Buyrun, ben

Buyrun, ben

28 Nisan 2016

Dinozor iskeletlerini görmenin yolu: Doğa tarihi müzesi (Berlin Naturkunde Museum)

Doğa tarihi müzesi ile ilişkim Bodrum'da vardı da biz mi gitmedik düzeyindeydi şimdiye kadar.  Gittiğimiz ülkelerde de hiç birisini ziyaret etmemiştik.. Ama hemen hemen bütün büyük şehirlerde mutlaka var, kapısının önünden geçip gittik hep.. Bu seneki Berlin ziyaretimizde çocuk odaklı şeyler yapmak istediğimizden çocukları mutlaka götürelim gezdirelim görelim biz de merakımızı giderelim diye konuştuk.  Sonra kendimizi Naturkunde Museum veya diğer adıyla Doğa Tarihi Müzesi'nde bulduk.
Açıkçası sadece dinazor iskeletleriyle karşılaşmayı beklerken bundan çok daha derin çok daha kapsamlı çok daha geniş içerikli bir müze ile karşılaştık. Sadece Berlin'inki mi böyledir yoksa dünyadaki diğer örnekleri de böyle midir bilmiyorum ama dünyanın tarihi ile, tarihçesi ile, dünyada yaşayan bütün canlılarla birebir karşılaştık ve bunları çok detaylı öğrenme fırsatı bulduk.
Giriş katında bizim de merak ettiğimiz gibi bizi gerçek boyutlarında dinazor iskeletleri bekliyordu.  Ama gerçek müzecilik anlayışında olduğu gibi sadece kemikleri koyup bırakmamışlar, üç boyutlu maketler, gerçek canlandırmalar, filmler, kurgular gibi çocukların ilgisini çekecek her şey vardı.  Örneğin dürbün benzeri sabit cihazlar koymuşlar ve onlardan baktığınızda karşınızdaki iskeleti gerçekten dinazor şeklinde seyrediyordunuz. Ya da her taraftaki ekranlarda dinazorların yaşadığı çağlar canlandırılmış, sanki bir ormanın içinde koşturan dinazorlar size doğru geliyor gibiydi.  Sonra fosiller.. fosillerin nasıl bulunduğu, fosillerin çıkarıldığı ortamlar, dinozor kemiklerini çıkarıldığı zamanlara ait fotoğraflar, anılar. Örneğin en çok dinazor parçasının veya fosilin çıktığı Fas bir odacık şeklinde birebir canlandırılmış, oradaki bir pazar yerinin maketi oraya kurulmuştu. Ya da bir dinazor kemiğini ya da kafatasını olduğu gibi içinden çıkarıldığı kayalarla birlikte getirip oraya koymuşlar bunun çıkarılmasındaki aletleri etrafına bırakmışlar, sanki arkeolojik bir kazının orta yerinde buluyordunuz kendinizi.
Bir de national geographic'in desteklediği Tristan Otto atlı dinozorun sergisi vardı.. bu gerçek bir T-rex maketi.. daha birkaç yıl önce bulunmuş.. bir özel dinazor takipçisi onu satın almış ve sergilenmek üzere müzeye geçici bir süreliğine bağışlamış. Anlatılan yazılar, görseller, videolar ve kemiğin kendisi, hepsini incelediğinizde kendinizi adeta dinazor kalıntısının çıkarıldığı yerde hissetmeniz mümkün ..
Nihayet dinozorlarla vedalaştıktan sonra kendimize dünya tarihi odasında buluyoruz, her tarafta dünyanın her yerinden tabakalarından çıkmış taşlar, kayalar, göktaşları dünyanın oluşumunu gösteren videolar maketler...  Yuvarlak bir minderde yanyana dizilmiş tavana bakan çocuklar gördük, tavandaki geri sayımı izliyorlar, biz de meraklanıp yatıyoruz yanlarına ve biraz sonra oradaki yuvarlak bir ekrandan yani gökyüzünde adeta, dünyanın oluşumunu gösteren bir video izliyoruz..  Bütün bunların kurgulanışı seni adeta içerisine çekiyor.
Müzenin asıl büyük bölümünü kaplayan ise dünya üzerinde var olan hemen hemen tüm canlı türlerinin örneklerini sergilenmesi.  Bunların bir kısmı doldurulmuş hayvanlar şeklinde, bir kısmı koruyucu sıvıların içinde embriyo şeklinde, bir kısmı ise gerçekten yaşayan haliyle sergileniyordu.  Mesela Berlin hayvanat Bahçesi'nin meşhur kutup ayısı Knut'u öldükten sonra gömmeyip doldurmuşlar ve müzede adeta canlı bir şekilde bize bakarken bulduk onu. Veya yaşayan en eski canlı olan ya da yaşayan fosil olarak adlandırılan akciğerli balıklardan bir tanesi kocaman bir akvaryumun içinde bizi seyrediyordu.
Doğa tarihi müzesinde beni çok etkileyen okul çocuklarının anaokulundan liseye kadar gruplar halinde gelmiş ve müzede oradan oraya koşturuyor olmasıydı.. bence kesinlikle olması gereken de bu ellerindeki föylerde yazan soruların yanıtını müzede arıyor, böylece öğrendikleri bilgileri unutmayacak şekilde hafızalarına kazıyorlardı. benim kızım da okulda öğrendiği dünyanın tabakalarını mesela orada gördüğü dev bir maket üzerinde bize anlattı.. ben de içimden hayıflandım keşke böyle bir müze bizim yaşadığımız yerde de olsa, coğrafya dersinde gördükleri gerçekten anlamsız şeyleri gidip orada anlamlandırabilseler.
Müzenin içinde ayrıca hoşuma giden piknik alanı adında bir oda olmasıydı.. okulla grup haline gelen çocuklar kafeteryadan yemek yemeye para vermek yerine çantalarında getirdikleri beslenmeleri bu piknik alanındaki masalarda oturup arkadaşları ile birlikte yiyorlardı.
Coğrafya neden sıkıcı, tarih neden bu kadar yorucu demek yerine, bundan sonra bize neden coğrafyayı tarihi bu kadar sıkıcı ve yorucu öğretiyorlardı acaba diye soracağım kendi kendime. Ve elimden geldiği kadar çocuklarımı bu tür yaşayan müzelere götürüp, öğrendikleri her şeyi gerçek hayatta üç boyutlu olarak görmelerini sağlamaya çalışacağım.

Hiç yorum yok: