Şu sıralar hayal alanıma gelip çok da fazla hayal kuramıyorsam
Nedeni
Hayallerimin bitmiş olması değil
Tersine bitmediler.
İçimdeki sıpanın bilgisayarla midem arasında bir bağlantı kurup hemen midemi bulandırmasıdır.
Bilgisayarımı kıskanıyor musun evladım
Ablan böyle değildi
Ne güzel fotolar koyasım var aslında hayal alanıma
neler anlatasım var
Yeniden kırmızı olan beyaz saçlarım
Minik kalbim number two'nun pipisinin fotosu (eğer o gördüklerini iddia ettikleri minik şey pipi ise cidden hahahaha)
Bu sefer ikili testimin normal çıkmasına şaşırışım
Gebeliğin bu kadar basit oluşuna her an şaşırışım (Clexane, Aspirin, Progestan olmadan)
Gazme halaların ziyareti, Damla'nın Ceren ablasıyla yeni bir dünyanın kapılarını aralayıp ilk kez abla kavramını, aileden evden bir başka çocukla tanışması
Minik kalbimin, Damla kuzumun yeni fotoları...
Ay başlıkları bile sayfa doldurdu
Ne ara yazıcam bunları ben
Burası benim hayal alanım. Adım Hayal. Kendi kendime gezintiye çıkmak istediğimde buraya uğrarım. Kimseleri almam yanıma. Gülersem de kendim gülerim, ağlarsam da kendi kendime burada ağlarım.
Buyrun, ben
29 Aralık 2008
21 Aralık 2008
Tuvalet eğitimi döneminde ev dışında ne yapmalı
Tuvalet eğitimi konusunda herkesin fikri, okudukları bildikleri şeyler vardı da, bu dönemde dışarı çıkarken ne yapacağımı bir türlü bilemiyodum. Evde altını aç, dışarıda bağla, çocuğun da benim de kafam karışıyordu açıkçası. Ama bebeğimi de alışveriş merkezi tuvaletlerine nasıl oturtabilirdim? Saatlerce nasıl tutardı çişini?
Aslında çooook da uzun uzun üstünde düşünmesem de, bu konu kafamı karıştırıyordu. Henüz çok erken biz çünkü sıklıkla bağlıyoruz zaten Damla hanımın altını da, düşünmeden edemiyordum. Tuvalete nasıl yetişicez, bulsak da nasıl oturucaz...
Bu konuda eğer var ise Amsterdam Büyükşehir Belediyesi'nin bana verdiği fikir için kime teşekkür etmeliyim? E ben de pratik kadınmışım canım hehehee :)
Geçen sene ilaç firmasının numune olarak dağıttığı, fısfıslı bir deodorant şişesi büyüklüğündeki sterilizasyon solüsyonunu bir yıldır atsam mı atmasam mı diye düşünüp dururken.... Amsterdam'da umumi tuvaletlerde gördüğüm, oturacak yeri silip oturduğun solüsyonun nihayetinde bununla aynı şey olduğunu farkettim. Steril tuvalet oturağı. (İçi? Ne yapalım tüm mikropları yok edemeyiz). Bebeği peçete serip oturtmak ya da ayakta işetmek mümkün olmayacağına göre, bundan iyisi Şam'da kayısı!
Sonuç 1. Bugün 5 saatten fazla geçirdiğimiz Ikea'da kuzum sadece 1 kez bezine 2 kez de tuvalete çiş yaptı (maşşallah)
Sonuç 2. Bu solüsyon nerde satılır bilmem. Herhalde medikallerde bulunur. Bitince ben de araştırıcam, merak edenlere bildiririm. Yıllarca işime yarayacağını düşünüyorum bu yöntemin.
Sonuç 3. Bu nasıl aklıma gelmedi benim daha önce. Hay Allah.
Sonuç 4. Ben buldum siz de kullanın derim.
Aslında çooook da uzun uzun üstünde düşünmesem de, bu konu kafamı karıştırıyordu. Henüz çok erken biz çünkü sıklıkla bağlıyoruz zaten Damla hanımın altını da, düşünmeden edemiyordum. Tuvalete nasıl yetişicez, bulsak da nasıl oturucaz...
Bu konuda eğer var ise Amsterdam Büyükşehir Belediyesi'nin bana verdiği fikir için kime teşekkür etmeliyim? E ben de pratik kadınmışım canım hehehee :)
Geçen sene ilaç firmasının numune olarak dağıttığı, fısfıslı bir deodorant şişesi büyüklüğündeki sterilizasyon solüsyonunu bir yıldır atsam mı atmasam mı diye düşünüp dururken.... Amsterdam'da umumi tuvaletlerde gördüğüm, oturacak yeri silip oturduğun solüsyonun nihayetinde bununla aynı şey olduğunu farkettim. Steril tuvalet oturağı. (İçi? Ne yapalım tüm mikropları yok edemeyiz). Bebeği peçete serip oturtmak ya da ayakta işetmek mümkün olmayacağına göre, bundan iyisi Şam'da kayısı!
Sonuç 1. Bugün 5 saatten fazla geçirdiğimiz Ikea'da kuzum sadece 1 kez bezine 2 kez de tuvalete çiş yaptı (maşşallah)
Sonuç 2. Bu solüsyon nerde satılır bilmem. Herhalde medikallerde bulunur. Bitince ben de araştırıcam, merak edenlere bildiririm. Yıllarca işime yarayacağını düşünüyorum bu yöntemin.
Sonuç 3. Bu nasıl aklıma gelmedi benim daha önce. Hay Allah.
Sonuç 4. Ben buldum siz de kullanın derim.
19 Aralık 2008
Mucizeler gerçek...
Pıt pıt pıt..
Bir kere daha..
Kendiliğinden.
İçimde biri.
Bir minik kalp daha.
12 haftalık oldu.
Nasıl da büyüyor.
Kendiliğinden.
Mucizeler var..
Çok çok şükür Allah'ım.
Çok teşekkür ederim.
Bir kere daha..
Kendiliğinden.
İçimde biri.
Bir minik kalp daha.
12 haftalık oldu.
Nasıl da büyüyor.
Kendiliğinden.
Mucizeler var..
Çok çok şükür Allah'ım.
Çok teşekkür ederim.
Büyüyorsun..
Bebeğim..
Bunları not düşmek için yazıyorum.
Yakında 21 ayın bitecek.
Maşallah sana kızım.
İleride bilesin diye söylüyorum..
Çok sevecen, çok akıllı, çok kavrayışlı bir bebeksin.
Çok sevecen, çok akıllı, çok kavrayışlı bir bebeksin.
Altına çiş kaçırınca "annecim kızma" diyorsun
Sabahları ben ayakkabımı giyerken "annecim gidiyor musun" diyorsun
Uyanınca rüyanda beni gördüğünü söylüyorsun
Boynuma sarılıp sırtımı tıpışlıyorsun
Ne yaparsam aynını istiyorsun.
Makyaj yaparken görürsen "makyaj istiyom" diyorsun, fırçayı alıp tüm yüzünü fırçalıyorsun
Biri hapşırınca "çokyaşa" diyorsun
Biri birşey verince "teşekküy" ediyorsun
Tüm isteklerini kendin belirliyorsun
Herşeyi biliyor, anlıyor, istiyor ya da istemiyorsun
Son günlerde mızıldanma ağlanma huysuzlanmalarını da yeni çıkacak dişlere bağlıyorum.
Kitap okumayı, televizyon izlemeyi seviyorsun
Ayçoşla Bedümü çok seviyorsun
Halana Gazme diyorsun
Anneannenin uydurma masallarına bayılıyorsun (bu gece seni uyutmaya çalışırken isteğin üzerine "Claya masalı" uydurmak zorunda kaldım, bari Heidi'yi okuyayım bir ara)
Babandan bişey isteyeceğin zaman mutlaka babacıııım diye gidiyorsun yanına
Oturağının adı Büdü. Ayçoşla koydunuz bu ismi. Her sabah ona da günaydın diyorsun. İşine geldi mi Büdü'ye gelmedi mi yere çiş yapıyorsun
Telefonla konuşmayı çok seviyorsun.
Büyüyorsun bebeğim, bizi de büyütüyorsun.
Seni çok seviyoruz.
13 Aralık 2008
5 Aralık 2008
Tatil?
Tatil...
Nasıl birşeydi unuttum... Şööööyle "malak" gibi yatmak, güneşlenmek, hiçbişiy yapmamak ve aaaa akşam oldu diye şaşırmak, denize girip ayyy soğukmuş diye bağırmak, saçım daha yeni kurudu giremem diye kapris yapmak, aslında şöyle sakin bir plajda tüm gün yiyip içip yatmak yatmak geliyor benim aklıma tatil diyince.
Bu dediklerimi sanırım birkaaaaçççç yıl daha yapamıycam.
Şimdilik, kızımsız (altını çiziyorum) beş gün, ondan çook uzaklarda, özleyerek, buzz gibi havada, sevgilimle başbaşa Amsterdam sokaklarında yürümek, arada Damlaa diye sayıklayıp telefonda konuşmak, romantik son tatilimizi yapıcaz diye işte böyle bindik bir alamete şeklinde kocişle başbaşa gitmek de olabilir. Napalım, idare edicez.
E o zaman biz bayramda yokuz cicim.
Nasıl birşeydi unuttum... Şööööyle "malak" gibi yatmak, güneşlenmek, hiçbişiy yapmamak ve aaaa akşam oldu diye şaşırmak, denize girip ayyy soğukmuş diye bağırmak, saçım daha yeni kurudu giremem diye kapris yapmak, aslında şöyle sakin bir plajda tüm gün yiyip içip yatmak yatmak geliyor benim aklıma tatil diyince.
Bu dediklerimi sanırım birkaaaaçççç yıl daha yapamıycam.
Şimdilik, kızımsız (altını çiziyorum) beş gün, ondan çook uzaklarda, özleyerek, buzz gibi havada, sevgilimle başbaşa Amsterdam sokaklarında yürümek, arada Damlaa diye sayıklayıp telefonda konuşmak, romantik son tatilimizi yapıcaz diye işte böyle bindik bir alamete şeklinde kocişle başbaşa gitmek de olabilir. Napalım, idare edicez.
E o zaman biz bayramda yokuz cicim.
4 Aralık 2008
Hollanda konso.losluğundaki kadın
Bazı insanlar vardır ya kraldan çok kralcı... Bu kadın işte o kadındı.
Paramı ödemişim, elimde devlet memuru olduğumu gösteren belgelerim, kimliğim, imzalı taahhüdüm, tur şirketinden aldığım kapı gibi rezervasyon bilgilerim.
Konsolosl.uktaki kadın, bu belgeyi kabul etmiyorum dedi.
Biraz salak buldum kendisini.
Zira, internetten yaptığım (ve sonra iptal edeceğim) rezervasyonlarla gitsem kabul edecek ama benim bizzat parasını bile ödediğimi gösteren belgeleri kabul etmiyor.
Tur şirketindeki ayrıca salak adam kabul ederler diyor.
Konsol.osluktaki kadın etmiyor.
Kardeşim hala ederler diyorsun ama kadın bizim vize başvurusunu reddetti sen hala kabul ederler bu belgeleri diyorsun.
Bize sinir harbi yaşatıyorsun.
Bak dört gün kaldı gitmeye benim bavul hazırlamama bile yetmez hala belli değil vize işi.
Seyahat öncesi heyecanlanıp plan yapacak vaktim bile kalmadı.
Ulan sanki matah bir yer gidip de satın mı alıcam. Gül gibi ülkemi, bebeğimi ailemi burda bırakıp oraya mı yerleşicem.
Benden iyi enayi mi bulucaksınız vize vericek.
Seneye var ya seneye, bir alayım yeşil pasaportumu (inşallah)
O Holla.nda konso.losluğuna vize başvurusu için randevu alıp, sıram gelince de pasaportu gidip o kadının gözüne sokmazsam. Hani fakir ama gururlu bir genç kadın vardı reddettiğin, işte artık vizesiz giriyorum senin ülkene demezsem.
Az kaldı. Bir yıl.
Hele şu vizeyi de bir alalım da inşallah. Bak bugün son gün artık ya çıkmıştır ya çıkmamıştır. Bu ne gergin bir bekleyiş Allah'ım.
Şu vize işi bir belli olsun. Sonra çok iyi haberlerim var zira.
EDIT: Vizemizi aldık ama yine de bana hayal kurucak plan yapıcak ve valiz yapıcak zaman kalmadı.
Paramı ödemişim, elimde devlet memuru olduğumu gösteren belgelerim, kimliğim, imzalı taahhüdüm, tur şirketinden aldığım kapı gibi rezervasyon bilgilerim.
Konsolosl.uktaki kadın, bu belgeyi kabul etmiyorum dedi.
Biraz salak buldum kendisini.
Zira, internetten yaptığım (ve sonra iptal edeceğim) rezervasyonlarla gitsem kabul edecek ama benim bizzat parasını bile ödediğimi gösteren belgeleri kabul etmiyor.
Tur şirketindeki ayrıca salak adam kabul ederler diyor.
Konsol.osluktaki kadın etmiyor.
Kardeşim hala ederler diyorsun ama kadın bizim vize başvurusunu reddetti sen hala kabul ederler bu belgeleri diyorsun.
Bize sinir harbi yaşatıyorsun.
Bak dört gün kaldı gitmeye benim bavul hazırlamama bile yetmez hala belli değil vize işi.
Seyahat öncesi heyecanlanıp plan yapacak vaktim bile kalmadı.
Ulan sanki matah bir yer gidip de satın mı alıcam. Gül gibi ülkemi, bebeğimi ailemi burda bırakıp oraya mı yerleşicem.
Benden iyi enayi mi bulucaksınız vize vericek.
Seneye var ya seneye, bir alayım yeşil pasaportumu (inşallah)
O Holla.nda konso.losluğuna vize başvurusu için randevu alıp, sıram gelince de pasaportu gidip o kadının gözüne sokmazsam. Hani fakir ama gururlu bir genç kadın vardı reddettiğin, işte artık vizesiz giriyorum senin ülkene demezsem.
Az kaldı. Bir yıl.
Hele şu vizeyi de bir alalım da inşallah. Bak bugün son gün artık ya çıkmıştır ya çıkmamıştır. Bu ne gergin bir bekleyiş Allah'ım.
Şu vize işi bir belli olsun. Sonra çok iyi haberlerim var zira.
EDIT: Vizemizi aldık ama yine de bana hayal kurucak plan yapıcak ve valiz yapıcak zaman kalmadı.
1 Aralık 2008
Kafam karışık
Bu yorgunluk beni mahveden. Ben mi böyleyim, ben mi bezgin, yorgun, mutsuzum hep?
Çalışma arkadaşlarım arasında hiç mutlu kimse yok.. Hiç, eve gidiyorum, hayatın tadını çıkarıyorum, televizyon izliyorum, eğleniyorum, sinemaya gidiyorum diyen yok. Bugün bir arkadaşımın annesi, Esra çok çabuk yoruluyor, bir sorun var bu işte dedi. Biz dördümüz bir ağızdan, biz deee demişiz.
Burda bir sorun var.
Hayattan beklentisi olmayan insanlarla, hayattan beklentim olmadan yaşayıp gidiyorum. Günler bana birşey getirmiyor. Günler beni alıp götürüyor, hızlıca, yorgunca, çabucak. Günler geçiyor. Bebeğim büyüyor. Ben farkedemiyorum. Çünkü karamsarlık gözlerimin önünde gri bir perde yaptı, aralayamıyorum.
Arada sırada güç bela edindiğim yaşam enerjimi idame ettiremiyorum. Yorgunum, bitkinim, mutsuzum diye söylenip durduğum kötü şeyler evrende asılı kalıyor, dönüp dolaşıp bana geri geliyor, evrenden yüzüme çarpıp beni sendeletiyor. Sürekli sendeleye sendeleye gezmekten yoruldum, belim ağrıdı.
Uykularımdan oldum, gece boyunca defalarca uyanıyorum. Sağdan sola dönüp geri uyuyorum. Bazen uyuyamıyorum. Geri sağa geri sola geri sağa geri sola dönüyorum. Sabah oluyor.
Aşırı yiyorum kilo alıyorum ama çare olmuyor.
Minör depresyon tanısı koyabilirim kendime biraz zorlarsam.
Bundan on altı yıl önce birisi bana sende negatif bir enerji var demişti. Bu on altı yıl boyunca bundan kurtulmaya çalıştım başaramadım. Ama geçen hafta nedenini buldum bu negatif enerjinin. Ben çünkü içimi dışıma döküyorum. Bazen az mutlu bazen sakin bazen enerjisi az olsam da bunu hemen dışarı kusup yansıtıyorum. Böylece içimdeki dalgalanmalardan dışım da dalgalanıyor.
Bundan tam on dört yıl önce hala çok sevdiğim bir arkadaşım ruhum fırtınaya yakalandı çalkalanıyor demişti. Ne zaman durulacak demiştim. Bilmemişti. Benim de çalkalanıyor. Ne zaman durulacak diye, bundan tam dokuz yıl önce, gerçekten depresyondayken çare mi ki diye gittiğim bir psikiyatriste sormuştum. O da 35 yaşında durulursun demişti. Niye demiştim. Oğlak burçları 35 yaşına kadar çalkalanırmış. Psikiyatrist de oğlak burcuymuş. Ben seni hasta olarak kabul edemem çünkü eğer bir doktorun olursa kendini hasta sanırsın iyileşemezsin demişti.
Ben de kendimi iyileştirecek enerjinin içimde saklı olduğunu biliyordum aslında. Nasıl açığa çıkaracağımı bilmiyordum sadece. Bu yüzden meditasyon yapmaya başlamıştım.
ÇOK İŞE YARAMIŞTI. Hayatımda attığım en önemli adımdı. (Şimdi yapamıyorum neden?) Geçmişti. Yine ben olmuştum. Pozitif olmuştum. Güçlü olmuştum. Güzelleşmiştim. Kendime güvenim geri gelmişti.
Şimdi yapamıyorum. O zaman 24 yaşındaydım. Şimdi yaşlandım mı?
Ben haksızlıklardan korkarım çok. Babam hasta olunca çok büyük bir haksızlığa uğradığımı düşündüm (hayat neden adil olsun ki?). Asıl haksızlığı ben yapıyordum aslında çünkü gerçekte haksızlığa uğrayan babamın ta kendisiydi. Hastalığını bile söylemedik ona. Peki asıl o hasta olup asıl o gencecik yaşta öldüyse, ben neden hala haksızlığa uğradığımı ve babamın niye erkenden öldüğünü anlamadığımı sorup duruyorum kendi kendime? Babam öldüğünden beri düzelemedim ben. Kötü şeyler benim başıma gelmemişti o güne kadar. Galata köprüsünden son geçişinde, hani yine bayramdı ya baba, bir daha buraları görebilecek miyim diye sorduğunda, tabii ki, buraya gelip balık tutacağız iyileşince demiştik ya, asıl sana yaptığımız haksızlıktı işte, biz biliyorduk senin muhtemelen bir daha hiç balık tutamayacağını. İki yıl mı oldu baba, ne çabuk geçti di mi, bak Damla içimdeydi, şimdi kocaman oldu, yakında abla olacak, oradan bizi görüyor musun baba?
Hayat neden bence haksızlıklarla dolu? (Kimse, herşeyin var, nankörlük etme demesin, evet ÇOK ŞÜKÜR herşeyim var, sağlığım, ailem, güzel bir işim, maaşım... Evet var çok şükür. Ne yapayım, hormonlarım izin vermiyor belki de içimdeki negatif enerji izin vermiyor, ah ne hoş laylay lom evim işim ailem ne mutluyum diyemiyorum). Kimse sinirlenmesin lütfen artık.. Hep başkaları sinirli. Hep başkaları kızıyor bana, yaptıklarıma ya da yapamadıklarıma. Annem, kocam, arkadaşlarım. Herkes kızıyor.
Hiç tam sevdiğim insan yok arkadaşlarım dediklerim arasında.. Bu da mı benden? Bakıyorum da, tam birini tam seviyorken, bir bakıyorum, o beni tam sevmiyor! Oysa benim de ihtiyacım var, ben seni ne yaparsan yap seviyorum, enerjini de boşver, kabullenme böyle birşey işte diyen yok. Gel boşver asma suratını hepsi geçer diyen. Herkes, suratını asman bitince gel bana, mutlu gel, böyle üzgün gelme diyor. Bir Gamze bir de Taschi bana katlanırdı her halimle sanırım, biri bin biri üçbin kilometre uzakta. Benim bana her halimle katlanabilecek dostlara ihtiyacım var, yoksa hallerimi üzerimden atıp geri gelemiyorum. Ben artık mutlu olamıyorum. Haftanın beş günü enerjim dipte, iki günü bile güler yüzlü olamıyorum. Güler yüz. Gülümseyemiyorum. Hiç kimseye. Hiç birine. Aynaya da. Makyaj yapamıyorum. Üstümü doğru dürüst giyemiyorum. Fatoş, nerdesin, bu Amerika ne kadar uzak, gel bana gülümsemeyi hatırlat. Senin de baban hastaydı, ama sen benim mutsuz görünmeye hakkım yok, benim kendi sorunum bu deyip yine gülümserdin bize. Fatoş ben babam öldüğünden beri hiç gülümsemedim biliyor musun? Ama ağlıyorum hemen hemen her gün. Fatoş beni duyabilsen keşke.
Ben gülümsemeyi unuttum.
Çalışma arkadaşlarım arasında hiç mutlu kimse yok.. Hiç, eve gidiyorum, hayatın tadını çıkarıyorum, televizyon izliyorum, eğleniyorum, sinemaya gidiyorum diyen yok. Bugün bir arkadaşımın annesi, Esra çok çabuk yoruluyor, bir sorun var bu işte dedi. Biz dördümüz bir ağızdan, biz deee demişiz.
Burda bir sorun var.
Hayattan beklentisi olmayan insanlarla, hayattan beklentim olmadan yaşayıp gidiyorum. Günler bana birşey getirmiyor. Günler beni alıp götürüyor, hızlıca, yorgunca, çabucak. Günler geçiyor. Bebeğim büyüyor. Ben farkedemiyorum. Çünkü karamsarlık gözlerimin önünde gri bir perde yaptı, aralayamıyorum.
Arada sırada güç bela edindiğim yaşam enerjimi idame ettiremiyorum. Yorgunum, bitkinim, mutsuzum diye söylenip durduğum kötü şeyler evrende asılı kalıyor, dönüp dolaşıp bana geri geliyor, evrenden yüzüme çarpıp beni sendeletiyor. Sürekli sendeleye sendeleye gezmekten yoruldum, belim ağrıdı.
Uykularımdan oldum, gece boyunca defalarca uyanıyorum. Sağdan sola dönüp geri uyuyorum. Bazen uyuyamıyorum. Geri sağa geri sola geri sağa geri sola dönüyorum. Sabah oluyor.
Aşırı yiyorum kilo alıyorum ama çare olmuyor.
Minör depresyon tanısı koyabilirim kendime biraz zorlarsam.
Bundan on altı yıl önce birisi bana sende negatif bir enerji var demişti. Bu on altı yıl boyunca bundan kurtulmaya çalıştım başaramadım. Ama geçen hafta nedenini buldum bu negatif enerjinin. Ben çünkü içimi dışıma döküyorum. Bazen az mutlu bazen sakin bazen enerjisi az olsam da bunu hemen dışarı kusup yansıtıyorum. Böylece içimdeki dalgalanmalardan dışım da dalgalanıyor.
Bundan tam on dört yıl önce hala çok sevdiğim bir arkadaşım ruhum fırtınaya yakalandı çalkalanıyor demişti. Ne zaman durulacak demiştim. Bilmemişti. Benim de çalkalanıyor. Ne zaman durulacak diye, bundan tam dokuz yıl önce, gerçekten depresyondayken çare mi ki diye gittiğim bir psikiyatriste sormuştum. O da 35 yaşında durulursun demişti. Niye demiştim. Oğlak burçları 35 yaşına kadar çalkalanırmış. Psikiyatrist de oğlak burcuymuş. Ben seni hasta olarak kabul edemem çünkü eğer bir doktorun olursa kendini hasta sanırsın iyileşemezsin demişti.
Ben de kendimi iyileştirecek enerjinin içimde saklı olduğunu biliyordum aslında. Nasıl açığa çıkaracağımı bilmiyordum sadece. Bu yüzden meditasyon yapmaya başlamıştım.
ÇOK İŞE YARAMIŞTI. Hayatımda attığım en önemli adımdı. (Şimdi yapamıyorum neden?) Geçmişti. Yine ben olmuştum. Pozitif olmuştum. Güçlü olmuştum. Güzelleşmiştim. Kendime güvenim geri gelmişti.
Şimdi yapamıyorum. O zaman 24 yaşındaydım. Şimdi yaşlandım mı?
Ben haksızlıklardan korkarım çok. Babam hasta olunca çok büyük bir haksızlığa uğradığımı düşündüm (hayat neden adil olsun ki?). Asıl haksızlığı ben yapıyordum aslında çünkü gerçekte haksızlığa uğrayan babamın ta kendisiydi. Hastalığını bile söylemedik ona. Peki asıl o hasta olup asıl o gencecik yaşta öldüyse, ben neden hala haksızlığa uğradığımı ve babamın niye erkenden öldüğünü anlamadığımı sorup duruyorum kendi kendime? Babam öldüğünden beri düzelemedim ben. Kötü şeyler benim başıma gelmemişti o güne kadar. Galata köprüsünden son geçişinde, hani yine bayramdı ya baba, bir daha buraları görebilecek miyim diye sorduğunda, tabii ki, buraya gelip balık tutacağız iyileşince demiştik ya, asıl sana yaptığımız haksızlıktı işte, biz biliyorduk senin muhtemelen bir daha hiç balık tutamayacağını. İki yıl mı oldu baba, ne çabuk geçti di mi, bak Damla içimdeydi, şimdi kocaman oldu, yakında abla olacak, oradan bizi görüyor musun baba?
Hayat neden bence haksızlıklarla dolu? (Kimse, herşeyin var, nankörlük etme demesin, evet ÇOK ŞÜKÜR herşeyim var, sağlığım, ailem, güzel bir işim, maaşım... Evet var çok şükür. Ne yapayım, hormonlarım izin vermiyor belki de içimdeki negatif enerji izin vermiyor, ah ne hoş laylay lom evim işim ailem ne mutluyum diyemiyorum). Kimse sinirlenmesin lütfen artık.. Hep başkaları sinirli. Hep başkaları kızıyor bana, yaptıklarıma ya da yapamadıklarıma. Annem, kocam, arkadaşlarım. Herkes kızıyor.
Hiç tam sevdiğim insan yok arkadaşlarım dediklerim arasında.. Bu da mı benden? Bakıyorum da, tam birini tam seviyorken, bir bakıyorum, o beni tam sevmiyor! Oysa benim de ihtiyacım var, ben seni ne yaparsan yap seviyorum, enerjini de boşver, kabullenme böyle birşey işte diyen yok. Gel boşver asma suratını hepsi geçer diyen. Herkes, suratını asman bitince gel bana, mutlu gel, böyle üzgün gelme diyor. Bir Gamze bir de Taschi bana katlanırdı her halimle sanırım, biri bin biri üçbin kilometre uzakta. Benim bana her halimle katlanabilecek dostlara ihtiyacım var, yoksa hallerimi üzerimden atıp geri gelemiyorum. Ben artık mutlu olamıyorum. Haftanın beş günü enerjim dipte, iki günü bile güler yüzlü olamıyorum. Güler yüz. Gülümseyemiyorum. Hiç kimseye. Hiç birine. Aynaya da. Makyaj yapamıyorum. Üstümü doğru dürüst giyemiyorum. Fatoş, nerdesin, bu Amerika ne kadar uzak, gel bana gülümsemeyi hatırlat. Senin de baban hastaydı, ama sen benim mutsuz görünmeye hakkım yok, benim kendi sorunum bu deyip yine gülümserdin bize. Fatoş ben babam öldüğünden beri hiç gülümsemedim biliyor musun? Ama ağlıyorum hemen hemen her gün. Fatoş beni duyabilsen keşke.
Ben gülümsemeyi unuttum.
Bakıcılarla ilgili açıklama
Benim daha önce hiç bakıcı deneyimim olmadı (şükür)
Hastaneden uzmanlarım Yasemin abla ve Esra abla'nın ve çalışma arkadaşım Fatma'nın bakıcılarıyla olan deneyimlerini dinlemiş ve anlatmıştım.
Hastaneden uzmanlarım Yasemin abla ve Esra abla'nın ve çalışma arkadaşım Fatma'nın bakıcılarıyla olan deneyimlerini dinlemiş ve anlatmıştım.
25 Kasım 2008
Kendiliğinden geçen rutubet sorunu, bakıcımız Fatma hanım, önyargılar - yargılar ve ıspanaklı pide
Bakınız: Kızım pamuk helvam ipek kokulum.
Bizim rutubet sorunu ve küf kokusu, beni inim inim inlettikten ve bir hafta kadar ağlattıktan sonra (ki birdenbire ortaya çımıştı), Damla'nın yatağını çalışma odasına taşıdıktan, odasındaki herşeyi yıkayıp elden geçirdikten ve bol bol havalandırdıktan sonra..
birdenbire...
kaloriferlerin geçen seneki gibi harıl ve harıl yanmasıyla..
bir günde
geldiği gibi gitti.
Beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyerek.
Hatta o kadar geçti ki rutubet kokusu haftasonuna kadar geri gelmezse kızımın odasını tekrar eski haline taşımayı düşünüyorum. Hadi bakalım.
Sonra... artık bir bakıcımız var. Herkesten, heryerden dinlediğim korkunç bakıcı hikayelerinden ödüm kopa kopa, yavaştan yavaştan arayışlarımız sürerken.. Annem gerçekten çok yoruldu, fiziksel yorgunluğu bir yana, sürekli bize, Damla'ya ve bizim eve bağımlı yaşamaktan artık dengelerini bozmaya başladı diye bir çözüm ararken... Eve ve bize bakacak bir yardımcı için üç beş hanım denemiş ve yanılmışken... Damla hanımı yuvaya mı versek diye düşünürken..
Allah bize Fatma hanımı yolladı. Sanırım Allah yolladı.
Önyargılarım (bakınız bakıcı anıları, Yasemin abla, eve erkek alan, Esra abla, bir gün önce gelip başka iş buldum yarın yokum diyen, Fatma, her ay daha yüksek maaşa iş buldum diyerek maaşını bir buçuk milyara kadar artıran, vs, vs.....) ve yargılarım (Fatma hanımın önceki çalıştığı arkadaşımın anlattıkları) arasında kıvranırken, ay ne uzun cümle oldu, iki gün önce işe başladı.
Son yargılarım:
1. Ispanaklı börek istedi canım, pide yapmış, bildiğin hazır pide, hazır aldı sandım, nefis olmuş,
2. Güler yüzlü,
3. İki hafta sonra buraya olumsuz ve ağlak bir yazı yazmaktan çok korkarak bunları yazıyorum,
4. Herşeyin hayırlısı, belki de gerçekten onu Allah göndermiştir ve herşey hakkaten çok güzel olacaktır,
5. Damla hanımla çok çabuk kaynaştı ve iyi anlaşıyor görünüyor,
6. Öyle olmasa annem resim kursuna dönmekten bahsetmezdi çünkü torununu kimseye emanet edemez o kolay kolay.
20 Kasım 2008
Rutubet ve benim delirmem
arasında çok sıkı bir ilişki var..
Hani oynatmaya az kaldı durumu!!!
Evimizi rutubet bastı.. Bu kadar ani nasıl oldu anlamadım. Hani zemin kat, biraz olur rutubet, kapris yapmayayım, sus be kadın durumu değil.. Bir anda, yere temas eden eşyalar küflenmeye başladı (yatak altı saklama kutusu gibi mesela) hatta gardrobun üzerine koyuverdiğim yastık, yatağın arkasına düşmüş oyuncak gibi... Çıldırmamak elde değil. Küf diyorum ayol bildiğin küf.. Kızımın odasına girilmiyor rutubetten...
Taşınmaya karar verdik bir anda, üst katta dört aydır boş olan daire iki gün önce tutulmuş. Şansa bak!! Uzağa gidemem, ev arayamam, uf masraf vs... Ev sahibini aradım imdaaaat diye, apartmanın alttan giden borularında kırık vardır dedi zira rutubet belli bir hat üzerinde ve bazı duvarlarda, dış cephede değil. Yöneticiyle konuşun baktırsın dedi.. Yöneticiye gittim kadın demesin mi bugün yönetimi devrediyorum!! Şansa bak, yeni yönetici kimdir, ilgilenir mi.. Bakalım dürtecez hergün boruları kontrol ettirsinler diye..
İşte böyle.
Rutubet = allerjik solunum yolu hastalıkları, astım (Allah korusun). Bil de çıldırma yahu.
Hani oynatmaya az kaldı durumu!!!
Evimizi rutubet bastı.. Bu kadar ani nasıl oldu anlamadım. Hani zemin kat, biraz olur rutubet, kapris yapmayayım, sus be kadın durumu değil.. Bir anda, yere temas eden eşyalar küflenmeye başladı (yatak altı saklama kutusu gibi mesela) hatta gardrobun üzerine koyuverdiğim yastık, yatağın arkasına düşmüş oyuncak gibi... Çıldırmamak elde değil. Küf diyorum ayol bildiğin küf.. Kızımın odasına girilmiyor rutubetten...
Taşınmaya karar verdik bir anda, üst katta dört aydır boş olan daire iki gün önce tutulmuş. Şansa bak!! Uzağa gidemem, ev arayamam, uf masraf vs... Ev sahibini aradım imdaaaat diye, apartmanın alttan giden borularında kırık vardır dedi zira rutubet belli bir hat üzerinde ve bazı duvarlarda, dış cephede değil. Yöneticiyle konuşun baktırsın dedi.. Yöneticiye gittim kadın demesin mi bugün yönetimi devrediyorum!! Şansa bak, yeni yönetici kimdir, ilgilenir mi.. Bakalım dürtecez hergün boruları kontrol ettirsinler diye..
İşte böyle.
Rutubet = allerjik solunum yolu hastalıkları, astım (Allah korusun). Bil de çıldırma yahu.
16 Kasım 2008
Buralarda yokken...
1. Grip nasıl canavarlaşıp başka birşeye dönebilir, kendinden geçip, basit bir üst solunum yolu enfeksiyonluğundan başka şeylere döner bunu öğrendim..
2. Allah dermansız dert vermesin kimseye, bu doktorlar muhterem insanlarmış bence, doğru ilaçlarla nalet bir öksürüğün şıppadanak nasıl kesilebileceğini öğrendim.
3. Mucizelerin var olduğunu öğrendim
4. Arayanlarım soranlarım hastalandığımdan dolayı merak edenlerim olduğunu öğrendim, sevindim.
5. Music Together deneme dersine gittik kızımla, eğlendik..
6. Yapıncak'ı iyi gördüm sevindim..
7. Pınar'la tanıştım, kısa sürede, çok sevdim..
8. Nalet asık suratlı bir anne olarak oyun grubuna gittim Ayça'yla Şebnem'i kızdırdım, ama söz verdim geçicek.
9. Saçlarım ne çok beyazlamış, gidip boyatamadım.
10. Sevgilim müdürlük sınavında şu an, geçen günlerde boool stresli dersli, çalışmalı acılı :) anlar yaşadık, inşallah iyi bir şekilde sonuçlanacak
11. Minik kalbimin dili iyice çözüldü, annesi gibi geveze oldu, bazen öyle şeyler söylüyor ki, oha falan oluyorum. Sabah sarılmış sırtını tıpışlarken biraz fazla mıncırdım herhalde, "tıpış istemiyooom" dedi mesela :)
12. Gerçekten Tracy doğru söylüyormuş, bu veletler aslında küçük birer insan, meleğim konuşmaya başladıkça anlıyorum ki, aslında HERŞEYİ anlıyor, HERŞEYİ düşünüyor ve HERŞEYİ hissediyorlar....
13. Ona göre yani, bu bebişlere bebiş gibi değil birey gibi davranmak konusunda çok iyi birşey yapmışız sanırım.
2. Allah dermansız dert vermesin kimseye, bu doktorlar muhterem insanlarmış bence, doğru ilaçlarla nalet bir öksürüğün şıppadanak nasıl kesilebileceğini öğrendim.
3. Mucizelerin var olduğunu öğrendim
4. Arayanlarım soranlarım hastalandığımdan dolayı merak edenlerim olduğunu öğrendim, sevindim.
5. Music Together deneme dersine gittik kızımla, eğlendik..
6. Yapıncak'ı iyi gördüm sevindim..
7. Pınar'la tanıştım, kısa sürede, çok sevdim..
8. Nalet asık suratlı bir anne olarak oyun grubuna gittim Ayça'yla Şebnem'i kızdırdım, ama söz verdim geçicek.
9. Saçlarım ne çok beyazlamış, gidip boyatamadım.
10. Sevgilim müdürlük sınavında şu an, geçen günlerde boool stresli dersli, çalışmalı acılı :) anlar yaşadık, inşallah iyi bir şekilde sonuçlanacak
11. Minik kalbimin dili iyice çözüldü, annesi gibi geveze oldu, bazen öyle şeyler söylüyor ki, oha falan oluyorum. Sabah sarılmış sırtını tıpışlarken biraz fazla mıncırdım herhalde, "tıpış istemiyooom" dedi mesela :)
12. Gerçekten Tracy doğru söylüyormuş, bu veletler aslında küçük birer insan, meleğim konuşmaya başladıkça anlıyorum ki, aslında HERŞEYİ anlıyor, HERŞEYİ düşünüyor ve HERŞEYİ hissediyorlar....
13. Ona göre yani, bu bebişlere bebiş gibi değil birey gibi davranmak konusunda çok iyi birşey yapmışız sanırım.
9 Kasım 2008
Güncelleme
Hala iyileşmedim. Beter oldum beter!!
Üst solunum yollarım kendini iyice bıraktı enfeksiyon aşağıya doğru ilerliyor
Öksürük balgam en yakın arkadaşım
Acıyın bana acıyın!!
Şimdi de nöbete gidicem ühü ühüüü
Üst solunum yollarım kendini iyice bıraktı enfeksiyon aşağıya doğru ilerliyor
Öksürük balgam en yakın arkadaşım
Acıyın bana acıyın!!
Şimdi de nöbete gidicem ühü ühüüü
6 Kasım 2008
2 Kasım 2008
Korkularımızla yüzleşmek
Benim en temel korkum şu an sanırım başaramama korkusu.
Beni esir alabiliyor zaman zaman.
Sevgilim "ne var bunda başaramayacak" deyince geçiyor.
Ben hep başaracağıma inandım genelde de istediğim şeyleri başardım.
Ama artık yaşlandığımı, geç kaldığımı, hayatın kontrolünü elimden kaçırdığımı düşünüyorum içten içe galiba.
Bilinçaltım da mı yaşlandı?
Beni esir alabiliyor zaman zaman.
Sevgilim "ne var bunda başaramayacak" deyince geçiyor.
Ben hep başaracağıma inandım genelde de istediğim şeyleri başardım.
Ama artık yaşlandığımı, geç kaldığımı, hayatın kontrolünü elimden kaçırdığımı düşünüyorum içten içe galiba.
Bilinçaltım da mı yaşlandı?
29 Ekim 2008
Hayatta mucizeler var.....
Hayatta mucizeler var...
Mucize bebekler... gerçek.. Benim minik kalbim gibi.. Elle tutulur.. Gözle görülürler. Gerçekler.
Bizim Hedike'nin ikizleri de gerçek...
Göbek kordonlarını kestim.. Kucağımda tuttum. Öptüm kokladım.
Evet varlar.
Hayatta mucizeler var.
Erkek edilgen toplum..
Not: Bu postu bloglar kapatılmadan önce, o gün yaşadığım bir olay üzerine yazmıştım...
Konuya ilgim biraz dağıldı ama buraya not düşmek için yayınlıyorum.
Hayatta büyük konuşmamak lazımmış..
Duyduğumuz ya da okuduğumuz bazı şeyler, bir kulağımızdan girip diğerinden çıkar.. Taa ki başımıza gelene kadar.. Geçen günkü ev kazaları postumda da bahsetmiştim.. Bizim başımıza geleceğine pek ihtimal vermeyiz bir çok şeyin..
Mesela, iş hayatında erkek olmanın önemi.. Gerek ve yeterliliği..
Hep düşünmüşümdür ki (ki feminist falan değilim –sadece öyle yetiştirilmediğim için bu ayrım bana saçma gelmiştir hep)… biz de erkeklerle aynı okullarda okuyoruz, aynı sınavları kazanıp aynı badirelerden geçiyoruz… Hepimiz aynı ülke vatandaşı bireyleriz.. Neden erkek kadın ayrımı olsun ki!
Erkek kardeşim de yoktu benim ve babam hepimizi de, siz kızsınız bir adım geri durun demeksizin, siz başarabilirsiniz, kendi ayaklarınızın üzerinde durabilirsiniz, yapabilirsiniz diye yetiştirdiğinden belki de, ben hiçbir zaman erkek olmadığım için eksilmedim, yüksünmedim.
Kadın olduğum için kendimi ikinci sınıf hissetmedim..
Oysa şimdi, iş hayatına girince.. Aslında herşeyin o kadar da masum olmadığını görüyorum. Erkeklerin birbirini ne kadar kayırdığını ve bunun masum nedenlerle olmadığını da..
Bizim işimizde bir miktar da kadınların seçilmesinin, aranmasının, iş ilanlarında kadın kadın doğumculara rağbet olmasının, erkeklerin piyasada sayıca da az olmasının yarattığı bir şey olabilir.
Onu bunu bilmem de, ihtisas yaparken bazı şeylerin bize değil de erkeklere özellikle öğretilmeye çalışıldığı, bazı vakalarda onların özellikle tercih edildiği, özeldeki ameliyatlara asistansa erkek asistanların götürüldüğü, kaynakların onlara getirildiği, kongrelere onların seçilerek götürüldüğü, yayın yaparken onlarla birlikte çalışılarak tercih edildiği vs.. vs.. gerçek.
Oysa ki, mademki erkekler daha güçlü, daha üstün, daha iyi, daha bişiy bişiy, neden sadece çalışıp eve para getirmekle yükümlüler de… biz madem “eksik etek”leriz, neden hem çocuk doğurmak gibi zopzor bir işi yapıp, hem eve bakmak yemek temizlik ütü yapmak hem de çalışıp para kazanmak zorundayız? Hangi erkek hem kariyer yapıp hem de birikmiş çamaşırlardan ya da yıkanmamış bulaşıklardan mutsuz oluyor ya da ütü yapamadım karımın gömlekleri buruşuk diye uykusuz kalıyor?
Peki o zaman neden sanki korunması kayırılması gereken erkeklermiş gibi, iş hayatında erkeklere öncelik tanınıyor?
Konuya ilgim biraz dağıldı ama buraya not düşmek için yayınlıyorum.
Hayatta büyük konuşmamak lazımmış..
Duyduğumuz ya da okuduğumuz bazı şeyler, bir kulağımızdan girip diğerinden çıkar.. Taa ki başımıza gelene kadar.. Geçen günkü ev kazaları postumda da bahsetmiştim.. Bizim başımıza geleceğine pek ihtimal vermeyiz bir çok şeyin..
Mesela, iş hayatında erkek olmanın önemi.. Gerek ve yeterliliği..
Hep düşünmüşümdür ki (ki feminist falan değilim –sadece öyle yetiştirilmediğim için bu ayrım bana saçma gelmiştir hep)… biz de erkeklerle aynı okullarda okuyoruz, aynı sınavları kazanıp aynı badirelerden geçiyoruz… Hepimiz aynı ülke vatandaşı bireyleriz.. Neden erkek kadın ayrımı olsun ki!
Erkek kardeşim de yoktu benim ve babam hepimizi de, siz kızsınız bir adım geri durun demeksizin, siz başarabilirsiniz, kendi ayaklarınızın üzerinde durabilirsiniz, yapabilirsiniz diye yetiştirdiğinden belki de, ben hiçbir zaman erkek olmadığım için eksilmedim, yüksünmedim.
Kadın olduğum için kendimi ikinci sınıf hissetmedim..
Oysa şimdi, iş hayatına girince.. Aslında herşeyin o kadar da masum olmadığını görüyorum. Erkeklerin birbirini ne kadar kayırdığını ve bunun masum nedenlerle olmadığını da..
Bizim işimizde bir miktar da kadınların seçilmesinin, aranmasının, iş ilanlarında kadın kadın doğumculara rağbet olmasının, erkeklerin piyasada sayıca da az olmasının yarattığı bir şey olabilir.
Onu bunu bilmem de, ihtisas yaparken bazı şeylerin bize değil de erkeklere özellikle öğretilmeye çalışıldığı, bazı vakalarda onların özellikle tercih edildiği, özeldeki ameliyatlara asistansa erkek asistanların götürüldüğü, kaynakların onlara getirildiği, kongrelere onların seçilerek götürüldüğü, yayın yaparken onlarla birlikte çalışılarak tercih edildiği vs.. vs.. gerçek.
Oysa ki, mademki erkekler daha güçlü, daha üstün, daha iyi, daha bişiy bişiy, neden sadece çalışıp eve para getirmekle yükümlüler de… biz madem “eksik etek”leriz, neden hem çocuk doğurmak gibi zopzor bir işi yapıp, hem eve bakmak yemek temizlik ütü yapmak hem de çalışıp para kazanmak zorundayız? Hangi erkek hem kariyer yapıp hem de birikmiş çamaşırlardan ya da yıkanmamış bulaşıklardan mutsuz oluyor ya da ütü yapamadım karımın gömlekleri buruşuk diye uykusuz kalıyor?
Peki o zaman neden sanki korunması kayırılması gereken erkeklermiş gibi, iş hayatında erkeklere öncelik tanınıyor?
23 Ekim 2008
Yeni babalara öğütler!!!
Önce taze baba fotoları....
Hayatımda tanıdığım en şefkatli taze baba..
Hayatımda tanıdığım en şirin taze baba..
Hayatımda tanıdığım en heyecanlı taze baba..
Hayatımda tanıdığım en yakışıklı taze baba..
Hayatımda tanıdığım en şefkatli taze baba..
Hayatımda tanıdığım en şirin taze baba..
Hayatımda tanıdığım en heyecanlı taze baba..
Hayatımda tanıdığım en yakışıklı taze baba..
Şimdi gelelim konuya:
Epeydir Tracy’nin kitaplarına gömülmüş durumdayım ve oku oku oku bitiremiyorum. Birçok bölümü Türkçeleştirmek ve blogda ya da oyun grubu web sitesinde paylaşmak istiyor, ancak bunun için kitapların üçünü de bitirip işaretlediğim bölümlere tekrar dönmek istiyordum. Ancak bu aşağıdakileri görünce bekleyemedim, hemen yazmak istedim.. Belki de bunları buradan hiçbir baba okumayacak ama burada duracaklar ve ben kısmetse jr’ı doğurabilirsem sevgilime okuyacağım hahaha
Doğum yapmamış ve tüm gününü yeni doğan bir bebekle geçirmeyen babalara öğütler*
(*Tracy Hogg – Secrets of The Baby Whisperer’dan kısaltılmıştır)
Sayın taze babalar
Bunları Yapın:
İşten bir hafta ya da daha fazla izin alın; eğer alamıyorsanız ve durumunuz uygunsa ev işlerini yapması için birini tutun
Çözüm önermeden dinleyin
Sevgiyle ve yorum yapmadan destek sunun
Yardımınızı istemediğini söylerse, hayır’ı cevap olarak kabul edin
İstemesine gerek bırakmadan, alışveriş, temizlik, süpürge yapın
“Kendim gibi hissetmiyorum” dediği zaman iyi bir sebebi olduğunu bilin
Bunları Yapmayın:
Duygusal ya da fiziksel problemlerini “düzeltmeye” çalışmayın
Onu yönetmeyin ya da aşağılamayın – bir ev köpeği gibi sırtını tıpışlayarak “Aferin” demeyin
Kendi evinizin mutfağına girip yüksek sesle birşeylerin nerde durduğunu sormayın
Karşısına geçip onu eleştirmeyin
Marketten arayıp, istediği herhangi birşeyin kalmadığını söyleyip onun yerine ne alacağınızı sormayın, kendiniz karar verin…………
Doğum yapmamış ve tüm gününü yeni doğan bir bebekle geçirmeyen babalara öğütler*
(*Tracy Hogg – Secrets of The Baby Whisperer’dan kısaltılmıştır)
Sayın taze babalar
Bunları Yapın:
İşten bir hafta ya da daha fazla izin alın; eğer alamıyorsanız ve durumunuz uygunsa ev işlerini yapması için birini tutun
Çözüm önermeden dinleyin
Sevgiyle ve yorum yapmadan destek sunun
Yardımınızı istemediğini söylerse, hayır’ı cevap olarak kabul edin
İstemesine gerek bırakmadan, alışveriş, temizlik, süpürge yapın
“Kendim gibi hissetmiyorum” dediği zaman iyi bir sebebi olduğunu bilin
Bunları Yapmayın:
Duygusal ya da fiziksel problemlerini “düzeltmeye” çalışmayın
Onu yönetmeyin ya da aşağılamayın – bir ev köpeği gibi sırtını tıpışlayarak “Aferin” demeyin
Kendi evinizin mutfağına girip yüksek sesle birşeylerin nerde durduğunu sormayın
Karşısına geçip onu eleştirmeyin
Marketten arayıp, istediği herhangi birşeyin kalmadığını söyleyip onun yerine ne alacağınızı sormayın, kendiniz karar verin…………
22 Ekim 2008
Doktor olmak için 10 neden
Foto postla ilgili değil... Yaşama sevinci ile ilgili.
Bu postu yazmak ne zamandır aklımda vardı; neden yaptım ben bunu kendime, neden dr oldum diye sorup dururken bir bakayım nedenmiş demiştim....
(Bunlar bir cerrahi bölüm asistanı olarak benim deneyimlediğim ve yaşadığım şeyler, kendi uydurmalarım yani hehehe)
1. Kendine iyi bir yatak almana gerek yok, çünkü gecelerinin yarısında uyumak için bu yatağı değil hastanedeki bulduğun herhangi bir yeri – çekyat, hasta yatağı, sedye… kullanacağın için yatağa verdiğin para boşa gider.
2. Kuaför masrafı yok, saçını kırmızıya boyatmak istesen de boyatamazsın çünkü ameliyathane bonesinin altında saçın görünmez..
3. Makyaj yapmana da gerek yok.. Maske onu da saklar. Makyaj malzemesi masrafı da yok yani..
4. Yeni kıyafetler almana gerek yok. Sabah üstüne ne giyersen giy önlüğün altında görünmeyeceğinden bir süre sonra kot tişört çemberine girer ve çıkamazsın.
5. Çocuk yapmasan iyi olur (e bu da bişiy, böylece otomatikmen birçok dertten kurtuluyorsun). Mesela, çalışan bir annenin sabah işe gidip akşam gelmemesi açıklanabilir bebeğe ama haftada en az iki kez sabah gidip iki gün gelmemesi, gece evde olmaması çok zor açıklanabilir (sen git doğurttuğun bebeklerin annesi ol bizzat duyulmuş bir laftır)
6. Ev almana gerek kalmıyor çünkü pek gidemiyorsun.. Ama komşu alsan fena olmaz, çocuğuna bakar arada yemek falan yapar..
7. Haftasonları, bayramlarda, yılbaşında nöbetlerin olduğundan öyle seyahat, tatil, yok vizeydi, pasaporttu, tur ayarla, bilet bul gibi sorunların olmaz.
8. Kurban bayramında kurban masrafın yok çünkü nöbette olduğundan kurban kesemezsin.. Bir gün nöbet bir gün evde uyku, bir gün nöbet birgün uyku.. Bayram bitti zaten!
9. Büyük ekran televizyon, DVD player, müzik seti gibi masraflara girmezsin, evdeysen de dinlenme modunda olduğundan seyredip dinleyemeyeceksin zaten.
10. Telefon faturası az gelir, ya ameliyatta ya da uyuyor olursun zira, telefonla konuşmaya da vaktin olmaz.
Not 1: Berna, ÖDÜL için teşekkürler... Ben de blogumu okuyan herkese (kim olduklarını çoğunlukla hiiiiç bilmesem de) devrediyorum bu ödülü...
Not 2: Bugün bir hayat kurtardım. Tek başıma değil, iyi, işini seven, insanları seven, bir hayat için saniyelerin önemini bilen, kendi ve bebeğinin hayatı tehlikede bir anneyi titiz bir aceleyle 10 dakika içinde ameliyata hazır eden bir ekiple.. Bize çok geç ve nedensiz sevkedilmesi nedeniyle bebeği kurtaramadık. Yüksek dikkatle erken tanı ve yeterli acil müdahale ile anneyi kurtardık..
Farkında mısınız, bir hayat kurtardık, bizim işimiz ne güzel dedim...
Cevap: Hastanın kocası acilde hastayı muayene eden ve ameliyathaneye kadar eşlik eden, endişe eden, acele eden, strese giren, daha çabuk üst kata çıksın diye sedyeyi iten ellere yardım eden, cep telefonuyla ekibi arayarak daha çabuk alertness oluşturan doktoru dövdü.
Cevabın sorusu: Neden?
19 Ekim 2008
Arkadaş edinmek için geç mi kalmıştım..
Geçen senelerden birinde, 30'lu yaşlarıma adım da atmışken, arkadaş edinmek için artık çok geç demiştim kendi kendime...
Bunun kaderin bir işi olduğunu, insanın ilkgençlik yaşlarında karşısına çıkan arkadaşlarının öyle iyi, öyle iyi olması gerekliymiş ki, o günlerden taaa bu zor ve karanlık şehir stresinin hepimizi boğduğu, hayatımızı vakitsizliğin esir aldığı günlere kadar gelebilmesi mümkün olabilsinmiş diye düşünmüştüm..
Hayat bana bu konuda acımasız davranmış, çook sevdiğim, zar zor badirelerle edindiğim, oğlaklığından mı nedir kendim gibi sevdiğim arkadaşımı da çoook uzaklara savurmuştu (buna da ayrıca sitem ederim hep zaten).
Ne bileyim, hiç de öyle değilmiş.. İnsan otuzundan sonra arkadaş da edinirmiş, biraz zorlarsa dost da edinirmiş.
Bunun kaderin bir işi olduğunu, insanın ilkgençlik yaşlarında karşısına çıkan arkadaşlarının öyle iyi, öyle iyi olması gerekliymiş ki, o günlerden taaa bu zor ve karanlık şehir stresinin hepimizi boğduğu, hayatımızı vakitsizliğin esir aldığı günlere kadar gelebilmesi mümkün olabilsinmiş diye düşünmüştüm..
Hayat bana bu konuda acımasız davranmış, çook sevdiğim, zar zor badirelerle edindiğim, oğlaklığından mı nedir kendim gibi sevdiğim arkadaşımı da çoook uzaklara savurmuştu (buna da ayrıca sitem ederim hep zaten).
Ne bileyim, hiç de öyle değilmiş.. İnsan otuzundan sonra arkadaş da edinirmiş, biraz zorlarsa dost da edinirmiş.
18 Ekim 2008
Normali normal doğum
Öyleyse neden kadınlar sezaryen olmak ister?
Normali normal doğum.. Fizyolojik.. Doğum sonrası hooop hiçbirşey olmamış gibi ayağa kalkıyorsunuz… Bir mucize eseri olan vagina, esnek katlantıları (rugalar) sayesinde koca bir bebeği çıkardıktan sonra kısmen de olsa eski haline dönüyor.. Normal doğumda süt daha çabuk geliyor, bebeğini kucağına alıp emziriyorsun.. Hatta yürüyerek evine gidiyorsun.. Ameliyatın beraberinde getirdiği riskler yok.. Narkoz riski, masada kalma riski, ameliyat komplikasyonları (mesane yaralanması, barsak yaralanması, karın içinde iç organların birbirine yapışmasına neden olan yapışıklıklar) riski yok. Bebeğin akciğerlerindeki sıvı boşaldığından daha rahat nefes alıyor.
Yanlış anlaşılmasın, bu normal doğumu savunan bir yazı olmadığı gibi sezeryanı savunan bir yazı da değil… Zira uğraşsam sezeryanı da savunabilirim… Ama anlatmak istediğim bu değil de, başka bir şey..
Biz insanlar acı çekmekten çok korkuyoruz, ben bunu söylemek istiyorum asıl. Kendi adıma konuşacağım, yıllardan beri kadınların doğum yaparken nasıl acı çektiğini görüyorum (çalıştığım merkezde epiduralle normal doğum yapılmıyor, kaldı ki epidural yapılsa bile tutmama riski var ya da epidural için gereken anı yakalayamama riski de var).. Kadınların acı çekerken nasıl kendilerinden geçtiğini, en mantıklı, kültürlü, bilgili olanların bile ağrıyla nasıl değiştiğini, kesin beni, öldürün beni diye bağırdığını görmek bende bir ağrı fobisi oluşturuyor.. Belki dişçide en ufak bir işlemi bile anestezisiz yaptıramamam, HSG’yi uyumadan çektirememem, normal doğum yaptığımı gözümün önüne bile getirememem de bundan olabilir. Bilmiyorum.
Burada antiparantez bir not, evet sezeryan oldum ben ama endikasyonu vardı. IVF gebelikleri (hele de uzun denemeler sonrası olanlar) normal doğurtulmuyor. Sezeryanın en büyük avantajı, yıllar içinde bu kadar çok tercih edilmesinin nedeni, normal doğum eyleminin bebek üzerinde yarattığı riskleri ortadan kaldırması. Bu nedenle, bebeğin riske atılamayacağı durumlarda, tekrarlayan düşükler, tüp bebek, aşılama gibi tedavi ile olan gebelikler gibi durumlarda tercih ediliyor.
Benim karar veremediğim, doktorum “seni sezeryanla doğurtacağım” demeseydi, ben normal doğurur muydum… Bunu sıkça düşünüyorum. Şu anda sancı çeken gebelerden oluşmuş bir çok sesli koro eşliğinde yazıyorum bunları. Karar vermekte zorlanmam, yıllardır sürekli duyduğum ve bilinç altımda yankılanan bu sesler.. Bu acıları çekmeyi ben göze alabilir miydim?
Normali normal doğum.. Fizyolojik.. Doğum sonrası hooop hiçbirşey olmamış gibi ayağa kalkıyorsunuz… Bir mucize eseri olan vagina, esnek katlantıları (rugalar) sayesinde koca bir bebeği çıkardıktan sonra kısmen de olsa eski haline dönüyor.. Normal doğumda süt daha çabuk geliyor, bebeğini kucağına alıp emziriyorsun.. Hatta yürüyerek evine gidiyorsun.. Ameliyatın beraberinde getirdiği riskler yok.. Narkoz riski, masada kalma riski, ameliyat komplikasyonları (mesane yaralanması, barsak yaralanması, karın içinde iç organların birbirine yapışmasına neden olan yapışıklıklar) riski yok. Bebeğin akciğerlerindeki sıvı boşaldığından daha rahat nefes alıyor.
Yanlış anlaşılmasın, bu normal doğumu savunan bir yazı olmadığı gibi sezeryanı savunan bir yazı da değil… Zira uğraşsam sezeryanı da savunabilirim… Ama anlatmak istediğim bu değil de, başka bir şey..
Biz insanlar acı çekmekten çok korkuyoruz, ben bunu söylemek istiyorum asıl. Kendi adıma konuşacağım, yıllardan beri kadınların doğum yaparken nasıl acı çektiğini görüyorum (çalıştığım merkezde epiduralle normal doğum yapılmıyor, kaldı ki epidural yapılsa bile tutmama riski var ya da epidural için gereken anı yakalayamama riski de var).. Kadınların acı çekerken nasıl kendilerinden geçtiğini, en mantıklı, kültürlü, bilgili olanların bile ağrıyla nasıl değiştiğini, kesin beni, öldürün beni diye bağırdığını görmek bende bir ağrı fobisi oluşturuyor.. Belki dişçide en ufak bir işlemi bile anestezisiz yaptıramamam, HSG’yi uyumadan çektirememem, normal doğum yaptığımı gözümün önüne bile getirememem de bundan olabilir. Bilmiyorum.
Burada antiparantez bir not, evet sezeryan oldum ben ama endikasyonu vardı. IVF gebelikleri (hele de uzun denemeler sonrası olanlar) normal doğurtulmuyor. Sezeryanın en büyük avantajı, yıllar içinde bu kadar çok tercih edilmesinin nedeni, normal doğum eyleminin bebek üzerinde yarattığı riskleri ortadan kaldırması. Bu nedenle, bebeğin riske atılamayacağı durumlarda, tekrarlayan düşükler, tüp bebek, aşılama gibi tedavi ile olan gebelikler gibi durumlarda tercih ediliyor.
Benim karar veremediğim, doktorum “seni sezeryanla doğurtacağım” demeseydi, ben normal doğurur muydum… Bunu sıkça düşünüyorum. Şu anda sancı çeken gebelerden oluşmuş bir çok sesli koro eşliğinde yazıyorum bunları. Karar vermekte zorlanmam, yıllardır sürekli duyduğum ve bilinç altımda yankılanan bu sesler.. Bu acıları çekmeyi ben göze alabilir miydim?
16 Ekim 2008
15 Ekim 2008
Paranla rezil olmak ne rezil bir durum
Bu yazıyı okumadan önce gerilim katsayınızı düşürmek için kışlık Damla'ya bakabilirsiniz... Çünkü bu elektrikli bi yazı hahahaha
Paranla rezil olmak: 1
Normal bayanların tam gün aldığına yakın bir ücret ve çok iyi çalışma şartları önermemize rağmen, yaklaşık 3 aydır yarım gün çalışacak bir bayan bulamıyoruz. Ev işlerine yardımcı bayan aranıyor ilanlarının çokluğu hep dikkatimi çekerdi, meğer aranıp bulunamadığındanmış.
Ya hepsi tok alıcı, ya da paranın hiç kıymeti kalmamış.
En son, uzun süredir iş arayan ve bizimle tanıştığında çook sevinen (sevinmiş gibi yapan?) Fatma hanım da, işe ilk başladığı günden, hatta evi öğrenmek için ilk gelişinde, "Ufff bu yol çok uzak, ne yapsak, nasıl gidicem" diye söylenmeye başladı.
Ben de ona "E be Fatma hanım, sen Koşuyolu nerdedir bilmiyor muydun, niye sormadın, işi ona göre kabul etmedin, trafik saatinde çıkma dememize rağmen niye sabahın 8'inde yola çıktın" demedim.
Yeni birini aramaya başladım.
Bu arada, annemin kapıcısı da çook hevesli olduğu halde sonradan binbir dolapla beni atlatmıştı, meğer, kaynanası orda sana çocuk da baktırırlar, yemek de yaptırırlar, hem Cemile'ye de ayıp olur demiş (Cemile bana iki haftada bir temizliğe gelendi ama bazen haber vermeden gelmediği için onunla çalışmayı bıraktım zaten). Ben de, bu annemin kapıcısına, gerçekte vereceğimin 2 katı ücreti kaçırdığını, başkasını bulduğumu söyledim. Haliyle içine oturdu. Ertesi gün gelip anneme "Allah'tan ümit kesilmez abla, sizin kadın gelmediyse ben geleyim" diye gelmiş. Demek ki neymiş, para ortaya çıkınca Cemile de akraba da yalan olmuş. Annem, "e hergün geldiğin evde tabii ki yemek yapacaktın, ya ne yapacaktın.. (Herhalde Seda Sayan izlemesine izin vereceğimi sanıyor.) Yeri gelirse çocuğu da bırakacaktık... demiş.. Şimdi benim gerçekte vereceğim paraya, bir villaya tam gün başlamış. Biraz görsün dünyanın kaç bucak olduğunu 200 m2 evde tam gün, Fatma hanım da yolu bahane edip bıraksın işi, diyeceğim ki, gel aynı paraya bende yarım gün çalış..
Paranla rezil olmak:2
İkizlerle annesi ve babası dün taşındı.
İnternetten MNG kargo diye buldukları şirket, 5 saat geç, MND kargo olarak, malzemesiz, köpük - battaniye - varil - koli vs şeylersiz, düz bir kamyonla ve 6 Türkmen tıfıl gençle geldi. Gece 2'de anca eşyaları yeni eve atıp kaçtılar.. Şu anda ikizlerle annesi bizde, sinirleri yıpranmış, ömürlerinden ömür gitmiş şekilde uyuyor. Eşyalar odaların ortalarına yığılı gidip yerleştirmemizi bekliyor.
Bizim kamyonun başka işi çıktı diye başka birini yollayan sahte MNG adıyla internetten insanları AVLAYAN sonra da rezil eden İzzet denen adam, Allah'ından bul. Evden eve nakliyat bu mu hıyar herif!!
10 Ekim 2008
Ev kazaları hep başkalarının başına mı gelir?
İnsanın korktuğu başına gelince kendini iyice salak hissediyor!!
Canımdan canım gitti, aklıma gelen başıma geldi, ne diyeceğimi bilemedim!
Dünyadaki çocuk ölümlerinin birçoğu -yüzde bilmemkaçı- ev kazaları yüzünden olur diye okumuştum bir yerde.. Hiç üzerime alınmamıştım. Doğrusu ya, evde hiç önlem almadım kızım doğunca. Ona herşeyi, riskleri, tehlikeleri doğduğundan beri anlattım, hep yanında oldum, hiç bırakmadım onu tek başına. Ben yoksam da mutlaka birinin gözetimi altında bulundu.
Hatayı nerde yaptım? Ev kazaları hep çocuklar yalnızken olur sanmakla. Bize olmaz sanmakla. Bizim başımıza gelmez sanmakla. Korktuğum başıma gelmez sanmakla.
Saniyeler içinde olabileceğini düşünemedim hiçbirşeyin. Oda kapılarına takılı anahtarlar her baktığımda, birgün Damla kendini kilitler mi acaba diye düşündüm.. Begüm de kalmıştı, hep duyuyoruz, sakın Damla da yapmasın dedim.. Son günlerde topuz şeklindeki kapı kollarına takmıştı kafayı, kilitlere basıp duruyordu, sürekli oynuyordu ama bunun olacağı hiç aklıma gelmemişti. Neden acaba!
Koca bir salağım da ondan!
Ayrıca kocam apartman toplantısına giderken de, cep telefonunu al, birşey olursa nasıl haber verecem diye kötüyü de çağıran bendim.
Sonra, tam oyun oynarken, an içinde, Damla koridora geçip el salladı, Ayşee dedi (Ayşe ablasıyla gülüşüyorlardı) ve kapıyı küt diye kapattı. Işığın yanıp yanmadığını bile bilmediğim, camsız, arkası görünmeyen, altı tamamen kapalı ve tek taraflı açılabilen kapıyı KÜTTTT diye kapatıp topuzun düğmesine basarak kilitledi.
Bir saniye içinde.
Anında.
Sonra, önce oyuna devam ettiğini sandı. Ayşe Ayşe diye bağırmaya devam etti. Sonra kapı açılmayınca bağırmaya başladı. Benim de sesim titremeye..
Sonra, annemi aradım. Ayşe, babamızı çağırmaya koştu. Ben panikledim.
Osman gelir gelmez kapıyı kırmak için omuzlamaya başladı. Damla sese korkup ağlamaya. Ben de onun sesine ağlamaya.
Bebeğimi kucağıma aldığım an, kendi salaklığım nedeniyle sinir krizi geçirdim.
Önce beni, sonra kızımı sakinleştirdiler.
Bu olaydan alınacak dersler:
1. KORKTUĞUN HEP BAŞINA GELİR.
2. GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ.
3. SALAKLIK ETME. ÖNLEM AL.
Not: İleride bir gün minik kalbimin kurduğu ilk uzun cümle nedir diye hatırlamak istersek diye yazıyorum:
Anneanne biraz daha çorba istiyom.
Canımdan canım gitti, aklıma gelen başıma geldi, ne diyeceğimi bilemedim!
Dünyadaki çocuk ölümlerinin birçoğu -yüzde bilmemkaçı- ev kazaları yüzünden olur diye okumuştum bir yerde.. Hiç üzerime alınmamıştım. Doğrusu ya, evde hiç önlem almadım kızım doğunca. Ona herşeyi, riskleri, tehlikeleri doğduğundan beri anlattım, hep yanında oldum, hiç bırakmadım onu tek başına. Ben yoksam da mutlaka birinin gözetimi altında bulundu.
Hatayı nerde yaptım? Ev kazaları hep çocuklar yalnızken olur sanmakla. Bize olmaz sanmakla. Bizim başımıza gelmez sanmakla. Korktuğum başıma gelmez sanmakla.
Saniyeler içinde olabileceğini düşünemedim hiçbirşeyin. Oda kapılarına takılı anahtarlar her baktığımda, birgün Damla kendini kilitler mi acaba diye düşündüm.. Begüm de kalmıştı, hep duyuyoruz, sakın Damla da yapmasın dedim.. Son günlerde topuz şeklindeki kapı kollarına takmıştı kafayı, kilitlere basıp duruyordu, sürekli oynuyordu ama bunun olacağı hiç aklıma gelmemişti. Neden acaba!
Koca bir salağım da ondan!
Ayrıca kocam apartman toplantısına giderken de, cep telefonunu al, birşey olursa nasıl haber verecem diye kötüyü de çağıran bendim.
Sonra, tam oyun oynarken, an içinde, Damla koridora geçip el salladı, Ayşee dedi (Ayşe ablasıyla gülüşüyorlardı) ve kapıyı küt diye kapattı. Işığın yanıp yanmadığını bile bilmediğim, camsız, arkası görünmeyen, altı tamamen kapalı ve tek taraflı açılabilen kapıyı KÜTTTT diye kapatıp topuzun düğmesine basarak kilitledi.
Bir saniye içinde.
Anında.
Sonra, önce oyuna devam ettiğini sandı. Ayşe Ayşe diye bağırmaya devam etti. Sonra kapı açılmayınca bağırmaya başladı. Benim de sesim titremeye..
Sonra, annemi aradım. Ayşe, babamızı çağırmaya koştu. Ben panikledim.
Osman gelir gelmez kapıyı kırmak için omuzlamaya başladı. Damla sese korkup ağlamaya. Ben de onun sesine ağlamaya.
Bebeğimi kucağıma aldığım an, kendi salaklığım nedeniyle sinir krizi geçirdim.
Önce beni, sonra kızımı sakinleştirdiler.
Bu olaydan alınacak dersler:
1. KORKTUĞUN HEP BAŞINA GELİR.
2. GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ.
3. SALAKLIK ETME. ÖNLEM AL.
Not: İleride bir gün minik kalbimin kurduğu ilk uzun cümle nedir diye hatırlamak istersek diye yazıyorum:
Anneanne biraz daha çorba istiyom.
8 Ekim 2008
Süper anne değilim.. Olmaya niyetli miyim?
Bu postu, vicdan muhasebesi için mi yazıyorum? Destek mi arıyorum? Nereye gittiğim konusunda kafam mı karışık?
Bir anne neler yapar / neler yapmalı?
Yavrusunu besler, onunla oynar, uyutur, uyanınca yanında olur.
Bir evkadını neler yapar?
Eşini besler, onunla oynar, yanında olur, evine bakar, temizler toplar, ilgilenir.
Bir çalışan ne yapar?
İşine gider, (doktorsa) hastaları sever, ilgilenir, muayene eder, nöbet tutar ve böylece mesai dışındaki zamanların da bir kısmını işinde geçirir, tüm gün hastayım-yorgunum demeden ameliyat yapar
Bir kadın ne yapar?
Spor yapar, sosyal olaylara katılır, gezer dolaşır, alışveriş yapar, arada TV izler, sinemaya gider, kuaföre gider, kitap okur. Seyahat eder.
Bir kişi bunların en fazla kaçını bir arada yapabilir?
Kaç tane sıfat seçebilirim aradan? Anne ve çalışan kadın mı? (E sevgilim ne olacak? evim?)
Anne ve kadın mı? (İşim, kocam evim ne olacak?)
Anne ve eş mi? (Kendim ne olacağım??)
Hepsini birden OLMAK ZORUNDAYSAN ve görevlerin hepsini de yerine getirmek istiyor ya da ZORUNDAYSAN ne olacaksın:
SÜPER ANNEEEEEE
Ya da benim gibi hepsini yapmak ister, bazılarını ucundan biraz yapar, sonuçta hiçbirini hakkıyla yapamazsın. Hele de oğlak burcu mükemmelliyetçi takıntılı biriysen,
sonunda depresyona girersin.
Hangisinden ayrılabilirim kendimi biraz rahatlatmak için? Evimden işimden bebişimden kendimden?
Saçma bir post oldu okuyanlar için, zaten kimse beni anlasın ya da acısın diye de yazmıyorum ki, kafamı netleştirmek için yazıyorum. Sonuçta varmak istediğim nokta şu: Ne yapsam da, ne kadar çabalasam da, kimde beni takdir etmiyor, aa işten gelip yemek yapabilmişsin şahane olmuş, ya da aaa evi süpürmüşsün, ne kadar temiz olmuş.. Aaa bugün nöbette sabaha kadar beş ameliyat yapmışsın ne güzel aferin, ödül olarak ertesi gün de dört tane yap.. Aaaa bugün gündüz beş sezaryene girmişsin, akşam da ödül olarak bebişi parka götür... demiyor kimse malesef.
Sonuçta bir kadın doğum asistanıyım ve bir günüme malesef en çok iki kimliğe ait aktivite sığıyor.. Mesela bu ay doğumhanede gündüz o kadar çok yoruluyorum ki, (en az beş ameliyat her gün), akşam ne kızımla ne kendimle ne sevgilimle ilgilenecek halim kalıyor. Birisi yemek yapmışsa (anneme sağolsun) yedikten sonra cup yatak.. Saat sekizde uyku... Yüzmeyi bıraktım bu ay mesela.. Meditasyon yapardım kendim için, onu hepten bıraktım. Nerdeee günde kırk dakika ayırıcam kendime!!!!
Hatayı baştan yapmışım da haberim yok. Evlenip yuva kurayım, hele ki üç çocuk istiyorum, onlara bakıp büyüteyim cümlesine, bu kadar yıl okudum tıpta, bari uzman olacaksam da sağlam bişey olsun en iyisi, kadın doğumcu olayım şeklinde bitirmemeliymişim. Anne olmak çok önemli benim için, bari rahat bir bölüm seçeyim de işte çok yorulmayayım diye bitmeliymiş.
Gerçi anneyi de 30 yaşından sonra oldum ya, o da ayrı bir konu!!
Bu yazı bitti ama benim söyleyeceklerim bitmedi.
Devam edecek.
Bir anne neler yapar / neler yapmalı?
Yavrusunu besler, onunla oynar, uyutur, uyanınca yanında olur.
Bir evkadını neler yapar?
Eşini besler, onunla oynar, yanında olur, evine bakar, temizler toplar, ilgilenir.
Bir çalışan ne yapar?
İşine gider, (doktorsa) hastaları sever, ilgilenir, muayene eder, nöbet tutar ve böylece mesai dışındaki zamanların da bir kısmını işinde geçirir, tüm gün hastayım-yorgunum demeden ameliyat yapar
Bir kadın ne yapar?
Spor yapar, sosyal olaylara katılır, gezer dolaşır, alışveriş yapar, arada TV izler, sinemaya gider, kuaföre gider, kitap okur. Seyahat eder.
Bir kişi bunların en fazla kaçını bir arada yapabilir?
Kaç tane sıfat seçebilirim aradan? Anne ve çalışan kadın mı? (E sevgilim ne olacak? evim?)
Anne ve kadın mı? (İşim, kocam evim ne olacak?)
Anne ve eş mi? (Kendim ne olacağım??)
Hepsini birden OLMAK ZORUNDAYSAN ve görevlerin hepsini de yerine getirmek istiyor ya da ZORUNDAYSAN ne olacaksın:
SÜPER ANNEEEEEE
Ya da benim gibi hepsini yapmak ister, bazılarını ucundan biraz yapar, sonuçta hiçbirini hakkıyla yapamazsın. Hele de oğlak burcu mükemmelliyetçi takıntılı biriysen,
sonunda depresyona girersin.
Hangisinden ayrılabilirim kendimi biraz rahatlatmak için? Evimden işimden bebişimden kendimden?
Saçma bir post oldu okuyanlar için, zaten kimse beni anlasın ya da acısın diye de yazmıyorum ki, kafamı netleştirmek için yazıyorum. Sonuçta varmak istediğim nokta şu: Ne yapsam da, ne kadar çabalasam da, kimde beni takdir etmiyor, aa işten gelip yemek yapabilmişsin şahane olmuş, ya da aaa evi süpürmüşsün, ne kadar temiz olmuş.. Aaa bugün nöbette sabaha kadar beş ameliyat yapmışsın ne güzel aferin, ödül olarak ertesi gün de dört tane yap.. Aaaa bugün gündüz beş sezaryene girmişsin, akşam da ödül olarak bebişi parka götür... demiyor kimse malesef.
Sonuçta bir kadın doğum asistanıyım ve bir günüme malesef en çok iki kimliğe ait aktivite sığıyor.. Mesela bu ay doğumhanede gündüz o kadar çok yoruluyorum ki, (en az beş ameliyat her gün), akşam ne kızımla ne kendimle ne sevgilimle ilgilenecek halim kalıyor. Birisi yemek yapmışsa (anneme sağolsun) yedikten sonra cup yatak.. Saat sekizde uyku... Yüzmeyi bıraktım bu ay mesela.. Meditasyon yapardım kendim için, onu hepten bıraktım. Nerdeee günde kırk dakika ayırıcam kendime!!!!
Hatayı baştan yapmışım da haberim yok. Evlenip yuva kurayım, hele ki üç çocuk istiyorum, onlara bakıp büyüteyim cümlesine, bu kadar yıl okudum tıpta, bari uzman olacaksam da sağlam bişey olsun en iyisi, kadın doğumcu olayım şeklinde bitirmemeliymişim. Anne olmak çok önemli benim için, bari rahat bir bölüm seçeyim de işte çok yorulmayayım diye bitmeliymiş.
Gerçi anneyi de 30 yaşından sonra oldum ya, o da ayrı bir konu!!
Bu yazı bitti ama benim söyleyeceklerim bitmedi.
Devam edecek.
5 Ekim 2008
İkizler. İki taneler. Aynılar.
Bayram yemeği
Ben toplu aile yemeklerini, hep beraber masada yenen uzuun sohbetli kahvaltıları, kalabalık toplantıları çok severim.
Yalnızlık fobim mi var? Burcum gereği mi böyleyim?
Cevabını bilmiyorum..
Ama şunu söyleyeyim, bu sene bayramın 1. günü annemde ve 3. günü bizde yenen yemeklerin tadı damağımda kaldı.
Annemde ailecektik.
Tavuklu pilavımızı yedik.
Üçüncü günü, bizim evde birbirinden güzel üç bebiş ve onların onlar kadar güzel aileleriyle şahane bir sofrada (annecim ellerine sağlık) buluştuk.
Gelenlerin, yiyenlerin, bizimle birlikte olanların ve olanların ayaklarına, gönlüne sağlık....
Yalnızlık fobim mi var? Burcum gereği mi böyleyim?
Cevabını bilmiyorum..
Ama şunu söyleyeyim, bu sene bayramın 1. günü annemde ve 3. günü bizde yenen yemeklerin tadı damağımda kaldı.
Annemde ailecektik.
Tavuklu pilavımızı yedik.
Üçüncü günü, bizim evde birbirinden güzel üç bebiş ve onların onlar kadar güzel aileleriyle şahane bir sofrada (annecim ellerine sağlık) buluştuk.
Gelenlerin, yiyenlerin, bizimle birlikte olanların ve olanların ayaklarına, gönlüne sağlık....
4 Ekim 2008
Evimizin alt sokağında bir gizli bahçe...
Ben sessiz, sakin, ağaçlı, çimenli yerleri gerçekten çok severim.
Bahçelere bayılırım.
Bahçesi var diye zemin kat bir evde oturuyoruz mesela....
Kalabalık gürültülü yerlerden nefret ederim... Mesela parasını ödediğimiz halde böyle bir tatil köyünde kalmayıp, sessiz sakin huzurlu Paradise Garden butik otele gidip kalmışlığımız vardır.
Bu nedenle, evimizin bir alt sokağındaki, hergün işe giderken önünden geçtiğim, yıllardır bir kez bile gitmediğim bu parkı görünce çooook şaşırdım!
Apartmanların arasına sıkışıp kalmış bir gizli bahçe.. Sessiz, sakin, huzurlu.. Çocuk parkı, banklar, spor aletleri, piknik masaları...
Ben bu parkı çook sevdim.. Bundan sonra hergün ordayım, beklerim :)
Bkz: Fahri Erdoğmuş Parkı, Barbaros Mh, Üsküdar.
How to build a toy kitchen
How to build a toy kitchen diye google'da arama yaptığımda karşıma çıkan şu: sitedeki bu mutfak mıydı bana ilham veren bilmiyorum.. Ya da er geç bir mutfak yapacaktım kızıma (Ayça her zaman kendin yap diyerek bende bu duyguyu oluşturmuş olabilir), ama ne zaman bu işe girişeceğimi bilmiyordum.. Taa ki Toyiki'de şu bomboş duran
Cherie bebek standını görene kadar.. O an evdeki malzemeler ve teyzoş Ayçaada'nın yeteneğinin benim fikirlerimle birleşince harika olabileceğini hissettim.
Ayça ile dün gece on buçukta buluştuk, gece 3'e kadar çalıştık. Ertesi gün 12'de Damla hanımın uyumasıyla babamız da bize katıldı ve saat üç gibi mutfağımız hazırdı..
Ayça ile dün gece on buçukta buluştuk, gece 3'e kadar çalıştık. Ertesi gün 12'de Damla hanımın uyumasıyla babamız da bize katıldı ve saat üç gibi mutfağımız hazırdı..
Bu projeden ilham almak isteyen anne babalar olursa diye, kullandığımız malzemeleri ve adım adım mutfağın yapılışını anlatacağım..
Kullanılan malzemeler:
İki adet Cherie oyuncak bebek standı (karton)
Bir adet tuvalet adaptörü kutusu (yan duvar), converse ayakkabı kutusu (fırın) ve çizme kutusu (diğer yan duvar)
Bir adet tuvalet adaptörü kutusu (yan duvar), converse ayakkabı kutusu (fırın) ve çizme kutusu (diğer yan duvar)
lavabo için dikdörtgen saklama kutusu ve eski bir batarya
Bolca koli bandı, çift taraflı bant, uhu, süsleme malzemeleri, vida, plastik büyük vidalar, alüminyum folyo, tek tarafı yapışkanlı kaplama kağıdı (duvar kağıdı gibi birşey), mutfak malzemeleri şeklinde oyuncaklar, erzak için minik mama kavanozları, sünger, aklıma geldikçe eklerim.
Bolca koli bandı, çift taraflı bant, uhu, süsleme malzemeleri, vida, plastik büyük vidalar, alüminyum folyo, tek tarafı yapışkanlı kaplama kağıdı (duvar kağıdı gibi birşey), mutfak malzemeleri şeklinde oyuncaklar, erzak için minik mama kavanozları, sünger, aklıma geldikçe eklerim.
Önce, aynı yükseklikteki iki kutudan tezgahın yan ve arka duvarlarını oluşturduk. Kutuların aynı boyda olması ve aralarında kalan açıklığın fırını oluşturacak olan converse kutusunun genişliği ile tamamen aynı olması tümüyle kızımın şansıdır, özel olarak ayarlamadık.
Ayaklar oluştuktan sonra, oyuncak standlarından birini tezgah oluşturacak şekilde ters çevirip ayakların üzerine oturttuk.
Çok şaşırdı, sevindi.. Uzuun bir süre oynadı. Önlüğünü üzerinden çıkarmadı.. Bize fırında patatesli makarna pişirdi.
Arada kalan boşluğa fırını yani converse kutusunu monte ettik (bağlayarak ve yapıştırarak)
Tezgah üzerinde lavabo olacak olan saklama kabı büyüklüğünde dikdörtgen bir oyuk açtık, babamız diğer oyuncak standını vidalarla tezgahın üzerine sabitledi.
Ortaya böyle bir ham oluşum çıktı.
Sonra, Ayça'nın yoğun gayret ve dikkatiyle tüm açık alanları kaplama kağıdıyla tek tek kapladık.
Ocağı kartondan kesip tek tarafı alüminyum folyo şeklinde bantla kaplayarak yaptık. Bu arada yaptık ettik diyorsam, çoğunu Ayça yaptı, ben yardım ve asiste ettim :)
Fırın ve ocağın düğmelerini plastik vidalarla yaptık. Mutfak önlüğünü, alttaki perdeyi, el bezlerini anneannemize sipariş ettik (inanmayacaksınız ama 10 dakika sonra hazırlardı, böyle yetenekli anne ve kardeşe ben arada nasıl yeteneksiz çıkmışım hayret)
İşte muhteşem mutfağımız!!! (Beğenenler söylesin beğenmeyenler sussun hahaha)
Açılışımızı, mutfağın üzerine bir örtü örttükten sonra Damla hanımı çağırarak yaptık..
Çok şaşırdı, sevindi.. Uzuun bir süre oynadı. Önlüğünü üzerinden çıkarmadı.. Bize fırında patatesli makarna pişirdi.
Henüz tam olarak anlamadığı için yanında biz olmadan oynarsa kartondan olan mutfak kolayca parçalanabilir (üzerine oturmaya çalıştı mesela, bunun da sebebini şimdi yazarken anladım, çünkü ben yemek yaparken onu tezgahın üzerine oturtuyorum:) )
Bu nedenle uzun ömürlü olması için bir süre birlikte oynayacağız mutfağında küçük hanımın..
Katkısı olanlara (Ayça, annem, aşkım ve Ayşe ablamız) çooook teşekkür ederim.. Bir hayalimi (umduğumdan da iyi) gerçeğe dönüştürmeme yardım ettikleri için....
Etiketler:
çocuklarla yapmak için faaliyetler,
oyuncak mutfak
2 Ekim 2008
30 Eylül 2008
27 Eylül 2008
Klank çağrışım
Hava karanlık, hep karanlık, yağmuru seviyorum ama aydınlık olursa hava.
Melanin mi melatonin mi yoksa serotonin mi neyse, unuttum şimdi, o hormonumuz azalıyormuş karanlıkta, o da mutluluk verirmiş. Belki bundandır.
Bir de tam tersi, melanin mi melatonin mi neyse, bu da karanlıkta salgılanırmış, bu nedenle aydınlıkta uyumamak gerekirmiş, gece çalışıp gündüz uyuyanların bu hormonun hapını içmesi gerekirmiş, hosteslerde falan meme kanseri daha sıkmış çünkü bu hormon kanserden de korurmuş bizi. Ben de gece çalışıyorum ama gündüz de çalışıyorum neyse ki. Uyumuyorum nöbetten eve gelip de ışıkta. Hatta ertesi gece olana kadar da uyuyamıyorum. Bu da züğürt tesellisi işte.
Bu hormonlar ne tuhaf. Hem mutluluk verir, biri de kanserden korur, hem de hapı var. Doktor olmasam ne kadar şaşkınlıkla karşılardım bu tuhaf dengeleri.
Gerçi on yıldır artık insan vücuduna şaşırmamayı öğrendim.
Beyinden çıkan her sinir için kafatasında bir delik var mesela. Ne tuhaf kimse kimsenin deliğinden çıkmıyor. Bunu ilk öğrendiğimde mucize bu işte demiştim. Evet bence ta kendisi. En büyük delikten de omurilik çıkıyor, foramen magnumdu galiba, bunu da sınavda sormuşlardı da bilmiştim. Herkes bunu bilir de, marifet o küçük küçük bir sürü deliğin ismini bilmek. Ama olsun ismini bilmesek de varlar ve (bence hala da) mucizeler.
Bu yaptığıma klank çağrışım deniyor tıpta, alakasız şeyleri hatırlamak yani. Bir tür akıl hastalığında (delilik yani) oluyor. Ne tuhaf şeyler hatırlıyorum akşam akşam.
Ben varım huhu, anne ve eş dışında bir de ben varım bu bedende, kişi, doktor ama aslında bir kadın, düngittimsaçlarımıkırmızıyaboyattım, hedef kitle beğendi, hem de birkaç kere dedi. Bir de (aslında yazmak istemiyordum ama yazıcam, takdire ihtiyacım var) ben nerdeyse iki aydır yüzmeye gidiyorum. Galatasaray'ın havuzuna. Düzenli. Kendim için bişiy yapıyorum aloo.
Klank. İyi geceler.
Melanin mi melatonin mi yoksa serotonin mi neyse, unuttum şimdi, o hormonumuz azalıyormuş karanlıkta, o da mutluluk verirmiş. Belki bundandır.
Bir de tam tersi, melanin mi melatonin mi neyse, bu da karanlıkta salgılanırmış, bu nedenle aydınlıkta uyumamak gerekirmiş, gece çalışıp gündüz uyuyanların bu hormonun hapını içmesi gerekirmiş, hosteslerde falan meme kanseri daha sıkmış çünkü bu hormon kanserden de korurmuş bizi. Ben de gece çalışıyorum ama gündüz de çalışıyorum neyse ki. Uyumuyorum nöbetten eve gelip de ışıkta. Hatta ertesi gece olana kadar da uyuyamıyorum. Bu da züğürt tesellisi işte.
Bu hormonlar ne tuhaf. Hem mutluluk verir, biri de kanserden korur, hem de hapı var. Doktor olmasam ne kadar şaşkınlıkla karşılardım bu tuhaf dengeleri.
Gerçi on yıldır artık insan vücuduna şaşırmamayı öğrendim.
Beyinden çıkan her sinir için kafatasında bir delik var mesela. Ne tuhaf kimse kimsenin deliğinden çıkmıyor. Bunu ilk öğrendiğimde mucize bu işte demiştim. Evet bence ta kendisi. En büyük delikten de omurilik çıkıyor, foramen magnumdu galiba, bunu da sınavda sormuşlardı da bilmiştim. Herkes bunu bilir de, marifet o küçük küçük bir sürü deliğin ismini bilmek. Ama olsun ismini bilmesek de varlar ve (bence hala da) mucizeler.
Bu yaptığıma klank çağrışım deniyor tıpta, alakasız şeyleri hatırlamak yani. Bir tür akıl hastalığında (delilik yani) oluyor. Ne tuhaf şeyler hatırlıyorum akşam akşam.
Ben varım huhu, anne ve eş dışında bir de ben varım bu bedende, kişi, doktor ama aslında bir kadın, düngittimsaçlarımıkırmızıyaboyattım, hedef kitle beğendi, hem de birkaç kere dedi. Bir de (aslında yazmak istemiyordum ama yazıcam, takdire ihtiyacım var) ben nerdeyse iki aydır yüzmeye gidiyorum. Galatasaray'ın havuzuna. Düzenli. Kendim için bişiy yapıyorum aloo.
Klank. İyi geceler.
24 Eylül 2008
Minik kalbim...
Arabada, her sabah işe giderken, tek başımayken, yeni günü düşünürken, tam Küçükyalı'daki mezarlığın ordan geçerken ağlardım. Neden, neden diye sora sora kendi kendime. Neden benim babam hasta. Neden benim de bir bebeğim yok. Neden hasta. Neden yok. Neden. Neden. İşte yaklaşık bir yıl güne (her güne) böyle başladım ben.
Sonra yaklaşık iki iki buçuk yıl önceydi.. Hayatımın en kötü günü - ya da günlerinden biri- idi..
Aylardır beklediğim bebeğin aslında olmadığını, yok olduğunu öğrenmiştim. Olmayan -ama var sandığım- bebeciğimden ayrılmak zorundaydım. Çünkü oluşamamıştı. Kalbi atmıyordu.
Neden, neden diye sora sora ağladım o gün de (Allah'ım yine gözlerim doldu. Ne çok üzülmüştüm!). Neden benim bebeğim? Neden ben?
Sonra hoca dedi ki, "Bir de Birol baksın iki gün sonra". Ne farkedecekti ki? Baksın, peki.
Birol Abi'yi tanımayan bilmez, sakinliği insanın içine güven verir. E peki, baksın.
Baktı.
Pıt. Pıt. Pıt.
Nasıl yani?
Pıt pıt pıt.
Bunlar bu kez gözyaşlarının sesi değil. Minik kalbimin minik sesi.
Pıt pıt pıt.
Sonrası hayatımın en mutlu anı.
Burda netim, en mutlu anlardan biri değil, ta kendisi.
Minik kalbimin minik kalbinin attığını gördüğüm an....
Şimdi içeride uyuyan melek.. Sen bana Allah'ımın bir lütfusun. Bak şu mübarek gecede, bu sefer var olduğun için ağlıyorum, bu sefer sevinçten. "Annem" diye her bacağıma sarılışında hissediyorum aynı şeyleri, tüm bunları, şükrediyorum her seferinde.. Anne olduğum ve annem yanımda olduğu için.
Çok şükür.
Sonra yaklaşık iki iki buçuk yıl önceydi.. Hayatımın en kötü günü - ya da günlerinden biri- idi..
Aylardır beklediğim bebeğin aslında olmadığını, yok olduğunu öğrenmiştim. Olmayan -ama var sandığım- bebeciğimden ayrılmak zorundaydım. Çünkü oluşamamıştı. Kalbi atmıyordu.
Neden, neden diye sora sora ağladım o gün de (Allah'ım yine gözlerim doldu. Ne çok üzülmüştüm!). Neden benim bebeğim? Neden ben?
Sonra hoca dedi ki, "Bir de Birol baksın iki gün sonra". Ne farkedecekti ki? Baksın, peki.
Birol Abi'yi tanımayan bilmez, sakinliği insanın içine güven verir. E peki, baksın.
Baktı.
Pıt. Pıt. Pıt.
Nasıl yani?
Pıt pıt pıt.
Bunlar bu kez gözyaşlarının sesi değil. Minik kalbimin minik sesi.
Pıt pıt pıt.
Sonrası hayatımın en mutlu anı.
Burda netim, en mutlu anlardan biri değil, ta kendisi.
Minik kalbimin minik kalbinin attığını gördüğüm an....
Şimdi içeride uyuyan melek.. Sen bana Allah'ımın bir lütfusun. Bak şu mübarek gecede, bu sefer var olduğun için ağlıyorum, bu sefer sevinçten. "Annem" diye her bacağıma sarılışında hissediyorum aynı şeyleri, tüm bunları, şükrediyorum her seferinde.. Anne olduğum ve annem yanımda olduğu için.
Çok şükür.
21 Eylül 2008
Duyu bebişşş Duyu bebişş
Damla hanım bugün, Duru bebiş ve onun bebeği Ayşe bebişle tanıştı.. Annesi de Duru hanımın annesi İlkay'la..Güzel bir sabah oldu. Duru hanım, Damla'nın adını net olarak öğrendiği ilk arkadaşı idi.
Birlikte, en çok Duru'nun piyanosu ile, diğer oyuncaklarla oynadılar. Ayrıntıları İlkay burada çook güzel anlatmış.
Ama en önemli ayrıntıyı unutmuş.. Bu iki annenin çook önemli bir ortak noktası vardı:
İkisi de "Ooo Ercan" isimli iğrenç şarkıyı ezbere biliyordu!! Ve hatta daha iğrenç olan "Yumurta nedir"i de... :))
Ne demek istediğimi de ancak bu şarkıları yaşayan anlar .. Hahahaha...
En kısa zamanda görüşmeyi dileyerek ayrıldık Duru hanımlardan..
20 Eylül 2008
Minik kalbimle Minik serçe
Sen yıllarca Sezen Aksu hayranıyım diye dolaş ortalarda,
ah bir görsem bir karşılaşsam bir konserine gitsem diye takla at...
Senin şımarık minik kalbin ne yapsın:
"Ben kucağına gitmem" diye ağlasın Sezen Aksu'nun..
Sen bu arada nerde ol:
NÖBETTEEEEEEEE
Ah kızım ah, o seni sevmek kucağına almak isteyen senin yüz vermediğin kişi Sezen Aksu alooooo
ah bir görsem bir karşılaşsam bir konserine gitsem diye takla at...
Senin şımarık minik kalbin ne yapsın:
"Ben kucağına gitmem" diye ağlasın Sezen Aksu'nun..
Sen bu arada nerde ol:
NÖBETTEEEEEEEE
Ah kızım ah, o seni sevmek kucağına almak isteyen senin yüz vermediğin kişi Sezen Aksu alooooo
19 Eylül 2008
Damla hanım bir bucuk yasına gelirken neler yapabiliyor
En önemlisi, benim de ayrıca hayatımın en heyecan verici deneyimi olan kızımın konuşmayı öğrenmesi oldu.
Tam bir yaşında yürüdü, tam bir buçuk yaşında konuştu diyebilirim (gerçi bir buçuk olmadıysa da tam da konuşmuyor zaten :)
İki kelimeli cümleler kuruyor. Bebiş doydu, bebiş uyudu, maymun muz yedi (bu üç kelime oldu), beğendim, anne kalk, kaşı (sırtını :) )..
Anladım ki, epeydir anlamsız kelimeler zannettiğimiz mırıltıların hepsi anlamlı sözcükler, ancak biz onları anlayabilecek kavrayışa sahip değiliz.. Bizden duyduğu herşeyi söylüyor, tekrar ediyor, ama kendine ait özel dili ve alfabesiyle.. Biz de gitgide daha iyi anlayabiliyoruz onu. Yahu minicik bişeyin kaşı demesi kimin aklına gelir ki :)
Komut vermek istediğinde üçüncü tekil şahısları kullanıyor, kaldır yerine kalk, yatır yerine yat gibi. Hatta bırak, git, al, ver gibi kelimeleri de sıkça kullanıyor.
Atmayı, tutmayı öğrendi ama zıplamayı beceremiyor :) Yaylanıyor ama kalkamıyor yerinden.. Çok komik oluyor.Yemeğini genellikle kendisi yiyor, ama bugün meyve yerken çatalı ağzına batırdı ve çok ağladı. Daha dikkat etmek gerek.. Henüz sivri uçlu çatala hazır değil galiba (Ikea'nın bebek çatallarının ucu da yani gerçek çataldan daha sivri)
Şimdilik aklıma gelenler bunlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)