Anlamaya bile çalışmadım neden kızgın olduğumu. Habire öfke çalışmaları yaparken dönüp dolaşıp babama olan öfkeme açıldığında kapılar, o zaman bile anlamak istemedim.
İnsan babasına niye kızar? Ziyan olan gençliğim yüzünden mi (ziyan mı olmuştu gerçekten?), sevgi pınarlarında yıkanma çağındayken bana sevgisini göstermeyi beceremediğinden mi (beni çok sevdiğinden emindim oysa), yoksa ben hamileyken öldüğünden mi? Hamileyken ölmesini bile kendi açımdan ele alıp, bebeğim olduğuna sevinemedim diyordum ama, yahu onun da bebeği bendim be, istemez miydi anne olduğumu görmeyi?
Puf ya, yazarken bile zor yüzleşmek. Doğduğum günden öldüğü yaşa kadar (ben 29 o 57 yaşındaydı) yaşadığımız her olay için kızacak bir şey bulabilirim. Sonra da kendi anneliğimin her satırında onun babalığından izler bulabilirim. Evet karakterimiz aynı. Evet ona çekmişim, hem fiziğim hem kimyam. Evet (bence) onun gibi akıllı, onun gibi başarılı, onun gibi hırslıyım. Ama ayrışan yanlarımız da çok, anneme çeken yanlarım da çok. Bambaşka, kendime has yanlarım da çok. Ama evet, o benim babam, dağım. Sınırsız seviyorum onu. Evet onun da beni sınırsız sevdiğine hiç şüphem olmadı.
İnsan farklı olabilir miydi bazı şeyler diye düşünüyor istemeden. Ulan 16 yıl geçmiş, hala her an düşünüyorum. Hakkaten dağıymış babası insanın.
Bir enerji çalışmasında yaklaşık 12-13 yıl önce, babama olan duygularımda çalışmaya hazır olmadığım ortaya çıkınca "tabii ki, onu affetmem mümkün değil ki" demiştim.
Aslında insan büyüdükçe anlıyor ki, başkasına değil bizim öfkemiz. Kendimize. Başkası üzerinde bu kadar hak iddia etmesek, bu kadar şey talep etmesek bu kadar da öfkelenmezdik.
Çocuklarım ergen olunca silkinip kendime gelip fark ettiğim "onlar da birey, benim malım değil ki" gerçekliğini, "babam da birey, benim malım değil ki" olarak yansıtabilmiş olsaydım, tabii canıııım, ne öfkesi ne kızgınlığı kalırdı. Ame nerdee?
İşte bu yıl, yaklaşık bir yıl devam eden psikoterapi (aslında psikolojik terapi desem daha mı doğru olur?) seanslarımın sonuna doğru, bir gece bir rüya gördüm. Onu da belki daha hazır olduğum bir gün paylaşırım. Ama bol hıçkırarak ağlamalı bu rüyanın sonunda gözyaşları içinde uyandığımda, gitmişti. Bitmişti. Anlayamadığım, açıklayamadığım bir şekilde, bütün öfkem geçmişti. İçimde öfkeden arta kalan bir boşluk vardı sadece.
Nasıl yaniydi, bir rüya görmüştüm ve 47 yıllık öfke geçmiş miydi? Özellikle soranlara "ben hamileyken ölünür mü, üstelik ona en çok ihtiyacım olduğunda yanımda yoktu, çok genç öldü, ondan dolayı öfkeliyim" dediğim babama olan bütün öfkem geçmiş miydi?
Psikoloğumun "sence sadece bir rüya sayesinde mi oldu, biz bir yıldır ne yapıyoruz burda çiçeğim" minvalinde bir yorum yapması üzerine taşlar hafifçe yerine oturdu.
Evet tabii ya....
Şimdi anlama yolundayım. Sevginin öfkeden bağımsız olduğunu.
Kızgın olabiliriz ama sevebiliriz de birisini aynı anda. İlk kez bir ölüm yıldönümünde söylüyorum bunu: Babacım, ben çok seviyorum seni. Öf be söyledim rahatladım işte.
Seni çok seviyorum baba.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder