Buyrun, ben

Buyrun, ben

29 Aralık 2010

Tuna'nın kelimeleri

Ayda (ayça)
Baba
Mama
Dede
Ferah
Kırt kırt
Vuuuuv (elde uçak hareketi)
Aydede
Hey
Bay
Arada ağlarken de inneeee diyor, bu da anne oluyor işte.

Son bombası: Tuna herşeye “aaaa… aaaa” diyerek konuşur. Başka da bişey demez. Gene birgün babasının kucağında aaaa… aaa… larken, babası bakar ve “oğlum sen de anca a diyorsun artık bee’ye geçsen” der.
Tuna herkese şöyle bir bakış atar ve konuşur:
“beeee”
:)

Bu arada, Damla doğrudan konuşmaya, alenen kelimleri söylemeye ve cümle kurmaya başlamıştı, hem de bunu ilk doğumgünü civarında yapmıştı. Alışık değilim böyle aaa lara beee lere… Şimdi bay ya da hey deyince sevinir olduk yahu..
İki kardeş olmanın yararı da şuymuş, Tuna herşeyde olduğu gibi konuşmada da ablasının izinde, onu taklit etmeye çalışıyor, onun çıkardığı kelimeleri, sesleri taklit ediyor. Mesela Damla hadi baybaaay deyince arkasından babaaaay diyor. Böyle böyle konuşacak sanırım :)

23 Aralık 2010

Emzirme Reformu'nu Destekliyorum

1. Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)
Ben de açıkçası yarısı falandır sanırdım. %1,3 çook az değil mi?
(*) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı yüzde 1,3. (Kaynak UNICEF Türkiye). Annelerin yüzde 98′i doğumdan sonra emzirmeye başlıyor, fakat ilk iki aydan sonra genel emzirme sorunları veya işe başladıklarında yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle emzirmeyi ve anne sütüyle beslemeyi sonlandırabiliyorlar.

2. Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?
İkisini de işe başladığım 6. aylarına kadar besledim. 7. ayın içinde sütüm (işyoğunluğundan olduğunu sanırım) azalarak kesildi. Bir ay kadar da depoladığım sütleri aldılar neyse ki... 8. ayda sütüm artık kalmamıştı.
3. Kaç ay doğum izni kullandınız?
İki bebeğimde de altı ay öyle ya da böyle evdeydim, rotasyonuma denk geldi, izin aldım hatta rapor aldım vs.
4. Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?
Zaten işten dörtte çıkıyorduk, bu nedenle kullandım. Ama iki doğumumda da ilk yıl nöbet tutmama hakkımı kullanmadım, asistandım çünkü. İlkinde dört ay, ikincisinde 6 aylıkken nöbet tutmaya başladım.
5.Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?
Aslında hayır. Çalışma şartlarım elverdiği sürece sütümü sağdım, ama işim çok yoğun bir iş olduğundan, hasta yoğunluğundan, ameliyatlardan bunun mümkün olamadığı da çok oldu (hastalara siz bekleyin süt sağmalıyım diyemediğimden)
6. Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?
Asla. Doğdukları günden itibaren ikisini de heryerde ama heryerde emzirdim. Hele ikincisinde, Nihan'ın hediye ettiği emzirme önlüğüm sayesinde, bu daha da rahat oldu, zira ilk bebeğimde battaniyelerle bol tişörtlerle bunu sağlamaya çalışıyordum.
7. Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?
Doğum yaptığım hastaneden fiziksel destek, annemden ve eşimden psikolojik destek aldım. Emzirmek zor iş ve destek iyi geliyor gerçekten.
8. Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan “sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?
Hayır asla. Buna izin vermezdim de zaten. Bu benim kararlılığımla ve emzirme işini hayatımda ve bebeklerimin hayatında nasıl konumlandırdığımla ilgiliydi, kimse karşısında duramazdı ki...
9. Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?
Emzirme reformu gerekli. Ben hatta değil emzirme için izin verilmesi, bebekleri olan annelerin çalışmasına izin verilmemesi gerektiğini düşünüyorum son günlerde. Emzirmek başlıbaşına iş ve bunun için bize neden maaş ödemiyorlar ki? Sonuçta yatırım yaptığımız bebekler onların da geleceği değil mi?
10. Emzirme Reformu’nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak içinhttp://emzirmereformu.com/ adresindeki formu doldurmanız yeterli.
Evet destekledim.
Ben de Gülfer'i sobeliyorum. Hadi annecik, destek :)

Antep'te güzel şeyler oluyor

Antep'te bir yerel marketler zinciri var, adı OLİ. Antep'e bir şekilde yolu düşenler bilir.
Kaliteli malları oldukça da ucuz satıyor, evet, ben alışveriş için tercih ediyorum.. Ama bu yazıda bundan bahsetmeyeceğim.
OLİ'nin kendi adına oluşturduğu sosyal sorumluluk projesinden bahsedeceğim.

Kullanmadığınız giysileri getirin...
Ara ara bakıyorum da işe yaramaz boş eski püskü şeyler olmuyor, en sık bebek ve çocuk giysisi olmak üzere birçok kıyafet bırakılıyor.Al götür, oku getir...
Epeyce güncel, kaliteli okumayı tercih edeceğim kitaplar. Sadece kayıt formu doldurup odünç alabiliyorsun.

Satın alamayanlar için bir ürün de siz almak ister misiniz?
Fazladan bir paket şeker un ya da bir makarna almak kimseyi çok etkilemez. Ama o akşam evinde bir paket makarna pişirebilecek olduğu için sevinenler olabilir.
OLİ'nin bu girişimi (ne zamandır aktif bilmiyorum), daha önce çok etkilendiğim askıda ekmek kadar iyi, belki daha da iyi.

19 Aralık 2010

Gaziantep SADMER Projesi, Gönüllü Sosyal Sorumluluk

Tam benlik...

Dedim ki, sanırım ben gerçekten de evrene bu tarz mesajlar yolluyorum ve evren ona gönderilen her mesajı alıp yanıtlıyor :) Zira, Antep'in periferindeki, sosyokültürel seviyesi oldukça düşük kadınlara Aile Planlaması hakkında seminerler verme işi nasıl gelip beni bulsun değil mi :)
Antep'e gelmeden önce, düşündüğüm bazı şeyler vardı, nasıl olur da halka yararım dokunur, bu yaşa geldik ot gibi anca kendimizi mi kurtarıcaz diye.. İlk fırsatta kaymakamlık ya da belediye ile birşeyler yapsak, smear taraması mı olur, bazı eğitimler mi olur, düşünüyordum.
Ama vallahi bu kadar iyisini düşünemezdim :) Üstelik ben projeyi değil proje beni buldu!! Daha ne olsun..

Bir gün poliklinikte hasta bakarken iki şeker mi şeker kızcağız gelip, kaymakamlıktan geldiklerini, gönüllülük esasına dayanan bir proje için bir kadın doğum uzmanına ihtiyaç duyduklarını, bizim başhekim yardımcısının da onları bana yönlendirdiklerini söylediler..

Dırırırınnınıımmm
Tam benlik!!

SADMER, Şehitkamil Kaymakamlığı Sosyal Araştırma Dayanışma Merkezi, aile içi şiddet mağduru kadınlara aile içi iletişim, aile planlaması ve daha birçok konuda, her konunun uzmanı ile seminerler verecek.. Bu kadınları eğitecek. Başta dedim ki, kaç kişi gelir dinler, ne anlarlar acaba seminerden falan (itiraf ediyorum bunu), ama ilk seminere gittiğimde, salonu dolduran 150 kadar kadının (gerçi çoğu dayak mağduru değildi, bilgi almaya gelmişti), ne kadar dikkat ve ilgiyle beni dinleyip sorular sorduğunu görünce, heyecanlanmadım desem yalan olur.. Son seminerde ameliyata yetişeceğim için salondan çıkmaya çalışırken, soru sormak için çevremi saranlardan geçemedim, birlikte gittiğim hemşire arkadaşım başbakan gibiydin dedi :) O kadar meraklı bir kalabalık. Hatta ayakta dinleyen daha 50 - 60 kişi vardı diyebilirim!! Süper bir manevi tatmin, onlara birşeyler öğretebilmek, sorularına cevap vermek, onları güldürmek, onlara yararımın dokunması.. Hayatlarının bir kıyısına dokunup geçmek. Birtek şey bile akıllarında kalsa, sayemde bir tek istenmeyen gebelik bile önlense.. Büyük bir şeydir değil mi?

17 Aralık 2010

İstanbul kaçamağı

Nasılmış bu hayat denen şey? Sen yıllarca (ortaokul ve lise), İstanbul'da yaşayabilmek için can at, sonra sevgiliyle git orda sıfırdan bi hayat kur.. Tam on yıl mücadele et, biryerlere gelip bi düzen kurmaya uğraş.
Sonra da İstanbul'u çıtır bi sevgili uğruna terket!!! (Bkz: Gaziantep....) (Maazallah kıtır bi sevgiliye gitmek de vardı (!) )
Neyse, işte şimdi de böyle İstanbul kaçamağı olur o eski sevgiliye gidişlerin adı.. Eeee hayal hanım, gün olur devran döner, uzaktan bakarsın artık buralara.

Anca yazabildiğim İstanbul'u sebeb-i ziyaretim, aslında düğünümüz ve doktor randevularımızdı. Damla hanımın kulağı Tuna beyin bronşiti vs Antep'te dr olmadığından değil, Damla'yı ameliyat eden dr. a götürmek istememdi. Bu arada aradan çıkarttıklarımız: (biraz karışık oldu ama)

İkizlerimizi gördük (babiş Afganistan'da görevli, nasıl süper ama di mi!!) (Bu arada düzenli olarak bu üçünün fotoğrafını koyuyorum ki, nasıl büyüyorlar takip ediyim diye :) )
Dünya güzeli gelinimizi aldık, parmağına yüzüğü taktık :)
Kuaförde kucağımda uyuyan bir Damla hanım (güzelliğin bedeli, yorucu oluyor tabii :))


Minik kalbimiz Ceylomuzla (vakit yettiğince) hasret giderdik... (Canım Gülfer'im, ayrıca bu fotoğraflarla bir arkadaşlık yazısı yazasım var, çünkü bu resimlere baktıkça gözlerim doluyor. Sizi çok seviyorum. Bi de bana yaptığın fotoğraf cd.sini İst.da unutmuşum duyrulur :( )

Haydarpaşa garını yaktık :(

İçime huzur veren bir güzellikle lafladık (NOT: 30 yaşından sonra pekala arkadaş bulunurmuş, frekansların tutması yetermiş, evet burdan söylüyorum doyamadım sohbetimize arkadaşım. Artık sizi Antep'e beklerim, kaldığımız yerden kaynatırız :) )

Sonra sabahın köründe birbuçuk saat trafikte sıkışınca, ilk ışıklardan havaalanına çekip arabayı İstanbul'dan kaçasım geldi, belirtmeliyim. Antep'te trafik yok mu var ama en baba sıkışıklık yarım saat sürmüyor.

Hastaneme gittim, kıymetini bildim, hocalarımın elini öpüp bana öğrettikleri herşey için teşekkür ettim.
Bu arada iki çocukla (pardon bebekle) uçak yolculuğu başlıklı yazıyı asla yazmayacağım kimse beklemesin. Hatırlamak bile istemiyorum. Bidaha kocamsız yola çıkarken ya bebeklerde yüzde elli indirim yapmayı ya da karar verirken iki kere düşünmeyi düşünüyorum.
Special thanks to:
Annemmmm....
Bi de arabasını bize tahsis edip beni kuzularla yaya bırakmayan ve onlarla dört gün ilgilenen bacılarıma gelsin.

12 Aralık 2010

Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol...

Gel... gel... kim olursan ol gene gel.
Nasıl karlı bir havada geldik Konya'ya.. Bir önceki gece eve 1'de geldiğim halde.. valiz hazırlamaya vaktim olmadığı halde (valizsiz geldik cidden), Tuna gece 3'te ateşlenip sabaha kadar ağladığı halde çıktık yola ve vardık çok şükür sağ salim.. Yolda yağmaya başlayan kar bembeyaz boyadı heryeri gün içinde. Burda bizi soğuk kar ve sıcak bir yuva karşıladı :)


Antep'ten Konya'ya vardık ama burda evden Mevlana'ya gidemeyebilir miydik? Arabalar çıkmadı, taksiyle gittik. Çocukları bırakacağımız kişinin işi çıkınca Gamzem kendini feda etti, biz dört kişi kaldık (10 kişiyle başlamıştık)..

Sonunda vardık oraya...

İzlerken anladım ki... Sadece dönmek değilmiş. İbadet ederken kendinden geçenler.. Allah diye bağıranlar.. Sonra çok güzel birşey söyledi, aklımda kaldığı kadarıyla yazayım. Zaten benim de son zamanlarda inandığım kafama taktığım birşeydi bu: Allah'ın yarattığı, kendi yansıması olan mükemmek varlık Hazreti İnsan.. O kadar mükemmeldir ki, aslında kapasitesi kendi düşündüğünün çok üzerindedir çünkü o Allah'ın bir aynasıdır... Mevlana'yı anlamaya çalışmak için bilginizin yetmediğini düşünmeyin, dedi konuşan amca. Bilebildiğiniz kadarıyla anlamaya çalışmaya başlayın... gibi birşeyler. Çok etkileyici bir konuşmaydı, şöyle bitti:


Hazreti Mevlana'nın hatırına: Aşk olsun...

Bu sefer Konya da bir güzel geldi bana.. hem beyaz, hem de bir başka geldi. Her tarafa Mevlana haftası nedeniyle afişler bayraklar asıp süslemişler, şehre girer girmez Hz Mevlana karşılıyor sizi:

Sevgide güneş gibi ol..

Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol...

Tevazuda toprak gibi ol...

Öfkede ölü gibi ol....

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...

Ve her yerde aynı şey yazıyor: Aşk olsun...

Sonra da diyor ki: Gel, gel, ne olursan ol yine gel, ister kafiri, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...r

10 Aralık 2010

Herşey üstüste mi geliyor teoremi

Bir herşey üstüste geliyor teoremim var benim. Aslında ben bu soruyu çözdüm: Hayır. Sadece, normal zamanlara tolere edebildiğimiz, akılcı çözümler bulabildiğimiz, üstünde durmadan kolaylıkla ve akıcı birşekilde üstesinden gelebildiğimiz şeyleri, bazen atlatamıyoruz.
Ne zaman mı? Mesela premenstrüel dönemlerde. Mesela, birşeye kafamız takıldığında ya da canımızı sıkan, bazal enerjimizi düşüren, yaşam kalitemizi bozan bir sorunumuz / sorunlarımız olduğunda. Kocamızla kavga ettiysek. Bebeğimiz hastaysa. Geçim sıkıntısındaysak. Maaşımız bittiyse, kredi kartı borcumuzu ödeyemediysek, çocuğumuz olmuyorsa, bir yakınımız kanserse, öldüyse, vesaire vesaire.
Çoklar bu durumlar.
En sık ve tekrarlanarak yaşananı menstrüel dönem ve suçlusu progesteron (suçlu ayağa kalksın).
Mesela böyle günlerde, bazal enerjimiz zaten düşük olduğundan, günaydın diyerek güne başlayamıyoruz. Gülme kaslarını harekete geçirmek büyük enerji ister bence, gülemiyorsak daha birçok şeyi yapamayız. Gülmek bütün kapıları açar.
Böyle günlerde, saygısızca içeri giren ve hakaret eden hastaya göz yumamayıp, kovabiliriz ve olay büyüyebilir. Mesela, her zaman sesimizi çıkarmadığımız birşeye bağırabiliriz. Sekreteriniz, bugün hiç gülmediniz hocam derse biraz farkına varırsınız ama gene de gülemezsiniz.
Bebeğiniz her zamanki şımarıklıklarını yapar ama tolere edemezsiniz, abartınca normalde dikkatini dağıtıp başka şeye çekebilecekken kendinizi onu parçalamaya hazır bulursunuz. Her zaman sizi ısıran bebeğinize tokadı indirmek istersiniz. Bağırınca bile ağlayan masumu incitmekten korkarsınız. Sonra kendinizden korkup yatağınıza sığınıp dinlenmeye çalışırken tepenize gelen bebekleri alıp oyalayamayan, kapıdan sizin “bi nefes alsam geçecek, bi beş dakka yalnız kalsam” diye kıvranmanızı izleyen bakıcıyı bir daha gelmemek üzere kovmak istersiniz. Basiretsiz insan diye bağırmak istersiniz.

Bazen, sinirleriniz bozuktur sadece. Sebepsizdir. O günlerde hayat üzerinizden akıp gidemez, deliklerinize takılıp kalır. Çözemezsiniz, gevşeyemezsiniz. Size olmaz mı? Hayat sizi rahat bırakmaz, nefes aldırmaz, gürültüsüyle sarar kulaklarınızı boğazınızı.
İşte bugün öyle bir gün.

Pozitif düşünme kararı alıp, bunun üzerinde kafa yorup, okuyup anlayıp, hayatıma olumlu yansımalar aktarmaya başladıktan sonra, bugünler beni daha da yormaya başladı. Yarın uyandığımda daha olumlu olacağımı bile bile, mesela birine bağırırken, tartışırken, bebeklerime kızarken, içimden yarın olsa bu olaya böyle tepki vermeyecektin, bunu bu kadar abartmayacaktın, yarın olsaydı şu anda buna gülüp geçiyor olacaktın diyorum. Bu beni daha çok yoruyor. Geriye doğru sarıyor olumlu filmimi. Eksi hanesine bir gün ekliyor. Gene de düzelemiyorum. İçimden kendimi buz gibi bir pınar suyunda yıkayıp, tertemiz giydirip, saçlarını iki yandan atkuyruk yapıp, “hadi bakayım kızım daha olumlu ol” demek geliyor. Olamıyorum. Anneme telefonda bağırarak konuşurken içimden “ne oluyor bana” diyorum. Sevgilimi arayıp “nolur eve gel beni benden kurtar” dedikten sonra kaçıyorum kendimden.

Ağlamak bile istiyorum, sebepsiz, aslında sebepli: daha olumlu olamıyorum diye. Gülemiyorum diye.
Bugün öyle bir gün. Yarın böyle olmayacak biliyorum. Progesteronumdan nefret ediyorum.
Sizden de özür diliyorum. Bu yazıyı yazdığım için. Ama napiyim, susamıyorum.

GECENİN DEVAMI _ EDİT: Saat 8'de hastaneden telefon gelir, tam sevgili gelip beni dinlendirecekken, arkadaşım zor bir ameliyata girmek üzeredir, acildir, koşa koşa yardıma gidilir, 8.15 - 12.15 arası ameliyat yapılır. Hasta kanar kanar kanar kanar kanar kanar kanar.
Uğraşılır uğraşılır.
İnşallah toparlar diye dua edilir. 1'e doğru eve dönülür.

8 Aralık 2010

Ruhumda Gaziantep

Aslında Antep'e alıştık, herşey yolunda şükür yazısı yazacaktım. Ama baktım kafamda şu cümle:

"Ruhumda Antep bizi sarmalıyor"


Üniversite ve ihtisas hayatım boyunca Antep'li iki arkadaşımın Antep Antep sayıklamalarını anlamaya çalıştım. Her fırsatta buraya dönmeye çalışır, mutlaka Antep'li biriyle evlenmek isterlerdi, en sonunda da buraya yerleşeceklerdi. Öyle de yaptılar.
Ben hiç anlayamadım, ne var kardeşim bu şehirde derdim.
Şimdi sanki anlamaya başladım. Ruhumu sarmaladı Antep, ne istersek vermeye hazır, eksiklerimizi gideriyor, hoşumuza gidecek hediyeler veriyor. Her köşesinden sürprizler çıkarıyor.
Ah o parkları yok mu!! Antep'in her tarafı park derlerdi, değilmiş. Büyük bir secret garden'ın içine kurmuşlar bu şehri.

Ana caddeden az içeri sapınca gidilen devasa parklar, botanik bahçeleri, çocuk parkı görünümünde aile parkları, ağaçların arasında çay bahçeleri - kafeler (ama ultra lüks ve ucuz :) ), eğlence parkları, lunaparklar, ne bileyim işte. Belediye'nin midir bu başarı bilmem.
Bu haftasonu kahvaltıya gittiğimiz "Kavaklık" denen, eskiden mezbebelik olan alanda yapılanlalrı görünce şaşırdım.

Bu resimdeki yer, Eskici adında bi kafe. Kahvaltıya gittik. Yanımızdakiler çalışma arkadaşım olan 2 hemşire ve aileleri.

Çok fazla resim çekmemişiz çevreyi gösteren ama, bir fikir verir belki şunlar:



Resimde: Damla ve Tuna işçilerle taş taşıdı (!), çakıl tepelerinde debelendi, kürekle el arabasına taş doldurdu, sonunda Damla yemeğini aldı gitti işçi abilerinin masasında yedi :))

Çocuklar saatlerce sıkılmadan oynadılar, biz yedik içtik sohbet ettik. Bitmedi, ayrılamadık, gerçek bir Antep'linin yaptığı gerçek bir kebabı afiyetle yedik. Üstüne de ateşte kadayıf (Erçelebi). Bakın beni tanıyan bilir, ben et severim. Arada eeeet diye sayıkladığım olur.

Burası orası işte. Öküz gibi ye. Balkonunda mangal yap. Olmadı parka git. Olmadı ormana git. Olmadı Fırat nehri kenarına git. Üşenirsen hazır yapılmışı var, daha güzel. Olmadı Mehmet'i ara alasını yapar.

Dikkat et, kontrollü abart, kilolara dikkat :)

Bu arada, kısa notlar, merak edenlere:

1. Kilo almadım, iki buçuk aydır burdayım, 1 kilo da verdim hatta hehe

2. Damla'yı burda bir hocaya daha götürdüm dün, ameliyat demedi, hatta ameliyat diyen tüm diğerlerinin tersine beni ikna etti, takibe alalım dedi. İşitme kaybı çok yok, bu nedenle beklenebilir dedi. Antibiyotik dekonjestanla takip.

3. Broncho Vaxom diye bişey içiricem çocuklarıma bilen var mı, işe yarar mı

4. Tuna'nın bronşiti daha geçmemiş, antibiyotik başlandı gene.

5. İşimden memnunum, yoğun ama sıkılmadım (henüz :))

6. Yogaya başladım, dört kere gittim şimdilik, sonunda gevşeyeceğim umarım, kaslarım sinyal veriyor artık çünkü

7. Antep'in en kötü yanı: Uluslararası uçuşlar İstanbul'dan!!! Buradan tek Frankfurt bi de Almanya'nın bi yerine daha uçuş var.

8. Dünkü prof Damla'yı mümkünse okuldan alın mayısa kadar dedi. Mümkün değil dedim. Tamam dedi.

7 Aralık 2010

Urfa'nın renkleri


Ne şahane renkler.. Gerçek renkler, kimsenin giymekten, üzerine, giysilerine, yüzüne sürmekten korkmadığı.


Renkleri giyinen şehir.
Urfa..

Balıklı göl.. İnanışa göre, Hz İbrahim'i yakmak için devasa bir ateş yakılır. Mancınıklarla İbrahim ateşe atılınca, ateş göle, odunlar da balığa dönüşür. Bu göl işte o göl, bu balıklar ise gerçekten çok tuhaf. Bir de yem manyağı olmuşlar, herkes mütemadiyen yem atıyor, turistik bir aktivite sonuçta, balıklar da yemleri kapışmak için birbirini tepeliyor

Bence herkesin görmesi gerek en az bir kere ..
Mancınıklar..
Ayn Zeliha (Zeliha'nın gözyaşları)
Sabır makamı, Hz Eyyub'un yedi sene kalarak sabrettiği, sonra da şifalı suyla iyileştiği, Kuran-ı Kerim'de de bahsedilen mağara..

Urfa'da kafamda türkülerle gezdim.. Antep'e iki saat. Gidilmeli, görülmeli idi. Gittik gördük. Sırada Mardin var.

2 Aralık 2010

İdeal bakıcı nasıl olmalı?

Okuyucuya not:
Bencilce bir yazı okumak istemeyen varsa lütfen bu yazıyı okumasın.


Bebeklerim benim değerlerim, kıymetlerim. Varlığımın anlamları. Onları emanet ettiğim kişiyle ilgili beklentilerim, taleplerim olması – bazen aşırı bencilce olsa da- bana normal geliyor. Ha, bahsettiğim, birkaç ay önce Sn Sibel Arna’nın, okuyup benim de nefret ettiğim yazısındaki gibi insanlık dışı şeyler değil. Ayrıca bu sayacaklarıma göre bakıcı seçiyor, ya da buna uymayan bakıcıma ceza veriyor, işten çıkarıyor vs. de değilim. Yalnızca, böyle olmasını isterdim, diyorum o kadar. Keşke olabilseydi diyorum, bi de o kadar.
1. Mesela, çocuğumu sevsin. Çok bencilce değil mi? Bir başkası benim çocuğumu neden sevsin? Eh, okuyucu, sen işini ne kadar seviyorsun? Sn Sabiha Pektuna da ne diyor, keşke akrabadan biri baksa çocuğunuza, çünkü el kadını neden sevsin yabancı bir çocuğu diyor, öyle değil mi? İşte, ben gene de sevsin istiyorum bebeğimi, ona bakan kişi. Öpüp koklasın, bağrına bassın. Tamam bu esnada benim gibi duygudan gözleri dolmayabilir, ama parlayabilir en azından.
2. Çocuğuma birşeyler verebilsin, öğretebilsin. Mesela, okuma yazma bilsin mümkünse!!! (Şimdiki bilmiyor diye başımı taşlara vurmuyorum ama ne yapalım). Onunla kitap okusun, şarkı söylesin, oyunlar oynasın. Eğlensin birlikte.
3. Düzgün Türkçe konuşabilsin. (Mesela benim tastamam 18 aylık oğlum konuşmayı şöyle öğrenecek: Hadi kak gedek de kıçını temizleyek.) Olsun. Kötü şeyler söylemeyi öğreneceğine, güzel konuşmayı geç öğrensin.
4. Bize de biraz bakabilsin, yemeğimizi, ütümüzü yapsın. Ayrıca temizlikçi tuttuk da, yemekçi tutamayız değil mi? İşten gelip yemek yapanlara diyorum ki, sırlarını versinler bana, ben kahve bile yapamıyorum kendime yorgunluktan!
5. Çocuğun ilaçlarını verebilsin, hastalıklarını yönetebilsin, doktora götürebilsin, gerektiğinde – hastalık durumu vs, okula gidemeyen kızıma da aynı anda bakabilsin, ben evde kalamadığımdan.
6. Ufak tefek alışverişi yapsın, çocuğun meyvesi yoğurdu bittiğinde bitmişti veremedim demesin, gitsin alsın.
7. Ah bi de misafirim gelecek dediğimde iki çeşit pasta yapsın. Ben hamur işlerinden hiç anlamam demesin.
8. Kendi çocukları sorunları işsiz kocası olmasın. Bence tek insanlık dışı isteğim bu ama, onun mekanik olmadığını, çocuğunun evde hasta yattığını ve bakacak kimsesi olmadığını düşününce sinir oluyorum, benim çocuğuma konsantre olması gerekirken kendi çocuğunu düşünüyor çünkü robot değil, keşke çocukları büyük birini bulsaydım, izin veriyorum sonra evine erken gitsin diye ve kendi hasta çocuğumla başbaşa kalıyorum. Ayrıca da, neden ben kocası çalışan bi bakıcı görmedim? Çünkü erkekler, sağolsunlar, karılarına çalışma evde otur demeyi bilirler de, kendileri iş arayacaklarına karısının kazandığını yemeyi ve bu esnada kahvede okeyin kitabını yazmayı daha iyi bilirler.

Şimdi şöyle bi okuyunca anladım ki, ben annemi istiyorum. Annemi. Kendimi de değil, bunların hepsini aynı anda yapamam ben. Ama annem yapar.
Ben iki çocuğuma aynı anda bakamazken, onları idare edemezken, annem üçümüzü etmiş.

Neyse, sonuç olarak bu bakıcı sendromunu çözmeye çalışacağıma, mevcut bakıcıya alışmaya çalışmaya karar verdim. Neden mi, güveniyorum da ondan. Parayla satın alınamaz bir his bu. Çocuğuma zarar vermeyeceğini hissediyorum.
Gerisi eyvallah.
Resim: Tuna ve ilk bakıcısı, ilk başlarda bıdı bıdı ettiğim ama zamanla beni utandıran, hepimize bakan ve İstanbul’a geldiğimizde bize gelen ve oğlumu özlediğinden sarılıp koyun koyuna uyuyan bakıcısı.
Hey gidi hey. Gelsene sen Antep’e Fatrma abla.

22 Kasım 2010

Sabah sabah kafamdakiler (iç ses)

Şahane bi sabah altı.. Neskafe harika olmuş..
Hımm.. Saçımın fönü bozulmuş, zaten yapamamıştı, bi daha o çocuğa yaptırmıycam (gerçi 3 lira :) bugün gider bi daha yaptırırım)
Bugün çook yoğun olucak, yarınki ameliyatlar, yengem de gelicek onun işlerini çabuk hallederiz umarım.
Bu Victoria'a Secret'lar şahaneeee Gamzeyi ariyip bi daha teşekkür etsem.
Acaba çamaşırlar kurudu mu Damloş'un terliklerini unutmiyim okula gidicek. Tuna'nın kulağı mı ağrıyor dişi mi, gene otit mi oldu yoksa, ama bayramda hava güzeldi iyi beslendi çevrede hasta kimse de yoktu. Ama iki gündür ağlayıp durdu, dün kulağını da tutuyordu. Acaba doktora götürsem mi bi gün dahamı beklesem. Geç kalmış olur muyum? Yok yoksa geçer mi kendi? Tam da bugün ve yarın işten izin almam imkansız, çok yoğun günlerim, yarına bisürü ameliyat var, hastaları hazırlamam gerek.. Bakıcı da götüremez yoksa götürür mü? Olmadı gündüz durmazsa taksiye atlasın götürsün napayım. Bakıcıyı değiştirecek miyim, Gürcü bi yatılı kadın bulsam bundan iyi olacak mı? Ne bileyim Sabiha Pektuna kesinkes değiştirmeyin bundan iyi olmaz diyordu. Ama bu da çok yavaaaşşşş
Şu Songül Hanım'ı aramayı unutmamam gerek, çarşamba randevusunu iptal ediyim, bir de yoga diyordu onu sorayım bana yoga gerek (Nihancim duyuyor musun doğru yola geldim sonunda)
Acaba Songül hanım özel ders verir mi? Damla'yı okul servisine versem iş çıkışlarında bi saat kendime ayırsam. Sonra şu kaslarım gevşese sırt ağrılarım geçse. Beynim de gevşese biraz.
Tezimi de ingilizceye çevirmem gerek hem de bunu bu hafta sonundan önce yapmam gerek. Nasıl yaniiii
Düşündüklerimden yoruldum imdaaat
Hadi artık herkes uyandıysa müzik açabiliriz.

19 Kasım 2010

Kasım 18, Adana

Buyrun memleketime... Güneşli güzel bir gün gibisi var mı?

26 Ekim 2010

Gaziantep Hayvanat Bahçesi

Büyük. Temiz. Doğal ortam başarılı.

Ama beni etkileyen çam ağaçları oldu. Babam ormancı olduğundan çam ağaçlarının içinde büyüdüm denebilir, hatta çam ormanındaki yayla evimizi de aileden tek ben seviyordum da denebilir.

Bu nedenle, çoook büyük bir çam ormanının içine kurulmuş bu yeri sevdim. Bakınız, tropikal ormanda kurulmuş, safari yapabilirsiniz :))))


Hayvanları buyrun:



Gerçekten anlatıldığı kadar varmış.. Gerçekten Darıca'dakinden güzel, daha büyük, daha temiz, bakımlı. Ağaçların araları yemyeşil çimen. Akvaryumlar barınaklar temiz.

Neticede hayvanat bahçesi, bir yere kadar olabilir, ama nispeten doğal yaşam alanları yaratmak konusunda da başarılı. Yani gezerken içim çok sızlamadı, zavallı hayvanlar deyip durmadım.

Birçok hayvana ayrılan yer o kadar genişti ki, uzaktan göremiyorsunuz hatta. Mesela geyiklere koca bir tepe vermişler, koşup oynuyorlar, dürbünle gelelim dedim bir dahakine hatta :)





Çocuklarla vakit geçirmek için çok güzel bir ortam. Pazar günü olmasına, hatta yazdan kalma 27 derecelik bir sonbahar günü olmasına ve ileri derecede kalabalık olmasına rağmen rahatsız olmadık, geniş alan kalabalığı hissettirmedi. Ailecek vakit geçirmek için çok uygundu, ara ara hayvanları unuttuk hatta, şişme parkta zıpladık, çocuk parkında kumda oynadık, at bindik, yemek yedik, çimenlere serilip oynadık. Çocuk Hayvanat Bahçesi diye bir bölümde minik bir çiftlik kurmuşlar, her türlü çiftlik hayvanı var, orada onları sevdik (gerçi benim babaannemin çiftliğinde hepsi vardı ama artık onları göremeden büyüdükleri için :(





Kısacası, Antep'e geldiğinde sevgili okuyucu, seni ve minik böcünü ilk götüreceğimiz yer burasıdır :)

23 Ekim 2010

"Milk" sorunsalı

Koca kişisiyle ara ara İngilizce söylerdik bazı şeyleri, bücürler anlamasın diye.
Örneğin bugün, dışarı çıkacağımız zaman, "aşkım milk alalım mı" dedim (hani süt lafını duyan bazı cüceler süt diye tutturmasın vakitli vakitsiz diye)
Dedi ki.
"May I take milk anne?"
O ne demek kızım dedim
Süt alabilir miyim anne dedi.
Şiştim vallahi.
Biz acilen İtalyanca Almanca falan bazı başka diller öğrenip geliyoruz.

İki yaş sendromu

Bu iki yaş sendromunun iki yaş bitince geçmesi gerekmiyor muydu? Terrible two horrible three denen şey doğru muymuş gerçekten?
Ben ne yapacağım, bu model gitgide zorlaşıyor
arkadan da terrible two geliyor imdaaaat yetişiiiin

21 Ekim 2010

Slow living

Anadolu'da hayatı çook daha yavaş hayal etmiştim. Yavaş yavaş.. Sakin sakin... Bizi tanıyanlar bilir, İstanbul'un koşturmacasından telaşından bıkmıştık..
Ve fakat...
Antep patladı sevgili okuyucu. Burda da hayat koşturmaca. Mesela sabah 5'te başladığım günüm hala aktif bir şekilde devam etmekte, Antep'in ardından ben de patlar mıyım acep?
Bu asistanlık meğer ne rahatmış, sorumluluk yok, işbölümü ekip çalışması süpper, bibaşınalık ne fenaymış.
Anacığımın dizinin dibi ne rahatmış (bunu yeni farketmiş gibi davranmayacağım zira 3 yıldır ne şanslıyım dedim durdum)
Her sokağını her karışını bildiğin şehirde yaşamak ne iyiymiş, sürprizleri bile tanıdıkmış..
uzun lafın kısası..
Oğlak kişisi değişikliği hiiç mi hiç sevmezmiş.
Bu yüzden alışma süreci çabuk geçsinmiş.. :)

12 Ekim 2010

Bloğum bloğum cici bloğum

Ayyy benim bi bloğum vardı di miiiiii :))
Neyse sevgili okur, Antep'e yerleşildi, bu haberi buradan sevinçle veririm ki, merkezde bilmemkaçyüüüz metrekarelik şahane bir ev tutuldu, daha da sevinirim ki merkezde büyüüük bir hastenede işe başlandı..
Koca kişisinin tayini istediği şubeye çıktı, Damla kişisi okuluna başladı (İngilizce öğreniyor sıpa, Amerikan Kültür Kids'te, anneanne bu circle diyor mesela :))) ya da benim gözüm mami yerine benim bözüm bluu diyor hahaha :))
Tuna kişisinin bakıcısı eh fena değil, Tuniş konuşmayı Entep'li öğrenecek orası kesin :))) (Anne kak gedek, şeklinde :)))) Ama kadın öpüp kokluyor oğluşumu, peşinden ayrılmıyor ve şahane yemek yapıyoorr
Anneanne bizde hala dönmedi hahahahayt
Teyzoşlar da yarın geliyor.
Maşallah de sevgili okuyucu deymeyin keyfime.. de

Henüz evimin salonunda bir gece oturabilmiş değilim, uyku saatimi sabah altı akşam 9 gece süresince saat başı mesai şeklinde ayarladığımdan :( Geldiğimiz gibi ikisi de hasta, üst solunum yolu, ayrıca sitenin bahçesine ilk çıktığı gün Tuna hepimizin yanında düşüp yüzünü gözünü parçaladı :( O şekilde fotoğrafını çekmedim suçumuzu belgelemeyeyim diye :(

Neyse, hastalık gelir geçer, gönüller bir olsun. Sen maşallahını, geçmiş olsununu, gönüller bir olsununu esirgeme sevgili okuyucu.
Ben biliyorum senin iyi dualarınla nerelere geliniyor, neler neler oluyor.
(İyi düşün iyilikleri çek)

Çoook teşekkür ederim, çok.
Herkese, bizim için dua eden herkese. İşte ordayız, istediğimiz, umduğumuz, sizin dua ettiğiniz yerde.
Ayrıcana da yazmayı nasıl özlemişim, nihayet internete kavuştum.
Artık burdayım gene, beklerim.
Gelin.

10 Eylül 2010

Allah kimseyi evladıyla sınamasın

Hikayeyi bilenler biliyor zaten. Günlerdir de yazamadım zaten.
Tekrardan anlatıp üzmeyeceğim kimseyi.
Minik bir melek, kocaman bir nehir olup aktı, çağlıyor şimdi, o kadarını söyleyeyim..
Allah'tan rahmet dilerim, ana baba ablasına da bol bol sabır ve dayanma gücü.

9 Eylül 2010

Şeker

Şeker gibi bir bayram dilerim.
Benimki de (mi) şeker gibi?
Sabah ilk iş babama gittim, bir de dedeme.
Pardon önce neneme. Bedeni hayatta aklı kocasının yanında öteki dünyada olan nur yüzlü dedemden yadigar kalan neneme.
"O emanetini teslim etti sıra bende" diyor.
Maaile nenemin (yeni) evinde toplandık bayram yemeğine ama nenem kaçtı, çiftlik evine gitti, kocasından yadigar evine.

Öbürgün nişan.

Daha öbürgün Antep yolları taştan. İşe başlamaya, ev bulmaya. Tanımaya. Solumaya. Görmeye koklamaya.

Bakalım hayat bize neler hazırladı?
Hadi hayırlısı.

1 Eylül 2010

Belirsizlik mi fena bekleyiş mi

Ben bu kez gerçekten çok sıkıldım.
Aylar sürdü bekleyişim(iz), belirsizlikleri belirleyemeyişim(iz)..
Neyse ki (bence) listedeki en iyi yer bana çıktı kurada.. Herkesin iyisi kendine.
Neyse ki güvenli, neyse ki havaalanı var, neyse ki baba toprağımıza yakın.
Neyse ki eşimin çalışabileceği bir iş var orda..
..da..
hadi artık.
Ev toplamak, ev kurmak, eşya seçmek (evet bu zevkli ama ev ortada yokken neye göre neyi seçiyoruz ki, seçemiyoruz bişey), ne zaman gideceğini bilmemek,
hergün bugün mü diye merak etmek.
Mesela,
bir haftasonu bebeklerimizi alıp arabamıza binip biryerlere gitme planı yapamıyoruz... çünkü haftasonu nerede olacağımızı bile bilmiyoruz!

29 Ağustos 2010

İstanbul'a veda etmeyeceğim

Bir kez daha Beşiktaş pazarına gitmeyeceğim. Eminönü'ne gitmeyeceğim. Mahmutpaşa yokuşundan Kapalıçarşı'ya tırmanmayacağım. Bilmediğim sokaklarda yürümeyeceğim. Üsküdar vapuru ile karşıya geçmeyeceğim. Köprü trafiğinde yüksek sesle müzik dinleyip bağıra bağıra eşlik etmeyeceğim. Salı pazarına gitmeyeceğim.
Bir kez daha Sultanahmet sokaklarında amaçsızca dolaşmayacağım. Adalara gitmeyeceğim. Fenerbahçe parkına gidip piknik kahvaltı yapmayacağım. Beğendiğim herhangi birşeyin bir rengini ya da bedenini bulmak için alışveriş merkezi alışveriş merkezi dolaşmayacağım.
Bir kez daha Koşuyolu ışıklardan eve yürümeyeceğim. Validebağ korusunda yürüyüş yapmayacağım. IKEA'ya gidip amaçsız alışveriş yapmayacağım. Beylikdüzü'ne giderken oflanıp puflanmayacağım.
...
Daha neler neler. Gece 04.06'da aklıma bu kadarı geliyor.
Ama.
bütün bu yapmayacağımları yapamayacağımla değiştirebilirim. Ama bunu yaparsam ağlayabilirim. Zira bütün bunları bir daha hiiç yapamayabilirim.
İşte bu yüzden İstanbul'a veda etmeyeceğim.

19 Ağustos 2010

Yavrularıma mektup

Canlarım, bebeklerim, güzel yüzlü, güzel kokulu meleklerim benim...

Yeni yaşantımızı yavaş yavaş hayal edebilmeye başladım... Belirsizlik azalıyor, yerini görüntüler alıyor, yeni evimiz, yeni okulumuz - belki oyun grubumuz, yeni bir şehir... Babaannemizin bahçesinde çocuk kahkahaları...
Tanıyacak yeni insanlar, yeni arkadaşlar...


Aslında düşündükçe zor geliyor, evimi annemi kardeşlerimi bırakmak, on yıldır yaşadığım nazlı (aslında çokça kaprisli) İstanbul'u bırakmak zor olacak... Ama iyi yanı, tam da istediğim yere gitmek olmalı.. Tercih edebileceğim yerler içinde en iyisi.. Hep çağırdığım gibi iyi, evime barkıma yakın, sizin güvende olacağınız, aklımın evimde kalmayacağı, havaalanına - dolayısı ile anneme yakın, belki az para kazanabileceğim ama ağzımın tadının bozulmayacağı bir yer... Belki de Osmaniye, Antep merkez ya da daha büyük bir ilçe listede olsaydı bize düşmezdi, kurada çok tercih eden olacağı için.. Kısmet, ilahi takdir bizi bizden daha iyi düşünüyor, benim küçük beynimle tasavvur edemeyeceğim kadar iyisini bizim için Allah-ü Teala ayarlıyor.

Olumlu düşündükçe herşey olumlu oluyor, herşey yavaş yavaş yoluna giriyor, su akıp yolunu buluyor. Geç farkettiğim, sonradan öğrendiğim olumlu olmanın, olumlu düşünmenin hayatımıza kattığı artıyı size de öğretmeye çalışacağım..

Bebeklerim, güzellerim.. Sizlerin nerede büyüyeceğinizi şu an tam bilmiyorum... Şimdilik annenizin, babanızın büyüdüğü coğrafyaya gidiyorsunuz. İlk çocukluğunuzda, annenizin o yaşlarda soluduğu havayı soluyacaksınız... Orada, umarım benim gibi, toprağa değerek, tavukları kovalayarak, koyunlara dokunarak, Anadolu'nun ışığıyla alacaksınız ilk çocukluk yaşlarınızı... Sonrası Allah kerim... Nasılsa o bizim için en iyiyi ayarlıyor. Hele bir başlayalım da, açalım da yeni sayfamızı.

Heyecanlıyım da aslında.. Yeni bir hayata başlamak çok da kolay değil, malum.
Ama olsun, iyi bir başlangıç, güzel bir şehir.
Herşey çok güzel olacak.

...and the Oscar goes to...

Gaziantep Nurdağı İlçe Hastanesi

18 Ağustos 2010

Dile kolay mı?

9 yıl, dile kolay mı?
Kime kolay?


Canım....
Seviyorum seni.
Çok.

16 Ağustos 2010

Sünnet hakkında bilinmesi gerekenler

Bu arada herşey tamam bir sünnetimiz eksikti :) Hemen halledelim dedik..
İşte sorularla sünnet:

Neden acele ettik? Bir buçuk - altı yaş arasında sünnet önerilmediğinden, bizim dana da hızla bir buçuk yaşına doğru ilerlediğinden... Ayrıca nereye taşınacağımız belli olmadığından, gittiğimiz yerde ideal şartları sağlayabileceğimizden emin olamadık da ondan..

Sünneti kim yapmalı? Bana kalırsa sünnetçi.. Çünkü aslında özünde oldukça basit bir işlem ve el becerisi ve deneyim önemli.

Biz neden genel cerraha yaptırdık? Birinci neden, bişey mişey olursa, koskoca doktor neden doktora yaptırmadı olmasın diye... İkincisi ve daha önemlisi, bebeklerin tüm işlem boyunca canı yanmasa bile anlamadığı bişeyler olduğu için ve sıkı sıkıya tutulduğu için ağlamaları kaçınılmaz. Buna gerek görmüyorum ve entübe edilmeden hafif bir genel anestezinin daha iyi olacağını düşündüğümden.. Eşim kararı bana bıraktı ve ben anestezi altında genel cerrah tarafından yapılmasını daha uygun gördüm. Anestezinin etkisini atana kadar Tuna beyin iki saat kadar ağlaması bonusu oldu (anasına çekmiş, ben de anestezi alınca ağlarım hep)

Neden ürolog değil de genel cerraha yaptırdım? Çünkü bu doktor beyle bazı kanser ameliyatlarına girdim, kendisi aslında böbrek naklinde uzman ve eli süper. Gerçekten. Sünnet ettiği bebeklerin anneleriyle de konuştum, çok iyi sünnet yapıp pipiye bir de boncuk diziyormuş. Ayrıca ürolog araştırma gereği duymadım. Aslında kadın doğumculardan bile çok iyi sünnet yapanlar var.. Çocuk cerrahı da olabilir.

Neden devlet hastanesinde yaptırdım? Çünkü bu doktor bey bizim hastanede çalışıyor. Ayrıca aslında tüm cerrahi müdahalerde küçük bir özel hastanedense büyük bir devlet hastanesi daha mantıklı.

Neden daha önce rahat rahat yaptırmadım da sınavdı tayindi bu araya sıkıştırdım? Aslında dört beş aydır uğraşıyorduk ama Tuna beyin üst solunum yolu enfeksiyonu daha doğrusu öksürüğü bir türlü geçmiyordu. Altınoluk'un temiz havasında öksürüğü geçince, hadi dedik...

Hastaneye para ödedik mi? Aslında bizim çocuklar SGK'lı değil, özel sigortalılar babadan. Bu nedenle sünneti ücretli yaptırmak üzere hastaneye yattık. Devlet bir sünnet paketi hazırlamış, toplam 50 liraymış (sanırım anestezi hariç), bunu da SGK ödüyormuş. Yani sigortalı iseniz para ödemeyeceksiniz. Bize de şöyle bir güzellik oldu, 18 yaş altı çocuklarda tüm sağlık harcamalarını devlet karşılıyor ya, bunu da karşıladı :) Ama ben emekli sandığına bağlı olduğumdan bir seferlik, ikinci hastaneye müracaatımızda "hoop, çocuğunu da üstüne al, SGK'ya bağla" diyorlarmış. Neyse, kısacası hiç kimse devlet hastanesinde sünnete para ödemiyor -18 yaş altı ise :)))-

Operasyon öncesi ne yaptım? Çocuk doktoru muayene ediyor, sonra da anestezi doktoru görüp narkoz için onay veriyor. Başka bir hastalığı, enfeksiyonu vs olmayacak. Bu arada istenen tahliller: kan sayımı, biyokimya, pıhtılaşma testleri, hepatit belirteçleri, akciğer grafisi. Bunları bir özel hastanede özel sigorta ile yaptırdık. Çocuk ve anestezi onaylarını bizim hastanedeki dr.lardan aldık. Akciğer filmi çektirmek istemedim, artık yetişkinlere bile ameliyat öncesi istemiyoruz, eğer dinleme bulgusu olsaydı çektirecektim. Gerekmedi şükür. Yani ben dr olmasaydım muhtemelen onu da isteyeceklerdi. Özelde ameliyat olacaksa bunların çoğu istenmiyor, kızımdan biliyorum. İşte burası eğitim araştırma diye kasıyorlar...

İşlem ne kadar sürdü? Uyuması uyanması yarım saat kadar. Son beş on dakika ağladı, anestezik ilacın etkisiyle. Bir de gece 12den sonra aç bırakmıştık, belki onun da etkisi vardır.. Tamamen ayılana kadar bir iki saat ağladı.

Sonrasında ne yaptık? İki saat beslemeyin demişlerdi ama ben çok ağladı diye süt verdim. Çok tehlikeli biliyorum, verdim ama. Üç dört saat kadar hastanede kaldık. Sonra eve gittik. İnternet sitelerinde okuduğum kadarı ile, pansumanla pipiyi sarıp, iki gün sonra açıp, bazı ilaçlar sürüp, on gün sonra kontrole falan götürüyorlarmış. Bizimkini sarmadılar bişey ilaç milaç da vermediler. Katajel diye uyuşturucu bir jel verdiler, birkaç kez sürdük. Vermenize gerek yok ağrısı olmaz dedi ama ben birkaç kez calpol içirdim. Hiç sarmadık. Sünnet külodu gibi bişey de giydirmedik. Direk bezini bağladık. Ağrısı olmadı sanırım, ağlamadı ya da huysuzlanmadı. Sadece birkaç gün pipiyi elletmedi, kendi de ellemedi. Hassassiyeti oldu galiba (ağzı var dili yok, anlatamıyor ki derdini).. İki gün sonra banyo yaptırdık. Kızarma falan normal demelerine rağmen, biraz fazlaca kanlı görününce -daha önce sünnetli pipi görmediğimden- eve yakın bir özel hastanenin üroloğuna kontrole götürdük. Normal dedi, içinize sinmiyorsa Bactroban (antibiyotikli pomad) sürün dedi, iki üç kez sürdük. Sonra sürmedik. Öyle batticon, furacin falan hiç sürmedik, hiç pansuman yaptırmadık. Bir de ürolog çok beğendi, güzel yapmışlar dedi.

Ne kadar sürede iyileşti: Dört günde falan kızarıklığı, şişliği geçti. Dikişleri de bir haftada falan düşmeye başladı. Şimdi (çok şükür) asayiş berkemal.

Çocuk tek sünnet ettirilmezmiş, biz bu konuda ne yaptık? Bir arkadaşımızın, oğullarına kıyamadıklarından ve ağlamasına dayanamadıkları bahanesi ile askere gidene kadar sünnet ettirmemeyi düşündükleri oğulları Özgür'ü de Tuna ile birlikte sünnet ettirdik. Özgür'de de hiçbir sorun olmadı çok şükür :)

Sünnet düğünü vs yok mu? Aslında uzun planlarım vardı. Ama Tuna'nın doğumgünü partisi yaklaşık 50 - 60 kişilik bir eğlence şeklinde olduğu, ordakilere bunun aynı zamanda sünnet partisi olduğunu söylediğim ve ona göre de eğlendikleri için, şimdilik düğün yok. Ama önümüzdeki ay Amerika'dan dönecek olan halamızın kışkırtmaları devam ediyor, davul zurna meraklısı Adana'lı damarım bayramda memlekete gidince kabarabilir :) Yoksa memlekete gidince bir mevlüd okutmayı düşünüyorum, sadece..

Sünnet kıyafetlerini nereden aldım? Bir arkadaşımdan ödünç aldım.

Sünnet fotoğrafı yok mu? Havalar çok, gerçekten çok sıcak olduğundan, sünnet kıyafetlerini uzun süreli giydiremedik bile Tuna'ya.. Ağladı, sıkıldı. Havalar az serinlesin, fotoğrafçıya gidip çektireceğiz inşallah.. Şimdilik elimdekilerle yetinelim lütfen..

13 Ağustos 2010

Hangisini alırdınız?

Adıyaman Merkez
Kahta (Adıyaman)
Emirdağ (Afyonkarahisar)
Afyonkarahisar Merkez
Doğubeyazıt (Ağrı)
Sındırgı (Balıkesir)
Güroymak (Bitlis)
Tatvan (Bitlis)
Buldan (Denizli)
Diyarbakir Merkez
Harput (Elazığ)
Nurdağı (Gaziantep)
Tirebolu (Giresun)
Şarkikaraağaç (Isparta)
Karaman Merkez
Kars Merkez
Sarıkamış (Kars)
Kastamonu Merkez
Cihanbeyli (Konya)
Nusaybin (Mardin)
Muş Merkez
Ürgüp (Nevşehir)
Ulukışla (Niğde)
Geyve (Sakarya)
Alaçam (Samsun)
Ladik (Samsun)
Siirt Merkez
Şanlıurfa
Siverek (Şanlıurfa)
Viranşehir (Şanlıurfa)
Cizre (Şırnak)
Silopi (Şırnak)
Tokat Merkez
Turhal (Tokat)
Banaz (Uşak)
Erciş (Van)
Van Merkez
Bozok (Yozgat)

Hangisini alırdınız?
Hangilerinin adını daha önce duymuştunuz?
Hangisi memleketinize / evinize en yakın?
Hangisinde havaalanı var?
Hangisine giden yol var?
Hangisinde can güvenliğiniz var?

Hangisinde eşinizin iş bulma şansı var? (Eş durumu tayini yapmadıkları için kaçınızın eşi işini gücünü bırakıp sizinle geliyor? Kaçı işinden ayrılamayıp yerinde kalıyor ve içi yana yana sizi ve belki bebeğini gönderiyor?)
Hangisinde eşinizin çalıştığı bankanın uygun boş kadrosu bulunan şubesi var?

Hangisinde oturabileceğiniz ayarda evler var?
Hangisinde bebeklerinize bakıcı & yuva bulma şansınız var?
Hangisinin halkı sizinle aynı dili konuşuyor?

Hangisinde mesleğinizi icra edebileceğiniz şartlar var?
Hangi hastanede ameliyathane / anestezi uzmanı / doğumhane / başka uzman / nöbet & icap nöbeti / poliklinik var?
Hangisinin döner sermayesi yüksek / sizin için yeterli?
Hangisinde muayehane açıp -artık- para kazanma şansınız var?
Hangisinde evinize market alışverişi / üst baş alışverişi yapabileceğiniz market ya da alışveriş merkezi var?

Hangisini seçerdiniz? Yeterince doğudaki birini mi? Yeterince batıdaki birini mi? Para kazanacağınızı mı? Parayı boşverip çocuklarınızın güvenlikte olacağını mı? Evinize en yakın olanı mı? Havaalanına en yakın olanı mı? Yolu olanı mı? Suyu olanı mı?

Hanginiz sıcak yuvanızı / şehrinizi bırakıp, ne uğruna bu listeden kendinize bir yer seçip, başkasının da aynını seçmemiş olması için dua eder, sonra da kurbanlık koyun gibi kuranın çekileceği günü beklerdiniz?
Kaçınızın yüreği dayanırdı buna?

10 Ağustos 2010

Kuş gibi bekliyorum

Münhal kadrolar açıklanacak da..
Ben tercih edeceğim de..
Herkes tercih edecek de..
19'unda bilgisayar kurası çekilecek de..
Bana memleketim çıkacak da..
Ben de burdan bayram ilan etmezsem :)

9 Ağustos 2010

Ne iş mi yapmak isterdim?

Tabii ki mimar olmak.
Vallahi kıskanıyorum. Olmak isterdim. Hatta bir ara lisedeyken istemiş ve bunu aile meclisinde dile getirmiştim.
Rahmetli dedem, ailenin ilk okuyan kızı olacağımdan da hareketle, "doktor olmayacaksan okuma" demişti.
Allah'tan doktor olmayı mimar olmaktan daha çok istiyordum da, yoksa keçi pardon oğlak inadım tutup aksi yönde hareket ederdim eminim.
Ama sonra anladım ki, mimarlık okusaydım da aynı yeteneksizlikte kalırdım ben. Bu insanın içinden gelecek birşey, sonradan öğrenilecek değil. Bu görmekle ilgili, ben öyle göremiyorum zorlasam da kendimi, ama yetenekli olanlar mesela bir sehpaya baktıklarında üzerindeki aksesuarları da görüyorlar eminim ya da bir duvara bakınca da...
Acaba diyorum okuluna gitseydim, bana bu yeteneği öğretebilirler miydi? Ama benim kastettiğim aslında içmimarlıkla ve peyzaj mimarlığıyla ilgili.
Ben çok güzel bahçeleri olan çok güzel evleri o kadar çok seviyorum ki!
Evimi ve bahçemi süper yapmak isteğindendir sırf bu yıllar sonra aklıma düşüp de mimarlığı kıskanışım...
Bugün, artık çok yaşlanan tabak bardağıma yeni arkadaşlar almak için dolaştığım Ikea'da pek acı çektim örneğin. Vallahi abartmıyorum, acı çektim. O örnek evleri gezerken, yahu dedim habire, bunların hepsi burda satılan şeyler, ama bana o duvarı verdiklerinde bu aksesuarları alıp bu sırada asmayı asla akıl edemem!! Ya da bu mutfağı alıp böyle tasarlayamam ve içini bu şekil yerleştiremem..
Şimdi eminim bu yazıyı okuyanlar şunu diyorlar: Eh, biz diyor muyuz, ben de bu ameliyatı senin gibi yapmaya çalışmıyor sana geliyorum, sen de bir zahmet bir uzmanından destek al.
Ama kardeşim, siz her derdinize doktora mı koşuyorsunuz? Aksine gittikçe daha az doktora gitmek için aktarlarla kanka oldu herkes, homeopati moda oldu, evler otlarla bitkilerle doldu. Eh ben de evimi dekore etmek istemişim çok mu? Ayrıca evim ve bahçem için eve verdiğim toplam ücret kadar bi de tasarım ücreti vermekten korkuyorum, o da var :)
Sonuç, galiba sonunda Ikea'daki örnek evlerin fotoğraflarını çekip birebir taklit mi edicem nedir, esinlenmek nereye kadardır, bu ayıp birşey olsaydı oraya koymazlardı -belki de zaten biz esinlenip ordaki herşeyi satın alalım diye koyuyorlardır değil mi?

6 Ağustos 2010

Tayin, taşınma, belirsizlik...

Hepimizin hayatı karışır ara ara.. Tam düzene girerken daha da karışır..
Tam sakinlemişken daha da bozulur.
Stabillikten sıkılınca anstabil olur.

Gerçi ben stabilleşmeyeli çook uzun zaman oldu unuttum.
Neler oldu ki son birkaç ayda:
Tezimi (nihayet ve çok şükür) bitirdim, teslim ettim
Uzmanlık sınavına hazırlandım -ki bu madde tek başına beni yedi bitirdi-
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı oldum
Kısa bir tatil yaptım
Kızım üç, oğluşum bir yaşını bitirdi, ikisine de çok içime sinen, belki hatırlamayacakları ama benim hiç unutamayacağım doğum günü partileri hazırladım
Güzel kızım kulağından ameliyat oldu
Oğluşum büyüdü erkek oldu, çok şükür kazasız belasız sünnet oldu
Yeşi pasaport aldım
Dedemi kaybettim
Daha da kişisel üzüntüler ve sevinçler de yaşadım aslında, bende gizli..
Bu arada, hergün, her aldığım nefeste şükrettim, tüm bu (bence oldukça stresli) dönemlerde kendimi kaybetmediğim ve tek başına olmadığım için. Allah kimseyi sağlıkla, ameliyatla, sınavla denemesin ama yalnız olmadığınızı da böyle hissediyorsunuz.


Bütün bu karışık şeyleri de iyi ki bu sene yaşadım diyorum şimdi.
Çünkü herşeyden, geniş ailemden, zor bulduğum çok sevdiğim arkadaşlarımdan, evimden, tüm hayatımdan - alışkanlıklarımdan, kuaförümden, dişçimden, kızımın okulundan, oğlumun ikinci annesi -bizim de en büyük yardımcımız- bakıcımızdan, kadın doğum doktorumdan, çocuk doktorumuzdan (hatta yedek doktorlarımızdan), bakkalımızdan, marketimizden, pazarımızdan, balıkçımızdan, gemilerden, vapurlardan, eminönü - üsküdar - kapalıçarşı - beşiktaş pazarı - bebek parkı gibi ayda bir ziyaret etmezsem yapamayacağım rotalarımdan, işimden - hastanemden, yıllar boyu kavuşmak için çabaladığım, sonunda onunla kah dargın kah barışık on yıl yaşadığım İstanbul'dan kopup gitmeme sadece günler kaldı.

19 Ağustos'ta gençlik aşkım İstanbul'u kimin için terkedeceğimi öğreneceğim. Ama içim temizdir benim, büyüdüğüm, okuduğum yere gidecekmişim gibi hissediyorum. Dua ediyorum. Olumlu düşünüyorum. Memleketimi çağırıyorum sürekli, bahçeli bir ev hayal ediyorum, gerçek toprak olan bahçesinde, çocuklarıma aynı burdaki evim gibi serbest alan veren, ailemle huzurla mecburi hizmetimizi geçireceğimiz bahçeli bir ev...

Espri anlayışımı bile yitirmek üzereyim. Kafam çok karışık. Nasıl geçer bu süre? Biliyorum bir ay sonra şu yaşadığım sıkıntıdan eser kalmayacak ama işte, şimdi anın içindeyim ve böyleyim. Bir yandan kendimi kitaplara vurdum, çocuk gelişimi mi, kişisel gelişim mi, ders kitabı mı, İstanbul kitabı mı, yeni evim için dekorasyon kitabı mı okusam onu düşünüyorum.
Bir yandan kalan son bir iki kilomu vermeye çalışıyorum.
Bir yandan yeni evimi - şehrimi - kendimi biraz olsun daha fazla sevmek için kendime cici bir dünya yaratıyorum - alışveriş yapıyorum.
Bir yandan büyük bir açlıkla -hatta oburlukla İstanbul'u gezmeye çalışıyorum, son kez kare kare fotoğraflarını çekiyorum Kanlıca'nın, Yerebatan sarnıcının, Topkapı Harem'inin, Eminönü - Üsküdar vapurunun...
Bir yandan kendimi -hala- alışamadığım şu taşınma fikrine alışması için kandırmaya çalışıyorum.
Sevgiliden ayrılmak gibi fikr-i sabit haline gelmeye başladı bu bende. Sadece birilerinin beni anlamasını ister oldum gene, deprese oluyorum gün geçtikçe, belirsizliğin altında eziiyorum, boğuluyorum. Yazdıkça daha kötü oluyorum. En iyisi kapatayım bu bahsi.
Beni anlayan var mı?

25 Temmuz 2010

Şu sıra elimde neler var?

Elimdeki bütün kartları açıyorum. Buyrun:
Bir adet sokak çocuğu,


Bir adet genç kız namzeti,


..ve iki kardeş :)

Benim kocaman yürekli minik kızım

"Melike teyze sana kötü bir haberim var..
Biliyor musun, annemin babası ölmüş."

Kalbi kendinden daha büyük yavrum.. Sana henüz bu bilgi için hazır olmadığını düşündüğümden, laf arasında söylemiştim, babamın öldüğünü.
Birşeyden konuşuyorduk,
“Senin baban mı anne?”
“Yok annecim benim babam öldü.. Sen onu tanıyamadın malesef”
“Neden öldü anne”
“Hastaydı da ondan annecim”
..ve konuya devam ettik gitti.

Ben hala seni küçük sanırken, minik kalbim derken sana,
Meğer sen insanın babasının olmasının nasıl iyi güzel muhteşem bir şey olduğunu farketmişsin
Ölümün nasıl üzücü olduğunu anlamışsın
Benim babamın ölmüş olmasını düşünmüş, analiz etmişsin..
Eve döner dönmez de benim ağzımı açık bırakan şu cümleyi kurdun:

“Melike teyze sana kötü bir haberim var..
Biliyor musun, annemin babası ölmüş.”


Sonra güzel, uzun, çok renkli bir elbise giydiğimde de, bana uzun uzun bakıp,
“bu çok güzelmiş, nerden aldın bunu hanımcım?”
İnsana bakımlı olmayı istetiyorsun minik kalbim :)

Not: Bugün de teyzeni "büyükbaban" hakkında sorguya çekmiş, albümleri döktürmüş, ona uzuun uzun babamı anlattırmışsın.
Hep keşke babam seni (sizi) görebilseydi diye üzülürdüm. İlk defa başka birşey için üzüldüm, keşke siz de babamı tanıyabilseydiniz yavrum.

11 Temmuz 2010

İnsanın arkadaşları olmasa da öksüz olurdu değil mi

Ne demişler: Beş dakkada değişir bütün işler.

Tam nöbete gelmek üzere hazırlanırken, annemle Fatma teyzemize kuzularımızı emanet etmişken...

(Sevgilim kardeşinin mutlu gününde yanında olmaya memlekete gitmişti...)
Annem ilk uçakla nur yüzlü dedemi uğurlamaya gitti..
Kardeşlerimin biri Alanya'da biri Bodrum'da
Teyzelerimin ikisi de yazlıkta
Ben nöbette
Tuna bakıcısında
Damla benimle hastanede nöbette!!! ...ne yapar bütün gün ve gece, ne yer ne içer, ben ameliyata girince tek başına korkar mı ağlar mı, durur mu, uyur mu? Gece bir hastaya çağırdıklarına ya da ameliyata girersem odada nasıl bırakacağım onu?
Mikrop kapar mı, hasta olur mu?

Arkadaşımı arasam, birkaç saatliğine alsa, oynasalar onun çook sevdiği böcüsüyle, en azından iki üç saat değişiklik olurdu ona da...

Derken... Canım arkadaşım geldi, Damla Hanım'ı güle oynaya aldı böcüsüyle birlikte, götürdü.. Varınca da beni arayıp içimi rahatlattı keyfi yerinde diye.. (Damla'nın ilk kez yabancı bir yerde duruşu bu, annemsiz ve bizsiz)..

Günün ilerleyen saatleri neler gösterecek bilmiyorum.. Şunu biliyorum ama, canım Gülfer'cim, ismi gibi kalbi de güzel arkadaşım... Bu minnet duygusunu kelimelerle ifade edemeyeceğim ve gözyaşlarıyla ödeyemeyeceğim sanırım. Kulağa çok küçük birşey gibi gelebilir (bir gün bir çocuğa bakmak... ne var sanki diyenler olabilir), ama o çocuk benim kızım, en kıymetli hazinem.. Bugün bana yaptığın iyiliği ben ödeyemem arkadaşım. İyi ki varsın, iyi ki girmişsin hayatıma.

Teşekkür ederim.

Hey gidi koca çınar

Babamın emaneti, ailemin en büyüğü, güzel yüzlü, nur sakallı dedem benim..
Böyle yağmurlu bir günde (babam gibi) devrildin gittin..

Hey gidi nur yüzlü güzel dedem,
gelecektim, ben bakacaktım daha size, bahçenizde oynarken çocuklarım sohbet edecektik biz, babamı hatırlayıp gözyaşı dökecektik, sonra dua edecektik, sonra gülecektik çocuklara bakıp bakıp..
Nenem bana bakıp babamı hatırlayıp her seferinde ağladığında kızacaktın ona..
Kimselere öptürmediğin elini bana ve çocuklarıma öptürecektin..
Sarılacaktın bana.
Ah nur yüzlü güzel gözlü dedem..
Böyle biz uzaklardayken gittin.
Yetişemedik
Sana da, cenazene de..
Nöbette olmasam uçar gelirdim dedem. Ah dedem.
Nur içinde yat güzel dedem.
Ben gözyaşlarımı burdan yolluyorum sana, uzaktan ediyorum dualarımı, o da olur be dedem..
Allah rahmet eylesin, mezarın ışık dolsun dedem.
Hoşçakal beni babamın toprağına bağlayan dedem

9 Temmuz 2010

Yaparsın, sen başarırsın dedim



Not: Son bir saattir cep telf.la çektiğim fotoyu yüklemeye uğraştım, beceremedim sanırken iki kez yüklemişim, silmiycem o yüzden, siz de iki kez bakın :)))


Deli gibi bağırırken girdim içeriye. Kendini yerlere atma dedim. Beni dinle dedim.
Ekibin geri kalanını bezdirmişti (genelde öyle oluyor). Yoğunluktan ve yorgunluktan, kimsede mecal kalmıyor kendini yerden yere atan, doğumdan korkan, sancı gelince ne yapacağını şaşırıp kendini parçalayan, kendi henüz çocuk - annelere..
Yerlere atma kendini, yatağa geç de bebeğin kalp atımlarını dinleyelim dedim.
Geçti.
Bir süre sonra hadi dedim, masaya alalım. Nereye, doğuma mı dedi. Kim korkutuyor bilmiyorum bu şimdi gebe / çocuk - az sonra anne küçük kadınları doğurmaktan. (Ben 18 yaşında ders çalışıp sek sek oynuyordum tabii, bana göre çocuk ama aslında kocaman kadın değil mi:) )

Ekip de günaşırı nöbetlerden yorulmuş, bitkin, sabırsız, bir an önce doğursun da kurtulalım'cı.
Aslında ben de sabırsızım, zira sezaryene girmeliyim, hasta sedyede bekliyor, bu hasta doğursun da öyle girelim, dedim.
Masaya çıktı, düşecek, kendini atıyor sağa sola.
Herkes ümitsiz, doğumdan tek korkan gebe değil, ekip de korkuyor (eyvah işimiz var, uğraş dur şimdi, ıkınamayacak, doğuramayacak, başımızı ağrıtacak, vs).. Bu arada hastanın yüzüne tiksinerek bakan temizlik personelini odadan kovmamak için kendimi zor tuttum, diğer görevliyi çağırarak doğumdan tiksiniyorsa bir daha doğum salonuma girmesin, onu ve bu yüz ifadesini görmek istemiyorum dedim.
'Az sonra anne'nin yanına gittim, kulağına eğildim dedim ki, korkma doğurmaktan.. bu ağrılar geçecek, bunlar senin canını yakmak için değil, bebeğini doğurabilmen için. Sakin sakin öğrettiğim gibi ıkın, bebeğini it.. Biz seninle bir ekibiz, ne dersek yap ki güzel güzel al bebişini kucağına.
Tamam dedi.
İtti, itti. Çok uğraştı, çok itti. Ben az bastım o çok itti.
Efeler gibi, paşalar gibi doğurdu bebeğini.

Adı Talha, (benim koyduğum) göbek adı Barış bebek.
Hoşgeldin.
Doğarken elimize işedin ama olsun :) Aramıza hoşgeldin. Senin annen çook cesur bir küçük anne, biliyor musun?


Not: Hikayesini anlatmak için anneden izin alınmıştır

Damla hanımla pazarlık


Resim: AYÇAADA

Alışveriş merkezine gitmeden önce:
- Annecim bak, orda oyuncak istiyorum diye ağlamak var mı?
- Yok
- Şunu bunu istiyorum diye tutturmak var mı?
- Yok
- Ben seni sihirli eller'e bırakıp işimi halledeceğim hızlıca, anlaştık mı?
- Anlaştıııık..
Zaten tek amacı sihirli eller'de oyun oynamak... İlk saat doluyor almaya gidiyorum, gelmiyor, benim de işim bitmediği için tamam diyorum. Neyse sonra aldığımda başta birşey istemiyor, yürüdükçe sağda solda oyuncak - sakız - top makinelerini görünce yavaş yavaş başlıyor mızıldanmaya. Zaten o makineleri oralara o kadar sık koyanı bulsam!!! Çocukları tahrik edip ağlatmak amaçlanmış belli!! Acaba çok mu kazanıyorlar da heryere pıtırcık gibi koymuşlar!!
Bizde diyalog aynen şöyle:
- Anne bak top makinesi
- Evet kızım
- Çok güzel değil mi anne
- Evet kızım güzel ama ihtiyacımız yok, almayacağız
- Anne sakız da var
- Sakız evde var kızım
- Anne toplar ne güzel değil mi
- Evet annecim ama evde bisürü topun var, ihtiyacın yok
- Anne o zaman dondurma al
- Yemek saati annecim, yemekten sonra alırım
(Baktı ki herşeye itirazım var, itiraz etmeyeceğimi bildiği son kozunu oynuyor nihayet)
- Annee o zaman kitap al bana
- Hık.
Nasıl tanımış eşşek sıpası annesini.
El cevap:
- Tamam alalım bebeğim.

Günaydın sağlıklı insanlar

Sağlıklı olduğunuz için teşekkür ettiniz mi bu sabah?
Mesela, dün gece ameliyat ettiğim eklampsi geçiren genç anne, ya da onun (belki ameliyata alınabildiği için hayatı kurtulan) bebeği henüz farkında bile değiller yaşadıklarının, ölmediklerinin... Yoğun bakımdan çıkınca nasıl bir tehlike atlattıklarını farkedecekler mi acaba?
Belki kanama ile gelen, dekolman plasenta olan gencecik kadının 7buçuk aylık bebeği bizim kadar şanslı olmayacak... Ya da tersine, belki acilen ameliyata alınabileceği bir hastane bulduğu için kendine, hayatı kurtuldu aslında, direnecek ve hayatta kalacak, biz de bunun sevinci ile hayata tutunacağız..
Belki poposuyla doğmaya kalkan şaşkın bebek bize gelmek yerine diğer dört kardeşi gibi evde doğmaya karar verseydi bu kadar şanslı olmayacak ve onların ikisi gibi hayatını kaybedecekti...
Bunları bilmiyoruz tam.
Ama olabilme ihtimallerini biliyoruz. Bu annelerin (en azından ikisinin) hayatını kurtaran ekipte ben de vardım,
ne şanslıyım değil mi?
Hem sağlıklıyım hem de sağlığa katkım var.
Ne şanslıyım değil mi :)

6 Temmuz 2010

Biz o gün çocuklar gibi şendik

Biz o gün çocuklar gibi şendik...
Oynadık, eğlendik...
Tolga abiyle yarıştık, tabii ki biz kazandık :)
Önceden hazırlanan sürprizlerimizle oynadık, köpük balonu yaptık, pinyatamızı patlatıp içinden dökülen jelibonlarımızı yedik,


Yüzümüzü boyadık, heykel olduk sonra zıpladık


Şekilli balondan kanatlarımızı taktık, kılıçlarımızı salladık..
Çocuklarım söz konusu olunca, onlar eğlensinler oynasınlar, tuhaf bir enerji gelir bana...
Perşembe nöbetinden çıkıp alışverişe gittim, cuma nöbetinden çıkıp pasta yaptım (eh, yüzde beşini ben yaptım diyelim :))))
Çevremdeki heeerkese bir deli enerjisi geldi, kimi uğurböceği kostümleri dikti, pastaların çoğunu yaptı, kimi uğurböcekli pasta ve biiisürü kurabiye pişirdi, kimi taaa Yeşilköy'den, Kozyatağı'ndan, Kozyatağı'ndan, Cadde'den, Beylikdüzü'nden, Maltepe'den, Kartal'dan, Libadiye'den, Bebek'ten, Ataşehir'den, daha biiisürü yerden kalktı geldi... Bizi yalnız bırakmadı, çok sevindirdi...
Kimi börek sardı, kimi dolma pişirdi..

Hepimiz, uğurböceklerimin hatırına toplandık, pastamızın çevresinde sıralandık, Tolga abi söyledi biz alkışladık, minik uğurböceğim üfledi (aslında rüzgardan söndü mum), biz alkışladık..
Biz o gün çocuklar gibi şendik.
Çok eğlendik.
Herkese nasıl, nasıl çok teşekkür ederim, geldikleri için, bize katıldıkları için.


1 Temmuz 2010

Herşey için teşekkür ederim

Bir makale okuyordum, Yonca Tokbaş, yüksek sesle ağzına tuzlu sular dola dola herşey için teşekkür ettiğini yazmıştı, gözlerim doldu okurken...

Ben de teşekkür ederim herşey için, dedim kendi kendime...

Sabahları gözümü açtığımda içimde burukluk yerine sevinç olmasını sağlayan iki küçüğüm için.. minik kalplerim için.. beni koşulsuzca seven, öpüp koklamaktan bıkmadığım, avucumun içinde ellerini tutarken sevinçten ağladığım bebeklerim için... Yüzlerine bakarken kendimi gördüğüm, sarılınca mutluluktan uçtuğum yavrularım için..
Benimle bu güzel aileyi paylaşan, beni ben yapan, büyüten, okutan, seven, kaprislerimi - kıskançlıklarımı - öfkelerimi gören, sessizce izleyen, sakinlediğimde beni eskisi kadar sevmeye devam eden, benimle anne - babalığı paylaşan, hayatı paylaşan, ortağım kocam için...
Beş yaşında olmaya karar verdiğim mesleğime sahip olduğum için.. Sancı çeken güzel annelerin minik meleklerini kucaklarına almalarına yardım edebildiğim için, bebek kokusunu defalarca ve tekrarlarca içime çekebileceğim için... Yaşıtlarımın dörtte biri işsizken ortalamanın üzerinde bir maaşla çalışabildiğim bir işim olduğu için...
Bu yaşımda hala annemin kuzusu olduğum için, güzel annem yanımda olduğu, beni anladığı, beni tanıdığı, düşündüğüm şeyleri benden önce bildiği için..
Allah korusun bana bişey olsa güzel çocuklarıma sahip çıkacaklarını bildiğim, onları en az benim kadar seven anne yarısı teyzeleri olduğu için.. Kanlım olsun kardeşim olsun, başım sıkışırsa yanımda olacaklarını bildiğim kardeşlerim için.. teyzelerim kuzenlerim için...
Eşimin ailesi benim de ailem olduğu için.. İyi günümde kötü günümde, öz annem babam kardeşlerim oldukları için.. Bişeye ihtiyacım olduğunda, bişeye sevindiğimde, bişeye üzüldüğümde dünyanın taaa öte yanından yanımda olabilen üçüncü kızkardeşim için..
Evim için, yuvam için, param için, arabam için, gidebildiğim seyahatler için, sahip olmak isteyip de alabildiklerim için.. verebildiklerim için.. yardım etmek isteyip de edebildiklerim için.. yardıma ihtiyacım olduğunda yardım edenlerim olduğu için...
Varmak isteyip de gidebildiğim yerler için...
Olmak isteyip de olabildiğim şeyler için...
Hepsi için çok teşekkür ederim.

Tuna böcüsünün doğum günüsü

Davetiyemizi (biraz da alelecele) sınavdan önce koyuvermiştim buraya.
Şimdi soruyorum, varsa Tuna böcüsünün mumunu bizim parkta bizimle birlikte üflemek isteyen,
burdan bizi izleyen, seven, merak edenlerden,
bekleriz efendim... Bu cumartesi 16'da...
Bana bir mail atarsanız, size tarif ederim seve seve....

29 Haziran 2010

Ünvan lazım mıydı?


Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı.
Lazımsa buyrun alabilirsiniz.
Zira beni yıldırdılar bıktırdılar yordular, sınav bitti rahatlayamadım.
Habire sağlık müdürlüğünden telefon.
Alo, size bakanlığın atadığı sınav jürisinden biri emekli olmuş, şimdi bu bizim görevlendirme yazımızı alıp adamcağızın emekli olduğu yere (Bakırköy Doğumevi) gidin, sicilden emekli olduğunu ispatlayan bir yazı alın bize getirin sonra yedek jürinizin görevlendirme yazısını alın ona götürün imzalatın. Bakın yoksa sınavınız gecikir.
Aferin sınavı geçtiniz mi? Şimdi gidin vergi dairesine 363 lira harç yatırın.
Gidin hattata 20 liraya uzmanlık belgenizin üstüne adınızı soyadınızı falan güzelce yazdırın, sonra da belgenizi bize geri getirin el koyalım, mecburi hizmet bitmeden vermeyelim.
Alo, eksiklik olmuş sınav kazandı belgenizde bi yer eksik, ama kimin tamamlayacağını bilmiyoruz, siz şimdilik sınava girdiğiniz yere götürün, ama kendi klinik şefinizin de imzalaması gerekebilir (bunu henüz bilmiyoruz) ama iki ay sonraki kuraya katılabilmeniz için bu evrakların acilen Ankara'ya APS ile gönderilmesi gerek (Ama biz gönderemiyoruz, siz gelip sağlık müdürlüğünden alıp APS yapacaksınız), önce bu saydığımız yerleri takip edip öğrenin sonra eksiği tamamlatın, sonra da gelip bize getirip geri alıp APS yapın.
Alo, biz bu evrakları gizli belge oldukları için size veremiyormuşuz, biz şimdilik sınava girdiğiniz yerin siciline yolluyoruz ama biliyorsunuz devlet yazışmaları çook ağır ilerler, umarım yetişir, siz en iyisi bizzat takip edin, buraya hergün gelip sorun, hastanelerinizin siciline gidin, hızlandırın, yoksa yetişmez...

.......

Aslında şöyle çok hoş, moralli, müjdeli sevinçli bir iyi geçen sınav - uzmanlık - yupiiii - süpppeeeer yazısı tasarlamıştım kafamda.

Ama olmadı.

Siz bunları okurken yoruldunuz mu? Vallahi ben yaşarken çok yoruldum.

Bıktım.

Sıkıldım.


Bu nedenle, buyrun siz uzman olun. Ben asistan olarak devam edeceğim.

27 Haziran 2010

25 Haziran 2010

Hayattan çok şey


Durup durup düşünüyorum... Geldim 35 yaşına, hayattan çok şey mi istiyorum?

Bebeklerimle oturup evimin terasında, onlara sıktığım portakalın suyunu içirmek, bahçedeki şişme havuzda oynaşıp gülüşmelerini dinlemek, onlarla gülüşmek,

arada gazete okumak, müzik dinlemek..

Oysa bu aralar çocuklarımın gülüşlerini bile zamandan çalıyorum. İçeri gidip bi koşu onları öpüp geliyorum geri, yakında yapışacağım kitabımın başına (bu kitapla evlenseymişim bari, onu kocamdan çok görüyorum zira).

Ben de diğer insanlar gibi kızımın elinden tutup yaz yağmurunda koşuşmak istiyorum, ya da oğlumu alıp ısırmak sevmek koklamak.

Ben de kocamla sinemaya gitmek, yemeği birlikte yemek, annemi daha fazla görmek (oysa onunla anca çocukları birbirimize devrederken görüşüyoruz bu aralar.. hatta o içerde oluyor, çocuklar evde olduğumu anlamasınlar diye cepten konuşuyoruz)..

Ben de diğer insanlar gibi ev alma hayalleri kurmak, evime mobilya beğenmek isterdim, iki ay sonra hangi ilin hangi ilçesinde yaşayacağız acaba, orda bakıcı, market, yuva bulabilecek miyiz diye kara kara düşünmek değil...

Çok şey mi istiyorum senden, söyle bana hayat.. yordun beni daha yolun yarısında.. Eh biraz da dinlenmek istiyorum artık, çok mu...

24 Haziran 2010

Sınav

28 Haziran, Vakıf Gureba Hastanesi Konferans Salonu.

17 Haziran 2010

Uğur böceğimin doğum gününe davetlisiniz

Müsait olanlardan bi mail beklerim, olumlu anlamda :)



11 Haziran 2010

To do list

Parti niye yok çocuğa yazık değil mi diye soran 155 kişiye cevaben yazıyorum:)

1. Sınavın sonrası ilk cumartesi Tuna'ya kocamaaaaan bir yaşgünü partisi verilecek, ileride bana niye yapmadın 1 yaş partisi diye sorabilirmiş, ayıp olmasın :) Heeerkesler davet edilecek, garden parti için güzel güneşli bir gün dilenecek, pastası Rapunzel teyzeden, davet etmesi anneden, gelmesi tüüm sevenlerinden:)
2. Bu parti bir nevi İstanbul'a veda partisi de olacağından, tüm blog dostlarım (tanıdığım - henüz tanışmadığım) davet edilecek, bizi sevenler gelecek, sevinilecek, Hülya da İzmir'den gelir mi? :)))
3. Çocuğu olan çocuğunu, yeteneği olan pastasını böreğini kapıp gelsin denilecek...

4. Ayrıntılarla şimdilik zihin meşgul edilmeyecek, ders çalışılacak

5. Gene de temmuz başı İstanbul'da olan kaç kişi olur ki diye merak edilecek.

6. Olsun napalım ben meraklıyımdır, neyse bu da böyle işte.

10 Haziran 2010

Oğluma mektup


Oğluma dünden kalan mektup.


İçimde son kez seninle uyuduğum geceden bu yana tam bir yıl geçti. En az o günkü kadar heyecanlıyım bugün de; her sabah uyandığında seni kucağıma almak, koklamak öpmek, ilk doğduğun günkü kadar mutlu ediyor beni her seferinde.

Biliyor musun, böyle yağmurlu bir günde evlenmiştik babanla. O gün ne kadar ağlamıştım, yağmur yağıyor diye. “Yağmur berekettir” diyenlere kızmıştım, gelinliğim ıslanacak saçım bozulacak diye çok üzülmüştüm.

Sen de bir yaşını aynı öyle bir yağmurlu günde bitiriyorsun. Yaz yağmurundan çok daha fazla su var dışarıda, tıpkı bizim düğün günümüz gibi. Bereket, su, temizlik. Nedense şugün hiç üzülmüyorum yağmur yağıyor diye, sel olmuş sular kaplamış her yanı diye. Artık maddesel şeylere daha mı az üzülüyorum, senin yaşgünü partin ertelendiği için içim cız etmiyor mu, varlığından gelen sevincim örtüyor mu “bu üzülünecek şeyin” üzerini? Ben de seninle büyüyorum da ondan mı oğlum?

İyi ki geldin oğlum. İyi ki karar verdin ailemize katılmaya, bizi mutlandırmaya. Ne iyi ettin de bizi seçtin ailen olarak, ne iyi ettin de tam da zamanında doğdun. Üçtük, tam sanıyorduk kendimizi, ne iyi ettin de tamamladın ailemizi.
İyi ki doğdun oğlum.

3 Haziran 2010

Ferber yöntemi yeniden.. Uyku.. biraz uyku.. bütün isteğim buydu çünkü :)

Merhaba..
Bloğuma en çok yeni konuğumun Ferber yöntemi ile ilgili yazılarıma geldiğini farketimiştim ne zamandır.. Bu nedenle, hazır minik Tuna kuşuma da kendi kendine uyumayı öğretmeye karar verdiğim günlerde, Özlem’in sorusu üzerine ona yazdığım maili biraz değiştirerek yayınlamaya karar verdim. Zira birçok annenin istediği bir şey, bebeğinin kendikendine uyumasını sağlamak. Ferber yontemine karsi olanlar, bunu zalimce bulanlar, onaylamayanlar lutfen yaziyi okuyup da benimle polemiklere girmeyin. Bunlar benim dogrularim, tartismayacagim.
Ferber’i merak edip arastiranlar, bana mail atarak soru soranlar, uygulamak isteyip fikrimi arayanlar, buyrun okuyun. Sorulariniz varsa sorun, firsat buldukca yanitlarim.
Tekrar hatırlatmak isterim ki, öncelikle Dr Ferber’in uyku ile ilgili kitabını okumadan bu sistemi uygulamamanızı tavsiye ediyorum. Uyku birçok bileşeni olan bir bütün çünkü ve çocuğumuza doğru uyumayı öğretmeden önce bizim doğru uykunun ne olduğunu iyice öğrenmemiz gerek.
Bu konuda benim daha önce yazdığım şu yazıları ve sevgili Blogcu Anne Elif’in şu ve bu yazılarını okumakla başlayabilirsiniz…

(Yazıyı ilk önce mail olarak yazdığım için Türkçe karakterler kullanmadım ve noktalama işaretlerine çok dikkat edemedim, kusura bakmayın lütfen)
Bu arada derede oğluma Ferber yöntemi uygulamaya basladim uc gun once. kesinlikle sancisiz bir yol degil, evet ama mutlaka sonucu mukemmel bir hayat kalitesi veriyor.
Bunlar benim onerilerim, uyup uymamak size kalmis.
1. tekrar uygulayacagim icin dr ferberin kitabina tekrar soyle bir baktim da, istikrarin ne kadar onemli oldugunu hatirladim. ne olursa olsun istikrar.... eger bir an icin bile tereddut edersen, bebegin bunu farkedecektir: “Annem de ne yapmaya calistigindan emin degil galiba. Hem bana tek basina uyumayi ogretmeye calisiyor, hem de gelip kucagina neden aliyor?
53 dk bosuna mi agladim yani???”
2. Eğer ememeden uyuyamayan bir bebekse bence beslenme saatleri dışında memeyi temelli kesmeli. cunku ferber diyor ki, once uyku ile kurulmus baglantilari yok etmek zorundasiniz (bizimki damla hanımda ayakta sallama idi, sizde meme olur, emzik olabilir... tuna’da da kucakta sallama olmustu).. Cocuk kendi uyumuyor ve uyutuluyorsa, bu baglantinin alindigini - birakildigini farkettigi anda tekrar uyanir. - uykusunun dongu noktalarinda (bunlar kitapta uzun uzun anlatilmis, simdi deginemeyecegim) uykusu hafiflediginde donup sirtini uyumak yerine bir bakar ki - memem nerde- hani beni sallayan kisi - emzigim nereye dusmus--- hemen uyanip onu ister. sen de kucagina alarak bu istegi pekistirirsin.
3. tabii ki ilk birkac gece uyanacak, bu daha nasil uykuya donulecegini bilmeyen minik bir insan. ona ogretmelisin. yanina gidip, kucaga almadan, kucakta uyutmadan, ferber der ki, ayni yontemi gece her uyandiginda tekrarlamalisiniz. zaten bir sure sonra gunduz uykularinda kendi kendine uyuyacak, gecis kendiliginden oluyor, gece ise hic uyanmayacak.
4. aglamaya dayanamiyorsan –ki en fazla 4-5 gece - vazgec. cunku bu ilk once anne babanin hazir olmasi gereken bir sistem. inan bana sen istikrarli olursan cok uzun surmeyecek. sonrasi mutlak mutluluk. aci cektigi icin aglamiyor ki aliskanligi elinden alindigi icin agliyor. ferber der ki, bicakla oyun oynamak icin de aglasaydi, aglamasina dayanamayip eline verecek miydiniz bicagi, yoksa bicak tehlikeli oldugundan almamasi gerektigini ogrenecek miydi?
5. bunu bir psikolojik iskence olarak gorursen bu gemi yurumez. bunu bebeginin uyumayi ogrenmesi icin gerekli bir sistem olarak dusun. hangi egitim kolay ki? yurumeyi daha mi kolay ogrenecek? kaaac kere dusup kalkacak. uykuyu nasil kolay ogrensin? tum ogrenme surecleri sancilidir. ben 34 yasima geldim, uzman dr olabilmek icin gece gunduz ders calisiyorum. sancisiz egitim olur mu? :)
6. bence eger yakinlarinda varsa, ilk bir kac gun - bence 4 yeterli, uyuma saatinde akraba-anne-arkadaslarindan birini eve cagir, seni anlayan, yargilamayan bilincli biri olsun ve seni desteklemek icin geldiginin farkinda olsun. ben damla’da esimin tepkisiyle karsilasmistim ama onun almanya’da yasayan kuzeni bizdeydi ve o kadar buyuk destek olmustu ki! esime kizmisti hatta utanmiyor musunuz koca cocugu sallamaya diye.. bana “dayan ne var bunda, simdi gider alirsan bosuna aglatmis olacaksin” demisti (ferber de aynen boyle diyor).. almanya’da dogal akisinda ogreniyor bebekler kendi uyumayi, nerde memede ayakta uyutmak.. iki aylikken koyuyorlar yataga, er gec uyur diye. aynen gozumle gordum.
7. Tuna’da deneyimimiz soyle oldu: zaten dogdugundan beri gece uyanma sorunu var. bir baktim ki dondugum gece sabaha kadar 2 saatte bir uyandi tuna. karni tok alti kuru burnu tikali degil oksurmuyor. e o zaman bu cocuk niye uyaniyor? o zaman dusundum ve buldum ki sallanmaya alistigindan uyaniyor… dedim ki kos ferber, yetis. aslinda sinavdan sonra yapacaktim ama baktim olmuyor, hepimiz uykusuz, yasam kalitemiz bozuluyor.
aldim sazi elime. bu sefer isimiz daha zor cunku damla da beni annem uyutsun diye agliyor bir yandan... bu arada onu da disipline sokacagim bugunden itibaren, iyice yoldan cikmis cunku... bi baktim saat 10 damla daha uyanik.. neyse o ayri hikaye. ben tunayla ilgilenirken ve tuna aglarken surekli bagirdi annneeeee diye.
tunayi gun asiri yikiyorduk, uyku egitimi suresince banyoyu uykuya baglasin diye 3 gun ustuste yikadik. rutin ve rituel sart: banyo - biberon - ninni - yatak.
ferberin sureleri 3 - 5- 7 – 7 idi galiba. ilk gun toplam 54 dakika surdu uyumasi, aglamasi da eh 35 - 40 dk olmustur, bu sureye benim yanina gidip kucagima alip sakinlestirme cabalarim da dahil..
bu seferki modifiye ferber oldu biraz, artik iyice uykusu gelince yanina gidip eeee deyip poposunu tipisladim. işki dk icinde uyudu. aslinda bunu da yapmamak gerek. Hatta bu geceden itibaren yapmayim bari.
İlk gece iki kez uyandi, kucagima almadim zaten gozleri kapaliydi, pispisladim, vurdum sirtina geri uyudu.
ertesi gun 5-7-dk agladi sonunda yanina gittigimde baktim agliyor ama numaradan, gozleri kapali, soyle bir sirtina vurdum hemen uyudu. gece bir kez uyandi.
ucuncu gun 5 dk agladi aglamadi hemen gittim pit pit iki sefer vurdum, yani son noktayi benim koymami bekliyor. olsun o da olur :) gece bir kez uyandi.
dorduncu gun bes dk.da uyudu, gece hic uyanmadi.
boyle iste. simdi tek sorunumuz sabah 6da uykusu bitip uyanmasi :) gece uyanmayinca uykusunu alip erken kalkiyor ama olsun, erken kalkmaya benim itirazim yok zaten ben de kalkiyorum.
SONUC: Bu yontemi denemek isteyenler varsa istikrarli olun. ne yapmaya calistigini bebegin anlamasina izin verin. kararli olun.
cocuklar istikrar ister ve disiplinden hoslanir.
kolay gelsin
Resimde: Pijama üstü beyaz gömlek ve futbol topu birlikteliği ile yetiştirmek istediğim erkek profili :) Yaşasın kötülük :)

2 Haziran 2010

Büyük blogger'a destek çağrısı

Buyrun, bu da bizim Nurturia'daki fotoğraf yarışmasına yolladığım resim.
Tuna bey daha doğmadan, Sultanahmet'te çekmiştim.
Beğendiyseniz, oylayın buyrun :))))

http://www.nurturia.com.tr/competition/photo/aeb813a7-a79e-4893-b8c0-9d8901287633

Minik bloggera destek cagrisi :))

Buyrun bizim minik bloggerın sayfasına,
bir yorum mu bırakırsınız artık bilmem, okudukca motive olur, bizim de kulube yeni bir uye katilmis olur, fena mi olur?
:)
www.dinozordostlar.blogspot.com

24 Mayıs 2010

Granada

Granada yolcusu kalmasın buyrun

Özellikle bir iki ay sonra sınavı olanları bekleriz
O da olmazda evde iki tane bebeği olanları bekleriz
hatta büyük olan anne gitme beni bırakıp diye ağlayanları bekleriz..
O da olmazsa sırtı kopacakmış gibi ağrıdığından ne ayakta durabilenleri ne oturabilenleri bekleriz
O da olmazsa gripten burnu tıkalı olup başı dönenleri bekleriz.
Daha heyecanlı oluyor hehe :)