Buyrun, ben

Buyrun, ben

16 Haziran 2012

İkinci çocuğun tuvalet eğitimi çıkmazı

Damla hanım doğmadan önce saydım da, tam 23 çocuk bakımı kitabı okumuşum. İçlerinde Türkiye'de olmadığı için Amerika'dan getirttiklerim, ödünç aldıklarım, satın aldıklarım var. Ezberlediklerim var. Tuvalet eğitimi ile ilgili olanları var.
Damla hanımda tüm enerjimi ayırdığım, üzerinde uğraştığım, emek verdiğim, bütün bunların sonucunda da çok erken dönemde halledip üzerini kapattığımız bir konuydu tuvalet eğitimi. İki yaş civarlarında bezi attık, bitti. Hem gece hem gündüz. Gece yatınca ve sabaha karşı çişe götürüyorduk, uyurken de yapmazdı. Yolda sokakta tatilde misafirlikte bir daha da bağlamadık.
Tuna beyde ise, yarım enerji, yarım zaman, yarım emek, yarım konsantrasyon. Rakibi var ne de olsa... Yarım anne olunca, tuvalet eğitimi de yarım oldu. Ayrıca benim işlerim de yoğunlaştı, çocuğumu daha az görür oldum. Geçen yaz altını açtık, başlarda herşey güzeldi. İlgilenince çiçek bile açıyor değil mi? Bir ara gün içinde sürekli kaçırır oldu, bir buçuk gün üzerine düştüm, daha da kaçırmadı. Sonra gece yapmaya başladı, sanırım biz gece kaldırmaya üşendiğimizden (hatırlıyorum da Damla'yı her gece en az iki üç kez tuvalete götürürdük, sanırım evdeki herkes yoruldu ya da kimsenin umurunda değil).. Baktık her gece altına yapıyor, yatak yorgan çiş oluyor, kış da geldi, üşütecek diye bahane ederek Cico önce çaktırmadan (bana ve Tuna'ya) gizlice gece yattıktan sonra altını bağlamaya başladı. Baktı ki ben de sesimi çıkaramadım (yoğunluktan ne yalan söyliyim, geceleri genelde baygın gidiyordum yatağa), açıktan açığa bağlamaya başladı. Çocuk da farketti tabii sonunda. Eh, artık üç yaşında. Her gece ama her gece altına yapıyor, yani beze.
Evde benden başka kimse önemsemiyor bunu. Yahu üç yaşında diyorum. Gündüz açık gece bezli olmaz. İlgilen o zaman di mi kızım... Gece yattığında bir gibi ve sabah beş buçuk gibi yapıyor çişini, bu saatlerden önce işetmek gerek, farkettim.
Sonunda isyan ettim, bağlanmayacak artık dedim, işerse işesin. Dün gece bağlamadık (ama bayılmışım ben gene, son iki gündür gösteri maratonu Damla'dan çok beni perişan etti), sabah baktım gene her taraf çiş gölü.
Şimdi uyanmasını bekliyorum Tuna'nın. Konuşacağım. Artık bezin olmadığını kavratmalıyım. Ama bana daha büyük iş düşüyor, gece mutlaka uyurken işetmek gerek. Çünkü ev halkından benden gayri herkes "bağlayalım işte biraz daha nolur ki"ci. Tek başıma uğraşacağım napalım.

15 Haziran 2012

Damla hanımın bale gösterisi ve benim emlakçılarla imtihanım

Damla hanımın bir yıl süren bale kursu ve annesinin bir yıl süren işkencesi sona erdi sayın seyirciler. Damla'yı baleye vermek iyi bir karardı. Hem ben güzel arkadaşlarının güzel anneleriyle tanıştım, sosyallik oldu.. hem de Damla hanım disiplini tanıdı. Disiplinli oldu mu bilmiyorum... Yararı oldu mu bilmiyorum. Bana şöyle bir yararı oldu ki, benim kızımdan balerin falan olmayacağını anlamış oldum. Olsa olsa sörfçü, yelkenci, kürekçi gibi bişey olur. Damla önündeki arkadaşına yanlış duruyorsun, sağındakine hadi ilerle falan gibi şeyler demekten pek gösteri yapamadı. Gördüm ki disiplinin yanından bile geçmemiş. Evet dik durmayı, düzgün postürü falan öğrendi ama, bütün yılımız bu derste öğretmeninin dediklerinden çıkma kızım demekle ve rüşvetler, cezalar vs ile bale yaptırtmaya çalışmakla geçti. Bir de üç arkadaştan oluşan çetelerini dağıtmaya çalışmakla. Aşağıda resmini gördüğünüz Pınar öğretmene sabır beratı vererek kapatıyorum bale konusunu. Sanırım sonsuza dek. Damla'yı yelkene vermeye karar vermiş bulunuyorum.

Gecemizi iki böcüğün ilk pijama partisiyle ve üçüncü böcüğün onlara katılmaya çalışması / sabotajlarıyla sonlandırdık..


Benim emlakçılarla imtihanım ise daha da bitmez bir çile. Her ev aramada şöyle olur, benim sinirlerim tepeme çıkar, bir daha emlakçıdan ev aramamakta karar kılarım, bir sonraki sefer gene çaresiz film başa sarar.
Ay o paraya istediğiniz gibi ev bulamazsınız canım...
E bir ay önce bilmemne hanım daha az paraya tuttu...
Eh ama o bir ay önceydi canım. Şimdi çıksa o evi bir milyar fazlasına tutamaz..
Bu emlak kiraları bir ayda milyar milyar mı artıyor emlakçı hanım?
Evet canım. Artık siz bir milyar fazlayı gözden çıkarın canım.
Benim bütçem bir milyar emlakçı hanım.
Bakın canım ben size ayda 3250 liraya bir villa buldum beş odalı..
Bizim öyle bir bütçemiz yok ama...
Olsun, artık ev kiraları bu kadar... Neyse ben biraz daha araştırayım size 2000 liraya kadar bir ev bulayım.
1000 demiştim emlakçı hanım.
Olsun canım, o paraya ev bulamazsınız...
Peki siz bir bakın o zaman.


Ve emlakçı vs benim sinirlerim.. Emlakçı kazanır.

Ama bu kez ben kazanacağım, sahibinden bulacağım aradığım evi. İnşallah. En kısa zamanda da part two ile karşınızda olacağım: Sahibinden ev. Süper haber.

10 Haziran 2012

Antep'te tembel bir haftasonu...

Antep güzel şehir.... İnsanı oyalamak için numaraları saymakla bitmiyor. Haftasonu mesela, Antep'teyseniz, evde pineklemek için hakkaten tembel olmalısınız. Mesela, daha iyi bir fikir, sonsuz sayıdaki parklardan birinde pineklemek olabilirdi.
Öğlen sıcağında bile ağaçların serin gölgesinde, çekirdek çitleyebilir, bisiklete binebilir, çimenlerde yayılabilir, tembellik edebilirsiniz. Bunu yapan yalnız siz olmadığınız için kimse size tuhaf gözlerle bakmaz. Açılır kapanır sandalyelerinizi yanınında götürür, olmazsa olmaz termosunuzdan sıcacık çayınızı içebilirsiniz.
Bahçe sulama hortumundaki suyla oynayabilir, ıslanabilir, çamur olabilir, sınırsız kudurabilirsiniz.. Biz dün böyle yaptık.
Sonra akşam, sevgiliyle, Fatih Ürek'in sahne alacağı bir düğüne gitmek için giyindik, kuşandık. Süslendik.

Düğüne gittik gitmesine de, düğünün ve dahi gelinin ruhuna pek gıcık olduk. Gelin hanımı daha fazla görmek istemedik, Fatih bey sahne almadan önce o pek lüks pek şık pek pahalı otelden kaçtık, dostlarla Bayazhan'a aktık. Keşke fotoğrafı olsaydı da koysaydım, Antep'in gülü, gözümüzün nuru, gece gidilecek en şık ve tek mekanı.
Hakkaten eğlendik, epeyi iyi vakit geçirdik.


Sabah oldu, eski adıyla Veliç Kır Evleri'ne, yeni adıyla Uğurlu Kaplıcaları'na kahvaltıya gittik. Buranın hikayesi ilginç.. Biraz Antebin dışına doğru, pek şeker bir yer. Eskiden buraya Antebin kalantorları sevgilileriyle giderlermiş, otel motel ve dahi restoranlar içeren şık bir tesismiş. Zamanla adı çıkmış, aileler gitmemeye başlamış. Bunun üzerine imaj yenileyelim, eski aile mekanı havamıza tekrar kavuşalım diye yenileme çalışmaları yaparken, kaplıca suyu bulmuşlar. Bu sefer tesisi biraz abartmış, büyüüük otel, büyüüük kaplıca havuzları, at binme alanları, vs.... kurmuşlar. Adı da olmuş sana Uğurlu Kaplıcaları. Antep'te hala Veliç diye biliniyor..

Ben pek beklediğimi bulamadım, kendimi kıra bahçeye ota böceğe hazırlamışken (adı kır evleri ya) her tarafı taş beton olan kocaman bir tesisle karşılaştığımdan olsa gerek. Ata binerlerken çok sıcaktı bayıldık, tek iyi yanı kahvaltısının gerçekten çok iyi olmasıydı ve kocaman bir çocuk parkı vardı, benim kumgüzelleri saatlerce kumda oynadılar sıkılmadılar.

Kahvaltımız bitince Eski Çarşı'da aldık soluğu. Antebe geldik geleli daha iki kere gitmişliğim vardı, bakır fincan alasım vardı, yürüdük gittik. Sonra sıcaktan o kadar bunaldık ki, patron homurdanmaya başladı. Dedim ki, hadi size bir Türk kahvesi ısmarlayayım.
Bildiğimden değil, bir hanın içine sürükledim çektim ekibi. Bir de ne görelim, (bence meleklerimiz açtılar yolu, çünkü kelalaka bir şekilde) kendimizi bir mağaranın içinde buluverdik. Ama nasıl serin, buz gibi. Nasıl güzel bir Türk kahvesi, son aylarda içtiğimin en iyisi. Kömürde, dumanı burnunda. Kahvenin tadına varırken, alttaki fotoğrafta pek net görülmemiş ama, iki genç çocuk gelip kanın ve udla bir fasıla başlamasınlar mı...
Allah'ım dedim, piyango çekilişi vardı da haberimiz olmadan biz de katıldık ve kazandık mı nedir...

Kahve içtik, çay içtik, serinledik, şükrettik bu vahayı bulduk diye, şarkı söyledik, eşlik ettik küçük müzisyenlerimize.. Herkesin keyfi yerine geldi.



Günün komik olayını yazmadan bitirmeyeyim. Antep'tir, yeridir. Çocuklar acıktık deyince, tost söyledik. Biliyorum Antep'te tost deyince sucuk salam ne bulurlarsa koyacaklar, peynirli dedim. Sadece peynirli olsun, çocuklar yiyecek.
Tost acıydı.
Peynirli tost. Acı. Nasıl yani dedim ilk an, ama sonra sustum. Antep'tir, yeridir. Kaşarın üzerine pul biber dökmüşlerdi tostun içine. Harbi acıydı. Ama olsundu, o yerin dibindeki mağaranın içinde bir taze sıkılmış portakal suyu, bir yeni demlenmiş kaçak çay içtik ki, canıma değdi. Vallahi değdi.

8 Haziran 2012

Hayallerimizin peşinden, yüreğimizin gittiği yere..

Herkesin gözünü kapattığında olmak istediği, yaşamak istediği, çalışmak istediği bir yer vardır. Benim de vardı. Sevgilimle, Bodrum'un bir köyünde, beş odalı evimizin bahçesinde bebeklerimizle onların bebekleriyle mutlu mesut yaşamayı hayal ederdim (bakınız, beni yıllardır izleyenler bu bloğun sağ üst köşesinden bunu bilir zaten).
Bir hayal kurarken, güzel olanı, onun gerçekleşeceğine inanmanız, sonra hayalinizi suya yazıp beklemenizdir. Endişe yok, stres yok, ya olmazsa yok.. Hatta unutacaksınız, yeterince inandıktan sonra.
Mesela ben, beş sene önce, Bodrum'da Acıbadem hastanesi açıldı da ben mi gitmedim'i söyleyip unutmuşum.
Ama kaderime yazılmış belli ki, ben söylerken içimde gerçekleşmesi için hiçbir endişe, olmaması için hiçbir sebep yokken ve sonsuz inancım varken.
Acıbadem hastanesi Bodrum'da açılmaya dururken, beni de bulup çıkardı Antep'ten.. Nasıl buldu, biz birbirimizi nasıl bulduk, ne alaka dememek gerek, yazıldıysa oluyor, bundan korkmamak, buna şükretmek gerek.
Bir gün yaşayacağım şehir, Bodrum.
Bir gün çalışacağım hastane, Acıbadem.
Eh, gerisi detay.. öyle değil mi?
Bodrum'un güzel, ucuz ve bahçeli, beş odalı evleri, eh, beni bulun öyleyse de taşınalım... Yeniden başlayalım. Korkularımızı endişelerimizi arkada bırakalım.