geldiğimden midir? Yıllarca kazanamadığım / girmediğim Tıpta Uzmanlık Sınavı’nın burada olmasından mı sevmeyişim? En sonunda, hem de istediğim bölümü kazansam bile, hatta geçen kış çok da yolunda giden bir işimin Sağlık Bakanlığı’nda hallolmasına rağmen, sev-mi-yo-rum. Kanımda İstanbul dolaştığından da olabilir, İstanbul ve Ankara’nın aynı cümlede olabilmesi zor zaten.
Zorunlu seyahatten girdim, nerelerden çıktım. Aslında bugünlerde başka bir yerlerdeyim. Sanki Antep’te uzun süre yaşayasımız var gibi olduk biz. Alıştık mı, bulaştık mı Antep’e?
İstanbul, neden bıraktın çağırmayı beni?

8 Aralık 2011

Ah İstanbul...

Ah benim içinden ışık geçen, güneş kokan eski evim... Seni nasıl özledim bilsen...
Ah evimin salonunda, bahçenin içinde gibi duran kocaman masam... Sabahları herkes uyurken, ışığından gözüm kamaşa kamaşa oturup kahvemi içerdim sende.
Bahçeme baka baka karşılardım sabahı.. Yağmurunu da severdim, güneşini de. Kedilerini bile severdim çiçeklerimi ezseler de.. Yalandan kışt derdim camı açıp, mis gibi bahçe havasını da çaktırmadan içime çekip..
Şimdi tam üç tane kocaman masam var biliyor musun, ama hepsi de topraktan çook uzak.. Kocaman bir balkonum var, içinde kocamaan masası ve kanepesi bile olan, ama kediler girmiyor gizlice içine, bebeklerim bahçeye çıkamıyor balkondan zıplayıp, bahçeden geçen komşularla sohbet edemiyorum, çünkü topraktan çook uzak artık balkonum.
Kocaman şahane bir evim var, çoook metrekareli, ama İstanbul'daki küçücük ama sıcacık evim kadar ışıkla güneşle çiçekle toprakla dolu değil.
Ah be İstanbul, özlüyorum uzaktan seni. Özlüyorum sende olma fikrini (evden dışarı çıkamasam bile durmayı öylece).
Kocaman salonumun perdelerini kocaman açıp, bahçeye toprağa meyve ağaçlarına baka baka televizyon izlemeyi, yemek yemeyi, bebeklerimle oyun oynamayı özlüyorum. Mutfağımın kapısından çıkıp anneme gitmeyi, bahçede çay içmeyi, arka mahallede yürüyüşe çıkmayı ve hangi bahçeli evi satın alsak daha keyifli olacağı konusunda kocamla sohbet etmeyi özlüyorum.
Bunları hatırlamamın nedeni, iki yıl önceki video kayıtlarını izlememdi.


Resim: Eski, ışıklı evimin güzel bahçesi. Süper annemle melek kızım, en sevdiklerim. Mutfak kapısından çıkmış (nereye?) gidiyorlar...

Belki de herşeyi kayıt altına almak aslında o kadar da iyi değil.. Belki, herşeyi zamanında bırakıp günü yaşamak gerek, geçmişi çok da özlemeden. Bazen çünkü, eskiyi özlemekten yeninin tadını çıkaramıyoruz.
Ama bana öyle geliyor ki İstanbul, kocaman ışıklı salonu olan bahçeli bir evim olsa, bu Şehr-i Antep daha mı keyifli olurdu ne?


Notlar.
1. Ah meleğim, nasıl büyümüşsün öyle... Farkettim resme bakınca.
2. Merak edenler için, süper annemle canım kardeşim Ayçaada, bizdeler. Ne keyifliyim onlarla (kısa bir süre bile olsa) birlikte yaşadığımız için ve ben bu kadar yoğun çalışırken bebeklerim emin ellerde olduğu için.
3. Herşey yolunda çok şükür, merak edip mail atanlara teşekkür ederim. Sadece çok çalışıyorum, bu yüzden yazamıyorum.
4. Sevgi kelebeği gibiyim bu ara, herkesi - herşeyi seviyorum.
5. Şu an nöbetteyim ve birazdan yeni gün başlayınca biçok ameliyata giricem.
6. Herkese sevgiler.