Buyrun, ben

Buyrun, ben

30 Ocak 2009

Adana yolları taştan

Memleketim,
sen çıkardın beni baştan.

29 Ocak 2009

İlk gebelik nasıldı? İkincisi nasıl?

İlk hamileliğimde (ki kendileri çook zor gerçekleşmişti, çook uzun beklenti sonrasında, büyük umutlarla vs vs olabilmişti) hep merak içindeydim, nasıl bir şey, neler olacak, başıma neler gelecek diye.. Ara ara da ikinci nasıl olur acaba diye aklıma gelirdi.
Buyrun bakalım…

İlki meraklı, heyecanlı, araştırmacı, soruşturmacı, sabırsız….
İkincisi sakin çünkü kaynak kişi bizatihi kendimim. Öncelikle, nasıl bir şey olduğunu biliyorum, başıma neler geleceğini.. vücudumun ne hallere gireceğini.. neler hissedeceğimi.. neler yaşayacağımı.. Milyonlarca (hatta milyarlarca) sorum vardı, Allah’ım ne bitmek bilmeyen bir merak, okurdum araştırırdım, internet kazan ben kepçe, kitaplar alırdım, arkadaşlarıma sorup dururdum.. Peki şimdi ne olacak? Sonraki adım ne?
Bir de endişelerim vardı bitmek tükenmek bilmeyen.. Ya bir şey olursa… Ya sorun çıkarsa.. Erken doğarsa.. başıma bir şey gelirse.. bebeğime bir şey olursa..
Tabii ki şimdi komik geliyor, ama o zaman hiç de öyle gelmiyordu. Her gün ultrasonla kalp atışlarına bakıyordum, şimdi haftada bir belki iki haftada bir…

Bir de dış cephe boyası farkı vardı. İlkinde el üstünde tutulup, aylarca yediğim önümde yemediğim arkamda şişinip gezdim, hem kocam hem de ailemin her bir ferdi tarafından korunup kollanarak. Yan gel yat şeklinde dokuz ay :) Bir naz bir niyaz. Bardak kaldırmadan yerinden, gözetilip bakıldım adeta. Allah’ım ne güzel günlerdi :) Şimdi, benim de zaman zaman unuttuğum gibi, herkes de unutuyor sanki hamile olduğumu. Benden beklenenler, benim kendimden beklediklerim zaman zaman normal, hamile olmayan bir kişiden beklenenlerle aynı seviyeye çıkıyor. Bu da bende ve herkeste de hayal kırıklığı yaratıyor haliyle.. Sıkça, hamileyim ya, yoruldum, ya da uykum var.. diye açıklama yapmak zorunda kalıyorum! Ayrıca dana böceği de sürekli tepemde olduğundan, ona da, artık sen kocamansın kucağıma alamıyorum kızım, ya da yorgunum kuduramayacağım seninle kızım diyemeyeceğimden, desem de anlamayacağından, zaten ben de kıyamayacağımdan, zor geçiyor kısacası. Bir de, kendimin de kendimi el üstünde tutmadığı gerçeği var. Bu ikinci hamileliği beynim ve dahi vücudum “bir durum, hayatın bir hali” olarak kabullenmiş durumda. Bu bağlamda, yedinci sekizinciyi doğuranları anlıyorum. Bu “durum”la yaşamaya alıştıktan sonrası kolay.. Hele de bulantı, ağrı, kanama gibi sıkıntıları ve daha da önemlisi bebeklere nasıl bakılacağı endişesi yoksa!

İki gebelik arasındaki önemli bir fark dayanamadığım başağrıları.. Anevrizmam falan olmadığını umuyorum, hocam ben nasıl bakacağım iki bebeğe diye çok düşünüyorsun, ondan ağrıyordur diyor :) Geçen sefer almadığım kadar kiloyu bu sefer ilk dört ayda alıverdim… Sanırım çok önemsemedim kilo meselesini, yiyorum ha babam. Bir de karnın daha çabuk büyümesi meselesi var. İkinci gebeliklerde hem (neden bilmiyorum) bebek hareketlerini çok daha çabuk hissediyorsun (ilkinde: 20 hafta, ikincide 17 haftada hissettim) hem de karnın çok daha çabuk büyüyor. Benim şu an 18 hafta ama ilkinde 24 – 26 haftada olduğu kadar koca bir karnım oldu. Nedenlerini biliyorum: İlk gebelikten zaten kalan göbek yağları, progesteron etkisiyle hababam şişen barsaklar, karın kaslarının ilk gebeliğe bağlı gevşemesi ve sezaryende kesilmesine bağlı diyastaz denen durum (karnın dışarı sarkması), daha fazla alınan kilolar, vs. Kısacası şiş göbek olduuuum!

İkinci gebelik daha ekonomik geçiyor, en azından bende öyle. Bir kere sanırım hevesim geçtiğinden ya da yorulduğumdan, biraz da gerçekten bebek mağazalarını dolaşacak vaktim olmadığından, çılgın gibi alışveriş yapmıyorum.. Daha şimdiden tulumlar, badiler, bebek odası eşyaları, oyuncaklar, hamilelik kitaplarıyla dolmuştu ev ilkinde. Şimdi ise bir çöp bile almadım diyebilirim (ki cinsiyet farklı olduğundan çokça kıyafet almam gerekecek, erkek bebişe uygun bir body bile yok evde ühü ühü). Yani bu da kız olsa iyice bedavaya gelecekti. Burada şöyle bir teoremim var: Mesela ablasının giysilerini giydirdiğimiz, biberonlarını kullandığımız gibi, ablasının okuluna da göndersek bedavaya okutamaz mıyız? Hehehe.. Tek akıllı benim ya :)

Sonuç: Çok çok mutluyum. Çok çok şükür.

24 Ocak 2009

Küçük kara balık


İkinci tiyatro deneyimimizin ilkinden daha başarılı olduğunu belirtmeliyim.

Profilo Alışveriş Merkezi'nde Kido'nuın sponsor olduğu ücretsiz bir oyun olan Küçük Kara Balık'a gittik.

Oyunun başlangıcında salon çok karanlık olduğu için ve biz de biraz arkalarda olup iyice karanlıkta kaldığımız için sanırım, Damla hanım biraz korktu, çıkmak istedi. On onbeş dakika da oyunun başlamasını beklemiştik, bu da sanırım biraz etken oldu sıkılmamızda.
Biz de en önlerde boş bir yere geçtik, sonra da Erin Beylerle birlikte merdivenlere yayılıp izledik oyunu (boyumuz koltuklara yetmediğinden sahneyi göremiyoruz da :) )
Geri kalanı iyiydi, konuyu anladık, takip edebildik. Kostümler gerçeklerine benziyordu, deniz canlılarının ne olduklarını anlayabildik. Bir tek kertenkelenin (denizde ne işi var kertenkelenin, bence yavru timsahtı o aslında) sahneden düşüşü bizi biraz korkuttu.
Bir de önceden bildiğimiz, tanıdığımız, elimizle dokunduğumuz Salyangoz'a (saylangoz :) ) sümüklüböcek demeleri biraz kavram kargaşası yarattı ama olsun o kadar :)
Babamızın süper fikirle, görüntüler kötü de olsa çektiği fotoğraflar ve görüntülerle, oyunu evde de tekrar hatırladık, öyküyü baştan anlattık.. Bakalım birkaç kez daha bu görüntüleri izleyip sonra tekrar götürücem Damla hanımı inşallah. Daha farklı izleyecek mi, hatırlayacak mı merak ediyorum.
Günün takıntısı: Denizkızı diyil pamuk prenses.
Günün bonusu: Erin Beyler ve valideleri ile içtiğimiz sıcacık kahve :)
Günün yeni bilgisi: Doktor amca annenin dişlerini tamir ediyor (bu kez korkmadan, elimi tutarak izledi diş tedavimi.. Sanırım Tübitak yayınlarının Doktorda isimli kitabı son doktor muayenemizin ve dişçi ziyaretimizin daha kolay ve uyumlu geçmesinde etken.
Günün tatlısı: Damla sakızlı aşure hahahaha ay ne saçma espriydi kendim yaptım kendim güldüm zaten.

23 Ocak 2009

Son yılların en ağır gribi

Evet, işte bunu ben geçiriyorum.. Yatağa serildim günlerdir yatıyorum :(
Damla hanım da benimle beraber (çok şükür o daha hafif atlattı)
Oğluş ne alemde bilmiyorum.. (Bu arada insanoğlu ne nankör di mi, nasıl da kolayca alıştım bu fikre, oğluş, hehehe :) )
Damla hanım 12 Ocak itibariyle ilk kez "Ben doktor olucam" dedi..... Bunu duymak istediğimden emin değilim.
Ben ilk kez 5 yaşında demiştim.
Evvelki gün de, işten gelip yatınca geldi,
"Anne hasta oldun mu" dedi, gitti, doktor aletleri oyuncaklarını getirdi ve aynen şöyle dedi:
"Ben bunu bir muayene edeyim"
Evet, bunu dedi.

10 Ocak 2009

İçimdeki küçük şeye ilk mektup


Günaydın yeni umut.. Günaydın can..
Günaydın kendi gelen minik kalp.

Sana ilk mektubum bu. Belki hala varlığına alışamadığımdan. Belki sana anca anca hazır olduğumdan.
Belki de evdeki minik kalbimden anca fırsat bulduğumdan..

Hayatın bana ne sürprizler hazırladığını, bak, 33 yaşımın bitmesine birkaç (hatta 1) gün kala ayrımsıyorum. Psikiyatrist haklı mıydı? 35 olduğumda, iki çocuk annesi, küçük bir Anadolu kasabasında kendi halinde doktorluk yapan bir kadın (olduğum için) (mecburen) mi durulacaktım? Şartlar gereği? Bu ne büyük bir sürpriz oldu bize..

Ama yok, ben biliyorum kendimi. Alırım iki miniğimi, (kocişimi kandırabilirsem :) ) giderim gene gidesim geldiğinde, Disneyland'e, Legoland'e. Bak sen doğmadan yaz tatili planlarımızı yapıyoruz. Bir Damla ve bir bebekle nereye gidilebiliri araştırıyoruz babanla :)

Damla hanım çok özeldi bizim için bebeğim. İlkti. Çok zor gelmişti aramıza. Sıkıntılı günlerin ortasında güneş gibi doğmuştu içimize hepimizin. Bizi elimizden tutup ışığa taşıdı desem yeridir inan.

Ama bil ki, sen de (inşallah sağ salim doğarsan) çok büyük bir sevgiyle geleceksin aramıza. Biz sevmeyi, hep adı geçen ama beş harften ötesinin ne kadar fazla olabileceğini meğerse pek de bilmediğimiz sevgiyi, minik kalbimle çoğalta çoğalta öğrendiğimiz günlerde, kendiliğinden geldin sen. Beklenmedik demiyeyim de, umulmadık, hayal bile edilemedik diyeyim.. İnsan aklının alması mümkün değil bazı şeyleri, anlamakta yetersiz kalıyoruz, ama buna hazırmışız aslında biliyor musun..
Sana kalbimizde, evimizde, içimizde yer açtık. En az Minik kalbim kadar sen de özel olacaksın. Sevgiyle, neşeyle geleceksin aramıza.
Gel bebeğim, sağ salim gel.

8 Ocak 2009

Zorunlu hizmet..


Zorunlu hizmet hakkında uzuuuun uzuuuun yazacak değilim. Zira bu bir zorunlu hizmet yazısı olsa bu bloga sığmaz sayfalar gerek.
Bu bir minikkelebek yazısı.
Şimdi bu zorunlu hizmet bizi, sizi, onları, Ebuşla minik kelebeğini ... bizden uzaklara.. hadi onu geçtik de.. babalarından bile uzaklara... taaa... nerelere savuruyor! Kim savunabilir ki bunu?
Hamiş 1. Neyse, bize uzak, memleketlerine yakın, buna da şükür.. Darısı başımıza.
Hamiş 2. Uşak. İlçesi.
Hamiş 3. Çabuk kavuşun babanıza inşallah.
Hamiş 4. Biz sizi çok sevdik be Ebuş. Yine gelseniz....

İyi bir ev hanımı nasıl olunur? DEVAM

Unutmuşuz.. Ekleyelim..
E tabii ki tamirat işlerinden de anlamalı..
Kendi kaydırağını kendi tamir etmeli :)

İyi bir ev hanımı nasıl olunur?

Ben yapamadım ondan öğrenelim bakalım...

Önce yemek pişirilir..

Sabah programlarını ihmal etmemek gerek...

Sonra dersler bitirilmeli.. Bu disiplin işi. Ona göre.

E arada biraz da oyun gerek.

İşler bitince kocaya pasta börek yapmalı...

İşte böyle... Ben olsam ya dersten kaytarırdım o da olmasa pasta börekten.
Hahahaha :)))

4 Ocak 2009

BEÖ: Yeni yıl

Damla hanimin ilk farkinda oldugu yeni yıldı bu yıl... Geçen yıl malum minimini bir bebecikti...
Bu yıl ilk defa "Noel Baba" ve "Çam ağacı" ile tanıştı.
Biz evimizde çam ağacı kurmayız ama, katıldığımız şahane oyun grubu partisinde Damla hanım anladı yılbaşı çamının mantığını.
Noel Baba'yı şekil şemal olarak anladı ama kavramını henüz öğretmedim çok da.... Hani bacadan gelir, hediyeler verir gibi..

Ama yeni yılın gelişini kutladığımızı, aile ya da arkadaşlarımızla toplanıp yemek yediğimizi, birbirimize hediyeler verdiğimizi sanırım kavradı.


Biz de pamuktan kardan adam yaptık ama tekrar olacağı için resimlerini koymuyorum...
Herkesin yeni yılı kutlu olsun :)

3 Ocak 2009

Annecim makarna pişirebilir miyim?

Kızım çok mu aceleydi bi üstünü giyinseydin...

Makarna pişiricemmm

Hayır ben pişiricem

Hayır ben pişiricem

Kusura bakmazsanız ben makarnayı değil de sizi yesem......

2008 ne güzel bitti

Hep böyle güzel kalın..

Hep böyle neşeli kalın..

Hep böyle birlikte kalalım...

Siz de hep böyle birlikte kalın...

Hep böyle masum kalın...

Hep böyle hediyeler alalım :) heheeh

Hep böyle can verin bize, güzel kalın bu kadar..

Hep böyle mutlu kalın, cicim ayları bitince de hehhe:)
Her yılımız bu yılımız kadar güzel olsun tüm güzellikler hepimizin olsun.

2 Ocak 2009

Çocuk kütüphanesi...

Hep bir hayal kurardım.. Bir çocuk kütüphanesi olsa.. İçinde tüm çocuk kitapları, oyunlu kitaplar, filmler..
Kızımla gidebileceğim, kucak kucağa oturabileceğimiz, kitap okuyabileceğimiz rahat koltukları olan.. Bebek kitaplarından ergen yaşa kadar tüm yaşların kitapları olsa...
Orada okuyacak vakit yoksa ödünç alıp eve getirebileceğimiz.. (Böylece bu çocuk kitaplarına dünya para vermesek)
Hatta dilimizde yazılmış ya da çevrilmiş daha çok daha çok raflar dolusu çocuk kitabı olsa..
İçinde çocuğumun güvenli şekilde internete girebileceği, sağlam dayanıklı ve onun erişimine her an açık olan bilgisayarlar olsa..
Bir faaliyet laboratuvarı olsa.. Orada atölyeler resim el işi çalışmaları olsa.. Götürsem kızımı zaman zaman...
Daha büyük çocukların rahatsız edilmeden rahat minderlere uzanıp gözlerden uzak romanların hikayelerin büyülü dünyasına girebilecekleri, benim 13 14 yaşlarındayken yayla evimizin üst kattaki balkonunun gizli köşesindeki gibi, saatlarce kitap okuyacakları alanlar olsa...
Hem de bu kütüphane şehrin tam göbeğinde olsa... Yürüyerek gidebilsek. Her istediğimizde gidebilsek.
Ben bu hayali kuradurayım... Bir gün bir de baktım birisi hayalimi çalıp gerçeğe dönüştürmüş. Bana da mecburen resmini çekip iç geçirmek kaldı.
Buyrun. Amsterdam Halk Kütüphanesi Çocuk Kitapları Bölümü.