Buyrun, ben

Buyrun, ben

12 Aralık 2013

Benim kış mevsimiyle imtihanım

Zorla değil ya, sevmiyorum kış mevsimini. Ayrıca da sevmemeyi tercih ediyorum.
Öyle "kar yağsın da elime bir fincan sıcak kakao alıp camdan dışarıyı seyredeyim"cilerden değilim, hiç olmadım. Rüzgar ne romantik esiyor, yağmur damlaları cama ne güzel vuruyor'culardan da değilim. Hadi yağmur bir derece de, o rüzgar ne yaa! Dünkü rüzgar neydi ya!
Güneşi için geldiğim bu Bodrum memleketinin, ne rüzgarı rüzgar gibi esiyor ne yağmuru yağmur gibi yağıyor anasını satayım. Yağ bi şöyle efil efil, çisele, cama vur. Yok, illa ki sel gibi yağacak. Yollar kapanacak, burnunu camdan uzatamayacaksın.
Mesela şemsiye hiç kullanmadım ben burda, zira yağmurda dışarı çıkmak mümkün olmuyor ki!
Mesela, dün esen rüzgar billboard'ları bile devirmiş, o derece!
Bütün bunların yanında, bu kış pek kısa sürüyor, örneğin, Aralık gelene kadar kalorifer yakmadık, arada klimayla kırdık odanın soğuğunu. Bundan dolayı da memleket kış için tasarlanmamış. Evleri ısınmaz, işyerleri soğuk, alışveriş merkezleri ondan da soğuk. Dışarıda üşüyüp kendimizi kapalı AVM'ye atardık gözünü sevdiğim Antep'te, oh sıcacık, montları da arabada bırakır dolanırdık. Burda AVM'ler de soğuk, montu çıkartmak ne yana, dolanmak ne yana. En sıcak yer yatağının için yorganının altı. "Ben asla pijamayla yatmam, saten geceliğimle yatarım" diyen arkadaşlara selam yollayarak, polar pijamalarıma yapıştım kaldım, inanmazsınız üstünde de yün yeleğim, hatta bazen bir polar daha. Abartmıyorum vallahi, kalorifer de sonuna kadar açık, bir de klimayı mı açsam dedim dün.
Bundandır son hafta pek bir uyuzlaşıp, üstüme battaniye alıp uyuklar moda bağlayışım. Napiyim anacım üşüyorum.
Sevmiyorum kışı velhasıl.
Bitti.

6 Aralık 2013

Emlak komisyonculuğunun etik değerleri

Emlak komisyonculuğu mesleğini anlamaya çalışıyorum. Komisyonculuğun her türlüsünü anlamaya çalışıyorum. Ama önyargılarımdan kurtulamıyorum. Başıma gelenlerden sonra (az sonra anlatacağım), yemin etmiştim bir daha emlakçılarla iş yapmayacağıma dair. Ama bir şekilde yine yolum kesişti ve yine hayal kırıklığına uğradım. Bir kere daha ahdettim emlak komisyoncularıyla çalışmayacağıma dair.
Ben nasıl meslek etiğinin dışına çıkmıyorsam, sıkı sıkıya bağlıysam, kendimi sadece kendim denetlediğim halde etiğimi sıkı sıkı tutuyorsam, emlakçılardan (ve dahi tüm meslek erbabından) aynı şeyi bekliyorum. Ama bulamıyorum ve sinirleniyorum.
Önce bir emlakçıdan yediğim kazığı anlatmak istiyorum. Kendisine ahlaksız, şerefsiz, terbiyesiz gibi sıfatları burada sıralamayacağım, ama Bodrum'a yerleştikten ve ortamı biraz tanıdıktan sonra kendisinin dürüstlüğüyle tanınmadığını öğrendim. Ama iş işten geçmişti.
Ben Antep'te oturur ve Bodrum'da kiralık ev ararken, bir aylık uğraşı sonucu güçlükle bir ev tutmuştum. Evi yakından görmemiş, ama temizletmiş, planlamış ve hatta bir balkonun pimapenle kapatılması için para ödemiş, ev sahibine iki aylık kira, emlakçıya ise bir aylık kira vermiştim.
Ben uçakla, eşyalar ise kamyonla yola çıktık. Eşim gelemiyordu, çalışıyordu ve henüz tayin olmamıştı, çocuklar İstanbul'da annemde idi. Ben uçakla önden geldim, eve gelip kamyonu beklemeye başladım ve o sırada, sevgili ev sahibi evi bana vermekten vazgeçti. Zaten kadını sevmemiştim, evi de aslında sevmemiştim ama çaresizdim.
Yapacak hiçbirşey yoktu.
Kadın deliydi. Emlakçıyı çağırdı, ben vazgeçtim dedi. Sandım ben. Meğer emlakçı daha yüksek kiraya başka bir kiracı bulmuş ona. Nasıl?
Çaresizce internette yeni bir ev bakarken, bir ilan gördük. Aynı emlakçı dedi ki, o ev benim portföyümde. Eve gittik, hiçkimsenin portföyünde olmadığını ve hatta evin kiralık olmadığını öğrendik. Ev sahibi rahmetli Nedim Amca (çok iyiydi), halime acıdı ve evi bana kiraladı. Oğlunun eşyalarını boşalttık benimkileri taşıdık içeri.
Ben boyasız badanasız temizliksiz girdim. Eşyalarımın yarısı sığmadı, bir depoya yığdık, telef oldu çoğu.
Önceki evin sahibine verdiğim paraları alacaktım ki yeni eve kira depozito vs verecektim. Kadın vermedi, param yok dedi. Emlakçı beni temin etti alacağına dair, ben zaten çirkef kadınla muhatap olmamak için tamam dedim, ve fakat emlakçı aldığı parayı bana haber bile vermeden, bu yeni evin kirası da komisyonu da daha yüksek diyerek cebine attı. Ben parasız, yalnız, kolilerimle başbaşa yeni bir şehirde kaldım.
İki ayrı eve iki ayrı kira, komisyon, depozito vermiş oldum. Emlakçı sevgim böyle başladı işte. Ve yemin ettim son olacak diye.

Sonra üzerinden zaman geçti, artık kendimize bir ev alalım derken, yine karşımıza bir tanıdık aracılığıyla yeni bir emlakçı ve benim çok beğendiğim bir ev çıktı. Sanırım ben evi o kadar beğendim ve istedim ki yeminimi unuttum.
Emlakçı etik değerlere çok yakın değildi, klasik numaralar çekti. Bizi arayıp acele karar verin kiracı buldum demeler, aradaki tanıdığı arayıp ev sahibiyle pazarlık yapabilirler karışmam demeler, ev sahibini arayıp ben müşteriyi bağladım fiyatta ok.ler indirim yapmanıza gerek yok alıcılar demeler, bize satıcıdan satıcıya ise alıcıdan komisyon alacağını söylemeler, falan filan. Her türlü ayak oyunu.
O kadar bulandı ki midem, o çok beğendiğim evi de sildim, bize ev mi yok deyip kapattım sayfayı.
Banka kredisini bile ayarlamışken.
Eve eşyalarımı bile (hayalimde) yerleştirmişken.
Kısacası, eğer emlak komisyoncuları dürüstçe işlerini yapsalar, dürüstçe komisyonlarını alsalar, dürüstçe çalışsalar..
Biraz değerlerine sahip çıksalar..
Ben de bu meslek grubunu toptan hayatımdan çıkartmasaydım, iyi olmaz mıydı?

5 Aralık 2013

Hayalimdeki ev

Burası hayal alanım olduğuna göre, bugün hayalimdeki evi anlatmak istiyorum, merak eden varsa eğer..
Bugün bundan bahsetmek isteme nedenim,  bir ev beğenip, alma noktasına çok yaklaşıp, son anda (emlakçıya, ev sahibine ve dahi bankalara gıcık olduğumdan) vazgeçmemiz. Birkaç gündür artık kendi evimde yaşamak dışında bir şey düşünemiyorum. Almak üzere olduğumuz ev tam olarak hayal evim değildi, ama yakındı. Aslında ne kadar yaklaşmıştık, ama olmadı, nasip değilmiş dedik geçtik.
Kafamda geçemedim gerçi!
İnternette hayal evimin resmini ararken bulduğum resimler hep uçuk kaçık, havuzlarla çevrili, göllerin kıyısında, kayaların üzerinde, denizin içinde vs.. Yok, benimki öyle değil. Böyle.
 
Çepeçevre yeşil, çimlerle çevrili olması yeterli bana.
Bahçesinde yetişmiş çam ağacı olacak. Mutlaka olacak. Benim olacak evi seçerken işaretim bu.
Sonracığıma, kocaman bir verandası olacak, salon ve mutfak yere kadar büyük camlar - sürmeli kapılarla verandaya açılacak. Veranda da bahçeye. Işık olacak evimin içinde.
Mutfağın mutlaka bahçeye bakan bir penceresi olacak, lavabonun üzerinde.
Evin giriş kapısında camlı bir bölme olacak, ayakkabı çıkarma yeri. Salon ferah geniş olacak, şömine olacak sıcacık bir de.. Yüz tane odalı olması gerekmez, beş oda yeter. Bir misafir odası, bir de çalışma odası. Çalışma masam, kitaplıklarım, belki iki koltuk, yeter.
Bir hobi odası - oyun odası - garaj - depo benzeri döküntü toplama yeri, bol bol vestiyer, depo, dolap olacak.
Aslında çok şey istemiyorum evet.
Bir de havuz fena olmaz.
Evet evet, geldi şimdi gözümün önüne :)
En kısa zamanda evime taşınınca paylaşırım burada, şaşırmayın siz de :)

1 Aralık 2013

Hayatta her şeye geç kalmak mı - hayatı bir yerinden yakalamak mı?

37 yaşında salsa dersine başladım.
37 yaşında dişlerime tel taktırdım.
35 yaşında yogaya başladım.
36 yaşında ailemle bir karar alıp, kent yaşamını bırakıp bir kasabaya taşındık.
32 yaşında ilk çocuğumu kucağıma aldım.
30 yaşında kadın doğum uzmanı olmak için ihtisasa başladım.
İhtisasımın son yılında bilimsel yayınlarla ilgilenip yayın yapmaya başladım.

Soru şu ki, hayatta her şeye geç mi kaldım? Buna kendi bakış açımla verdiğim cevap şu ki, aslında harekete geçebildim ve bir çok şeyi ucundan da olsa yakaladım.

Bu yazıyı, dün akşam Salsa Gecesi'nde, harika dans eden gençleri izlerken kendimden nefret ederek düşündüm yazmayı. Hala dans edemeyişimin nedenlerini sorgularken. Sonra, aslında farkettim ki, ben hayatımda hiç dansetmemiştim ki.. Lise yıllarında kısa süreli (ve başarısız) bir halkoyunları denemem ve ihtisas yaparken çok kısa süreli (ve başarısız) bir oryantal dersi alma denemem olmuştu hepsi hepsi. Bunlar başarısız olmuştu. Kendimi sürekli "ben yapamıyorum, olmuyor, odun gibi görünüyorum, estetik değilim" derken bulmuştum.
Dün de  öyle derken bulupdurdum.
Sonra da, kendimi nasıl bir çerçeveye -belki kafese- hapsettiğimi (ya da hapsedildiğimi) farkettim. Ne acı değil mi, hayatım boyunca dansetmedim bu yüzden.
Artık zamanı geldi geldi de, şimdi de o kafesi kıramıyorum. Artık insanların beni teşvik edecekleri yaş geçti, ben de kendimi teşvik edemiyorum, yaparsın kızım aslansın sen diyemiyorum.
Oysa salsa ne kadar zevkli, ne kadar keyifli.. Hayatım boyunca yaptığım en eğlenceli şeylerden biri. Kendini kaptır, danset!
Neden kimse bunu bana söylemedi (ya da beni buna ikna edemedi?)
İnanamıyorum ve buna çok üzülüyorum, ama ritm duygusu oluşmamış kulağımda, müzikten de kaçmışım danstan kaçtığım gibi.. Arkama bakmadan. Müzik ve dans bana nasıl bir zarar verecektiyse artık!
Ben hayatım boyunca hiç, kendimi kaybedeceğim, mutluluk duyacağım ya da en basitinden eğleneceğim bir şey, bir spor, dans, aktivite yapmamışım ki! Ders çalışmak dışında. Dersi seviyorum orda sorun yok da....
Yogayı, salsayı, seyahat etmeyi,
geç buldum daha çok sevdim!
Şimdi bu yazıyı okuyan, tanımadığım ama ortalama 200 kişi olduklarını tahmin ettiğim okuyucularıma not:
Ben sizi tanımıyorum ama siz beni artık iyice tanıdınız. Ben bile yapıyor ve çok eğleniyorsam, eğer hala öğrenmediyseniz, hadi kalkın, bir salsa kursuna yazılın.
Pişman olmazsınız.