Buyrun, ben

Buyrun, ben

29 Ağustos 2009

Ey Tracy’nin ruhu, geldiysen üç kere masaya vur…

Resim: Yazıyla ilgisiz, biri ağlar biri onun yatağında tepişir resmi :)
Tracy’nin adını (Tracy Hogg) ilk kez, bebek nedir bu bebek kimin ben ne ara anne oldum kıvamında ve henüz toy bir blogger iken, ben Damla’nın beşiğini tıngır mıngır sallar iken ve blog aleminde acemi acemi gezinirken, pratik annem’in şahane sayfalarında duydum. Yıllar önceydi.. Bütün yazılarını defalarca okuduktan sonra, bu Tracy’de iş var deyip Pratik Anne’nin dediklerini uyguladım. Damla’nın da kitap bebek olmasının yardımıyla, tanıyanları ve duyanları gıpta ettirecek bir bebeklik yaşadık çok şükür. Dört aylıkken çatır çatır tatil yaptık, o kadar yani. Hatta 8 ve 11 ve 15 aylıkken de… Sonra Amazon’dan getirttim kitaplarını. Gerçi kitaplar bana ulaştığında bebeğim büyümüştü, şöyle bir yalandan okudum ya, sonra Tuna doğunca ilk kitabına üç ikincisine iki tekrar attım. Toddler’ı ikinci kez okuyordum ne yalan söyliyim yarım kaldı. Derken sevgili Yapo kitabı nefis bir Türkçe’yle çevirdi –ki ben de çevirmenlik yaptığımdan ve dilbilgisine takık olduğumdan pek de tercüme kitap okumayı sevmem, hata düzeltmekten konsantrasyonum bozulur, o kadar yani- gidip bir de Türkçe versiyonunu edindim.
Sonuç: Öneririm.

Aslında bu yazı Tracy’nin anlattıkları ile ilgili olacaktı ama uzun sürer, vaktim yok. Bir şunu söyleyebilirim, bebekli bir annenin sürekli merak ettiği ve kendi kendine sorduğu, “So, what’s next?” sorusuna, EASY sistemi sayesinde yanıt vermek çok kolay ve bu sizi delirmekten kurtaran önemli bir şeydir, bilen bilir.

Bakın örnek olarak şu delirme eşiği sorularını kendine sormayan anne var mı?:
-Niye ağlıyor bu şimdi?
-Karnı mı aç acaba?
-Ne zaman uyutacağım?
-E daha yeni emdi, şimdi ne istiyor?
Ve en önemli soru: - E şimdi sırada ne var?

Anlayacağınız, bu muhterem kadından öğrendiğim en önemli şeyler, rutinin önemi, tek ihtiyacı dünyayı algılamaya ve tanımaya çalışan miniğin ve aynı zamanda onu tanımaya çalışan sizin ihtiyacını gideren yapılandırılmış bir programın önemi ve ritüellerin önemi… Kısacası, sırada ne olduğunu bilebilmenin yolunu öğrendim.

Sonuç olarak ben bu yazıyı neden yazdım: Nur içinde yat Tracy demek ve rahmet okumak için…

Bu posttan eve götürülecek dersler (Bu lafı da çok seviyorum belli olmuştur, take home hehe:) ) – Tracy’den mutlak işime yarayan çok iyi fikirler (Sadece isimlerini yazıyorum, anlatmak istesem kitabı buraya yazmam gerek)
1. Bebelerinizi kundaklayın
2. Emzik emdirin – bunun için ne gerekiyorsa yapın, 3-4 aylıkken de bıraktırın
3. EASY yani eat – activity – sleep – you time döngüsü hayırlı bir döngü, buna uyun
4. Bebenizin ağlamasının ne anlama geldiğini anlayabilirsiniz, onu çook iyi dinleyin ve çook iyi gözlemleyin
5. (Bu 2 yaş için) Krizler ortaya çıkmadan önce hissedin –ki bu da bebenizi tanımak ve dinlemekle ilgili- ve önleyin.
6. Bir de bu bebek kişileri tür tür, bebeğiniz "nazlı" grupta ise, neden ilk bebeğim gibi bebek arabasında uyumuyor, en ufak seste uyanıyor, neden onun gibi yemek yemiyor diye debeleneceğinize bebeğinizi tanıyıp kabullenin ve onun için hayatı kolaylaştırın.
Diyeceklerim budur.

26 Ağustos 2009

Oyun grubu - ve bize kattıkları

başlıklı yazımı hala bir türlü yazamadım biliyorum.. Zaman zaman paragraflar zihnimde itişip kakışıyorlar, ama gündemde kendilerine bir türlü yer bulamıyorlar malesef.
Ama bakın onlar yazdı benden önce:




Daha fazlası için bir zahmet Mother & Baby dergisinin Eylül sayısını alıverin :)

Not: Yıllarca uğraşıp kurtulamadığım kadın doğum asistanlığından bir kalem darbesiyle kurtulduğuma mı sevineyim, kızlık soyadıma geri döndüğüme mi üzüleyim bilemedim.. Allah'tan ünlü değilim, hakkımdaki haberlerdeki yanlışları düzeltmeye çalışmaktan anam ağlardı sanırım.

25 Ağustos 2009

Ruhum gezgin bedenim miskin

Benim ruhum gezgin. Nerden mi biliyorum, gezenleri - gidenleri - gezginleri görünce acı çekmemden.
Bilgisayarımda bile gezemiyorum.
Kısıtlı dakikalarımda bilgisayarımda yazıyorum anca.
Azar azar.
Kaçak güreşiyorum.
Bebelerimden kaçıp
ne ders çalışabiliyorum ne makalelerimle ilgilenebiliyorum ne tezimi yazabiliyorum ne gezginlerin peşine takılabiliyorum.
Nereden besleniyorum?

Buzdolabı dışında hiçbiryerden :(

23 Ağustos 2009

Benim başıma gelmez demeyin - Part II

Bölüm I'i yazdıktan sonra (http://hayalalani.blogspot.com/2008/10/ev-kazalar-hep-bakalarnn-bana-m-gelir.html) akıllandım değil mi? İlaçları yüksek bir yere yerleştirdim, Damla'nın ilaç içmeyi sevdiğini bildiğimden dikkat eder oldum.
Sonra, grip olduğu için kullandığımız güncel ilaçları bir kutuda toplayıp büfenin üzerine yerleştirdim.
Yalnız biraz salak olduğumdan, büfenin Damla hanımın kapsama alanına -ARTIK- girdiğinin yani boyunun ne kadar uzadığının farkına varmadım.
Sonra..
Bir an için...
Hatta andan da kısa bir an için onu yalnız bıraktığımızda..
Hiçbir fırsatı kaçırmayan kızım...
Bulabildiği bütün şurupları alıp...
Ben bulduğumda kanepede şişeleri koynuna almış, Atarax ve Ventolin'i açmaya çalışıyordu. Hah, dedim, neyse ki açamamış. Açsa da bunlardan bişey olmazdı..
Derken..
Babası bunlardan hangisi pembe dedi. Dudağında pembe iz vardı zira.
Hiçbirisi dedim.
Hani gerçeklerin kafanıza DAAANNNNNN diye çarptığı anlar vardır ya... Büfeye koştum, PEMBE ve KAPAĞI AÇIK duran ve yarıdan fazlası boş olan, evde bir bebeğin kafaya dikmesi için en tehlikeli ilaç olan ve malesef tadı da güzel olan Sudafed'i buldum.
Psödoefedrin.
Merak edenler internetten baksın, şu kadarını söyliyeyim, minik bir kalp için oldukça tehlikeli.
Gerisi, bu hafta ikinci geceyarısı-hastanedeyiz-maceramız...
Minik kalbimin minik midesinin yıkanması, minik eline kocaman bir serum takılması, minik göğsüne kocaman EKG problarının yapıştırılması. Saatlerce müşahade.
Minik kalbimin kocaman annesinden daha cesur olması.
(Zehir danışma denen salak kuruma tam yarım saat ulaşamadılar, bu da benim notum olsun.)
Bu yazıdan eve götürülecek dersler:
1. Salak olmayın. Herkesin basbas bağırdığı, ilaçları çocukların ulaşabileceği yerlere koymayın uyarısına kulak asın. Vallahi cin gibiler bunlar herşeyi heryerden buluyorlar.
2. Çocuk milleti kolay kolay kusmuyor. Uğraşıp çocuğu yormadan doğru hastaneye koşun
3. Çamaşır suyu tuz ruhu gibi yakıcı madde içerlerse sakın ha kusturmayın
4. Bu maddeleri de uzak tutun onlardan buldukları herşeyi içerler zira.
Bu yazıyı şöyle bitirmek isterim:
Kanlım olsun kardeşim olsun. İnsanın zor anlarında yanında kardeşleri olmasa kim olur. Çocuklarınıza da kardeş yapın. İleride şu yalan dünyada birbaşlarına kalmasınlar.

20 Ağustos 2009

Hayatın bana vaadettiklerinden korkuyor muyum

Hafiften bir hüzün, bir depresyon.. Hafif bir ne istediğini bilememe hali...
Kızımı uyutmak için yanına uzandığımda, uykuyla uyanıklık arasında, çocukluğumun geçtiği sokaklarda dolaştım şöyle bir... 20 yıl önce, 20 yıl sonra çocuklarımla geri gelip tekrar yürümeyi hayal ettiğim sokaklara, (sadece hayalimde) gittim. 20 yıl ne çabuk geçmiş.. Ne çabuk büyüyüp adam olmuşuz (olabilmiş miyiz)..
Hayat bana neler vaadediyorsun? 20 yıl önce olmak istediğim yer midir burası? Seneye bu günlerde tam da bu aylarda nerede olacağımı bilememeyi mi yoksa sonra neler yapacağımı hayal edememeyi mi sunuyorsun bana...
Hey gidi koskoca 33 yılım, neler verdiniz bana, nerelere getirdiniz beni?
Hocam hep söyler -neden, beni üzmek için mi?- ben 34 yaşındayken doçenttim diye.. (onun çocuklarını karısı doğurmuş ama bu da benim tesellim- Bugün, yeni basılmış bir ders kitabını incelerken, yazarların biyografilerini okudum. Üniversiteyi bilmemnerde okumuş, ihtisası bilmemnerde, 24 yaşında bilmemhangi ülkede bilmemne eğitimi almışlar... Ben üniversite eğitimi için bile aileşehrimden ayrılamayacağımı bildiğimden mi nedir, hayalini bile kurmadım (sanıyordum) bu büyüüük büyüüük eğitimlerin, büyüük kariyerlerin.. Ne yaptımsa hep kendi çabalarımla oturduğum yerlerden yaptım.
Sandım ki, bu benim tercihim, ailemin yanında okumak, sandım ki hep oralarda kalırım, büyüyemem de açılamam da..
Bugün ne acı farkediyorum ki, içime gömdüğüm hayallerim ihtiraslarım hırslarım birer birer - acıtarak dışarı çıkmaya çalışıyorlar. 34 yaşımın bitmesine çok az kala, sancı vere vere üze üze farkettiriyorlar kendilerini. Gelebileceğim ama bu konuda çaba bile sarfetmediğim yerleri düşündükçe içime dönüyorum, neden diye sorarak.
Bugüne kadar hep kolayına kaçtım ya, devlet memurluğu en basiti mesela, nereye gönderirlerse git çalış, ne verirlerse al yaşa, ne derlerse yap ama karşılığında.
Çok az hayal kurdum kendime (ve yapmak istediklerime) dair, ne tuhaftır hepsi de destek buldu sevgilimden. Ama nedendir bilmem, hep en önce kendim köstekledim kendimi. Cesur olmamak mı işlendi benim kanıma?
Almak istediğim bir eğitim var, işime yarayacak mı, kariyer yapmayı düşünmediğim -hatta küçük bir yerde yaşamayı istediğim için belki yaramayacak... Sevgilim yanımda ve arkamda, bana parasını biriktirip çocuklarımı da alıp (şartları yaratmama da yardım edecek) 6 ay yurtdışına gitmek kalıyor (Hocam: Ah canım, bunun için yurtdışına gitmene ne gerek var, Türkiye'de de var. Hatta bu eğitime ne gerek var, ne yapacaksın hoca mı olacaksın? Önce bir iş bulmaya bak sen, iki çocuklu kadınsın)
Öğrenmek istediğim bir yabancı dil var, kaç defa başladığım ama yarım bıraktığım (Herkes: Ne yapacaksın dil öğrenip, İngilizce yetmiyor mu, nasıl olsa kullanmadığın için unutursun)
Yerleşmek istediğim bir şehir var (... Teyze: Ah canım orası artık İstanbul'dan da pahalı, hem iş bulamazsın, bulsan da kışın kimse kalmıyor para kazanamazsın.. Başka bir yere gidin siz)
Yapmak istediğim işler var (Hep birilerinin desteği, hocaların yardımı, girmem gereken -ama çoktan geç kaldığım çevrelerin varlığı gerekli ve bende hiçbiri yok)..
Çok mu geç kaldım? Hayat, bana neler vaadediyorsun bu yaştan sonra?
Yapmam gereken şeylerin ağırlığı altında ezilirken nasıl hayal kurabilirim ki? Sorumluluklarımdan nefret etmesem de, varlıklarından nasıl kaçabilirim?
Vazgeçmeyeceğim.. İhtiraslarım, çıkın ortaya.. Planlarım-hayallerim, yaptırın bana kendinizi.. Vazgeçmeyeceğim hiçbirinizden. Ne 35 yaşında öleceğimi biliyorum ne de 70 yaşında hala ölmeyeceğimi... Geç diye birşey yok bu yüzden.
Geri gel yaşama sevincim, kimsenin seni öldürmesine izin verme.
Haklısın Dilara, her yerin güzelliği ne yapmak istediğimizle ilgili aslında, beklentilerimizle. Paraysa para, bunu da nasıl harcamak istediğimiz önemli gerçekten.
Bence de güzel olacak... Vazgeçmeyeceğim.. Herkes bana gülse de, zor da olsa, sarı yaz günlerinde, çok değil birkaç yıl sonra (Allah izin verirse) Damla Tuna Can Defne... ve adını bilmediğimiz başka minikler beraber elele gidecekler okula.. Biz de almak istediklerimizi alacağız hayattan, çocuklarımız da.....

19 Ağustos 2009

Süperanneanne sen hasta olma


Sen hasta olursan biz ne yaparız?

Grip nezle bile olma.
Hele sakın mide kanaması geçireyim deme bir daha.
Bak Damla'ya söz verdim okuldan almaya gidicez senle.
Bi daha da sigara içme.

Bizi korkutma.
Sen hasta olursan biz ne yaparız?
Kırılırız dağılırız
Ağlarız, üzülürüz.
Süperanneanne
Sen süpersin
Süperkahramanlar hasta olur mu?

18 Ağustos 2009

İyi ki


Elimizdekilerin kıymetini hep kaybedince (mi) anlarız?

Ben de zaman zaman mutsuz oluyorum, zaman zaman yorgun, zaman zaman bezgin.. Zaman zaman küfrediyorum, hay Allah diyorum, ulan bu da olacak şey midir diyorum..

Kıymet verdiklerim tarafından kıymet verilmediğimi farkedip - öğrenip yıkılıyorum zaman zaman (neyse ki nadiren)...

Ama birşeyim var ki, kıymetini iyi biliyorum, 8 yıldır her an şükrediyorum var diye. O olmasaydı ben böyle olur muydum diye.

Bazen az mutlu, bazen çok mutlu ama var diye hep mutlu oluyorum. Hep maşallah diyorum.


Sekiz yıl dile kolay di mi?

Evet hem de çok kolay.

İki çocuk da dile çok kolay.

Bak aşkım, bu hayatta başıma gelenlere ya da bir türlü gelemeyenlere direniyorsam sayendedir. Biri son günlerde Chucky gibi dolaşan biri iki gündür kaka yapamayan şu an içeride ıkınmaktan uyuyamayan ama baktığımda dünyanın 8. ve 9. harikasını gördüğüm iki meleği yaptıysam sayende.

Ben bu yaşımda hala bu enerjide okuyorsam, büyüyorsam sayende.

Şu kooooskoca şehirde bu minicik hayatın içinde boğulmadan direniyorsam sayende.

Bak aşkım, seni bu kadar seviyorsam sayendedir.

İyi ki evlenmişiz, iyi ki varsın ve de iyi ki sensin. Bunu da herkes bilsin.

Ayrıca beni nasıl nasıl şaşırttın iki kere sevindim bunu da bilsin.

15 Ağustos 2009

Hoşçakalın gece uykularım

Biri tekrar gece altına yapmaya
biri de gece uyumamaya başladı..
Elveda gece uykularım....

Not: Nazar mı? Alttaki posttaki Dubrovnik paramparça oldu...
dubrovnik'e gideceklere duyurulur :)

13 Ağustos 2009

Yok ağlamıyorum..


Bugün ne doğum günün ne de ölüm yıldönümün...

Geçen gece rüyamda gördüm yine seni, aklımın kıyılarında geziniyorsun iki gündür. Bana bakan gözlerin aynen gözümün önünde ve yüzümde. Bu çatık kaşları senden almışım babam...
Fikrimde sürekli sen, erken giden bir sevgili gibi, bebeklerime her bakışımda sen.. İki bebeğim oldu, bir görseydin, birini bildin birini de oralarda haber aldın mı babam? Torunuyla parkta oynayan her dede gördüğümde bunu merak edip duruyorum - göremedi bari bilmiş midir torunları olduğunu?
Kardeşimin buzdolabında annemin salonunda seni her gördüğümde fena oluyorum babam, resmini hiçbiryere asmayışım bundan.. Hep aklımdasın ya, bir de gözümün önünde olunca o anlar o saatler o günler o hasta aylar, o hastaneye son gidişimiz, Begümün babam artık nefes almıyor deyişi, benim algılayamayışım, ne yani öldü mü diye soruşum, birbirini kovalıyor zihnimde, anlar uçuşuyor, her seferinde özenle katlayıp kenara koyduğum ve açıp açıp tekrar bakmaktan yorulduğum anılar kovalıyor birbirini... Bu yüzden bakamıyorum resimlerine... Bu yüzden koymadım bebeğime ismini...
Bak bu posta koymak için bir resim ararken Belgrad ormanında pikniğe gittiğimiz günün resimlerini buldum, saçların kaşların dökülmüş, onlardan birini koyamadım, yukarıdakini de o gün çekmişiz, yanlışlıkla muhtemelen, senin o hasta halinin resmindense benim kafamın karışıklığını gösteren bu resmi koydum...
Yok yok ağlamıyorum, ağlamıyorum, sadece seni düşündükçe kötü oluyorum..
Seni çok özledim be babam.

12 Ağustos 2009

Buzdolabımın kapağı


Bu sadece üst kapak... En kıymetli parçalarımın yer aldığı kısım. Seviyorum ne yapayım.. Oraya yeni bir magnet yapıştırdığımda, en az (abartmıyorum en az) bankadaki kasaya bir altın bilezik koymuş kadar ya da derin dondurucuya bir poşet daha anne sütü koyabilmiş kadar seviniyorum.
Sürekli buzdolabımın kapağını seyrediyorum.
Bu yerlerin çoğuna ben gitmedim, bizim ikizanası Neslihan gitti. O kendine değil bana alıyor gittiği yerlerden magnetleri (hatta bu yaz tatilinden getirdiklerini verirken -benim koleksiyonum sizin evde- dedi :))
Bu yerlerin tümüne gittiğimi hayal ediyorum.
Aklıma gelenlerin doğum yerlerini yazayım:
Amsterdam Berlin Stuttgart Paris Londra Güney Afrika Rodos Santorini Prag Danimarka Motreal Washington Tayland Mısır Roma Pisa Venedik Münih Hırvatistan Floransa Algarve Stockholm St Petersburg Moskova Safranbolu Giresun Bodrum Kapadokya Antalya Kdz Ereğli Alaçatı Alanya İstanbul Fethiye Şarköy Ölüdeniz Amasra Kümbet Altınoluk Akçay...
Aa... o kadar da çok değilmiş... :(
Yani kısacası beni mutlu etmek ve çıktığınız seyahate olan kıskançlığımı azaltmak çok basit: Alırsınız gittiğiniz yerden bir magnet, o kadar....

11 Ağustos 2009

Böyle güne böyle final

Bu yazıya birkaç başlık buldum hiçbirinde karar veremedim.
Buyrun bakın:
"Şaka mı bu"
"Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır"
"Her şerde bir hayır vardır"
"Beş dakkada değişir bütün işler"

Başlıklar çeşitlendirilebilir...

Ben şöyle bir bugünü özetleyeyim ve uykuya gideyim..
Sabah bir iş için güle oynaya hastaneye gidiyorum (kendi çalıştığım). Hani doğum iznindeyim ya, stres yok, hastaneyi görünce sinirlerim oynamıyor, herşey şahane.. Ayrıca öğlen saatine denk getirdim ki, özlediğim ve sevdiğim birkaç arkadaşımla yemek falan yiyeceğiz...

Bir şey sormak için birini arıyor ve İHTİSAS BİTİRME TEZİM İÇİN YAKLAŞIK BİR YILDA TOPLADIĞIM VE BU HAFTA ANALİZİNİ YAPTIRMAYI PLANLADIĞIM 80 KADAR HASTANIN KANLARININ YANLIŞLIKLA ÇÖPE ATILDIĞINI ve atan kişinin bile bunun farkında olmadığını öğreniyorum (Büyük harfle yazdım ki bakalım hissettiğim hissiyatı verebilecek mi diye ama vermedi). Önce uzun süre inanmıyorum, bunun şaka olduğunu sanıyorum. Ne zaman gerçek olduğu dank ediyor, şokun ardından ağlıyor ağlıyorum.... Ağlamanın giden kanları geri getirmeyeceğini farkettiğimde susuyor ve üstüne bir bardak soğuk su içiyorum (hakkaten içtim).

Bu ne demek: Artık bir bitirme tezim yok... Doğum izni bitince kalan 2 aylık süremde yeniden yapma şansım da yok - yetişmez - 2 ayım kaldı çünkü. Benim ve büyük bir ekibin gerçekten çok çok emeği boşa gitti -en üzücüsü emeklerin çöpe gitmesi-- Hocam yetiştiremezsin asistanlığını uzatalım dedi -onun için hava hoş nasılsa elemana ihtiyaçları var -

Ben de kendime acıyıp durdum bütün gün. 2 çocukla tez mi yazacağım işe gittiğim dönemde sınava mı hazırlanacağım çocuklarımla mı ilgileneceğim.
Burada bir oooof çekiyorum karşıki dağlar duydunuz mu?

Of çekmenin de işe yaramadığını anlayıp susuyorum. Önümüze bakalım. Bütün koskoca çalışmayı baştan yapacağız. Bu noktada beni ancak klinik araştırma şeklinde bir tez yazanlar anlar diyor ve konuyu değiştiriyorum.

Bu güzel gün, Damla hanımın uyku saatinde zıvanadan çıkıp, yanıma yat anne diye ağlamaya başlaması, yaklaşık bir saat sebepsiz -koluna yatıcam anne ühüüü ühüüü gibi- bağırması, benim yorgunluktan onun yanında uyuyakalmam ve onu çişe götürememem, böylece altına kaçırması ve benim de gece 12de çiş gölü içinde kızımın yatağında uyanmamla sona eriyor.

Buyrun burdan yakın.

7 Ağustos 2009

YORUM

Yiyorum: Ne bulursam
Alıyorum: Kilo
Kaçıyorum: Aynalardan
Korkuyorum: Sütümü kaybetmekten
İçiyorum: Günde en az 6 litre sıvı, su-hoşaf - vita malt- still tee - rezene+ıhlamur çayı - süt ve daha sıvı ne bulursam
Okuyorum: Habire çocuk bakımı kitapları bir de Lance Armstrong'un kitabı
Yazıyorum: Aklıma esen herşeyi bloğuma
Kıskanıyorum: Seyahat edebilenleri
Özlüyorum: Görmediğim her an bebeklerimi
Seviyorum: Onları sanırım kendimden daha çok
İstiyorum: Bir an evvel kendi evimi
Bekliyorum: Bodruma taşınacağımız günü
Üzülüyorum: Hiç bir hobim olmadığı için
Planlıyorum: Vitray yapmayı
Bilmiyorum: Malzemeleri nerden alacağımı
Hayal ediyorum: İstediğimiz gibi bir ev yapabilecek ve seyahat edebilecek kadar para kazanmayı
Bitiriyorum: YORUMlarımı yazmayı zira bunun sonu yok :)

5 Ağustos 2009

Bernoşum

Arkadaş, bence, aylarca -bazen yıllarca- konuşamasan da, sesini duyduğun an sanki dün konuşmuşsun gibi hissetmendir.
Aylar sonra, iki yabancı gibi değil, dün ayrılmış gibi günlük konulardan, zaten bildiğiniz hayatlarından, onun bildiğini bildiğin kendi hayatından bahsedebilmendir.
Seni ilk kez buluşumun üzerinden 12 yıl mı geçti ne (hatırlatmak istemem aslında o günü hiç), ne kadar da çok zaman olmuş. En çok da Fatoş'un evindeki kudurukluklarımızı hatırlayıp gülümsüyorum seni düşününce. Bir de, göl kıyısında, Fatoş'un arabasında, senin bir konserinden çıkışta, ellerimizde sıcak çukulatalarla senin o büyülü sesinden (şimdi adını hatırlayamadığım ama dinlemeyi çok sevdiğim) o şahane şarkıyı dinleyip ağladığımız, senin kostümüne kakao döktüğümüz, sonra da dakikalarca güldüğümüz o geceyi hatırlıyor musun?

Sesini duyunca dün, öyle benden bir sesti ki, sanki hergün telefonumda, her saat yanımda. 1000 kilometre uzağımda değil de, aynı şehirde iş güç kaygısından görüşemiyoruz gibi...

Benzer hayatlar değil mi zaten bizimkisi, benimki Aksaray seninki Elazığ'da saçma başlayan ama güzel devam eden hikayeler, benzer kaygılar sonrası evlilik, benzer sahip oluşlar, kucaklayışlar minik kalplerimizi...

Sen evet "bir arkadaşım"sın Bernoşum, ama biliyor musun, artık başka arkadaşlar edinmeye çekinir korkar oldum ben, benim buralarda en büyük derdim de, uzakta olmak arkadaşlarıma, yıllar içinde süzgeçten geçerek elenen, güçlükle biriktirdiğim... Geçmişteki kadar güven taşımadığımdan mı içimde yeni insanlara karşı, yoksa onlar bana güvenmediğinden mi? Kimseye anlatamam sanki artık sana anlattıklarımı, kimseden dinleyemem senden dinlediklerimi. Artık kimseyle biriktiremem 12 yılı, istesem de onlar benimle biriktirir mi bunca yaştan sonra, ya da zaman yeter mi?

Ah Bernoşum, ben seni bu ay buraya beklerken, İstanbul'a, meğer bloğumda bulacakmışım.
Meğer bunları yazarken geçmişe flashback'lerle gidip farkedecekmişim de, ah be Bernoşum ne kadar özlemişim seni.. dostluğunu... Güzel sesini dinlemeyi.. güzel güzel gülmeni..
Ben de duygusalım bu aralar.. Düşündüm de, özlemişim.

Kızıma mektup

Minik kalbim, kınalı kuzum...
Nasıl da büyüdün.. Abla oldun, kocaman bir birey oldun.. Daha dün "anne" dedin diye sevinmiyor muydum ben, bugün bak beni telefonla arayıp konuşuyorsun.. Ne zaman bir iki gün ayrı kalsak daha bir büyümüş geliyorsun bana. Sanki daha düzgün cümleler kurup, daha anlaşılır konuşuyorsun. Her yeni kelimeni, cümleni kaydedeyim, kasete kameraya alayım diyorum, ihmal ediyorum.. İleride bebek kelimelerini bebek cümlelerini hatırlamak istediğimde ne yapacağım?
Ah güzel kızım, beni arayıp, "anneciğim çok özledim ben sizi", "ben bugün otobüsle eve geliyorum" diyorsun ya, beni ağlatıyorsun annecim. Biz de seni çok özledik, çok çok, bak burnumun direği sızlıyor, gözlerim doluyor seni düşündükçe.
Şu an yoldasın, ilk uzun otobüs yolculuğunu yapıyorsun anneannenle. İnşallah uyuyorsundur. Anneannen aradığında "kulaklıkla müzik dinliyordun".. Nasıl da büyüyorsun benim minicik kalbim...
Neden bu kadar çok özledim seni? Gerçekten bilmiyorum. Bugün bir arkadaşım aradı, googledan tesadüf benim bloğumu bulmuş ve eski sayfaları okumuş, okudukça ağlamış.. Ben de şöyle bir göz gezdirdim de, senin haberini ilk aldığımız günü hatırladım. Önce boş gebelik demişlerdi, ertesi günkü kontrol usg.de minik kalbinin pıt pıt pıt attığını duyunca nasıl da hıçkıra hıçkıra ağlamıştım sevinçten.. İnsan hüzünlenince nedense, eski hüzünlerini sevinçlerini hatırlayıp tekrar yaşamak istiyor galiba.
Miniğim benim, şimdi büyüdün de abla mı oldun sen?
Bugün telefonda konuşurken, eniştem seni kızdırmak için "gitme sen bizle kal, biz seni çok özleriz sonra" dediğinde, ona "ama dedee Tuna beni çok özlemiş, eve gitmem lazım" deyişin yok muydu, sanki koccamaan bir kız gibiydi. Oysa sen kendin iki buçuk olmadın daha. Sen daha benim minik bebeğim minik kalbimsin.
Şu anda yoldasınız, sağlıcakla gelin emi benim canlarım, bak her gece 10 olmadan uyuyan beni uyku tutmadı heyecandan, yarın oldu ben hala bekliyorum. Galiba sabaha kadar uyuyamayacağım. Allah'ım nasıl bir duygu bu, boğazım yanıyor özlemden. Şunun şurasında 10 gün oldu görüşmeyeli.
Çok mu abartıyorum acaba? Acaba bu yüzden mi sütüm azaldı? Bilmiyorum.....
Allah'ım sağ salim kavuştur bizi.

4 Ağustos 2009

Panik...

...halindeyim...
Süt üretemiyorum..
...çok korkuyorum...

2 Ağustos 2009

Tatilde kolik ağlamaları ile nasıl başetmeli?

Bizim gibi gazlı ve kolikli bebeği olan birçok arkadaşımın aylarca evinden dışarı çıkmadığını biliyorum. Ama ben buna da karşıyım.. Çünkü koliği var diye evde yaşamaya alıştırılan bir bebeği büyüdükçe yaşama adapte etmek, dışarı çıkmaya alıştırmak, restorana, alışveriş merkezine götürmek daha da zorlaşıyor. Böylece siz de otomatik olarak hayatın kıyısında kalıyorsunuz.
Biz tatilde kolik için, evde ne yapıyorsak onu yapıyoruz. Evdeki düzenimizi tatilde de kurmaya çalışıyorum… Fön sesimiz, pışş pışş cdmiz, kundaklarımız, emziklerimiz yanımızda olacak. Bunlar işe yaramazsa, Tuna’yı slinge koyup, ağzına da emziği verip yürüyüşe çıkıyorum. Slingde anne sıcaklığı, benim kalp seslerim, yürüyüş ritmi, emzik – emme refleksi, formülünün işe yaramadığı olmadı… Tek endişem buna alışması çünkü sırt ağrılarım uzun süre Tuna’yı taşımama izin vermiyor. Kolik dönemi geçinceye kadar idare edeceğiz artık.

Bu arada gaz sancısı için bitkisel şurupları ya da damlaları içirmeye devam ediyorum. Şimdiye kadar kullandıklarım: Nurse Harvey's, Babuline, Neo Baby, Zinco damla.. Şu an Nurse ile Zincoyu aynı anda veriyorum. İşe yarıyor mu: Bilmem ama denemekten vazgeçemeyeceğim. Bunların tümü bitki şurubu, tarım bakanlığı ruhsatlı. Bir de Şebnem'in gönderdiği, sütü sindirmeye yarayan enzim olan laktaz içeren damlamız var. Bu sanırım Türkiye'de yok.. bitince bir şekilde İngiltere'den getirteceğim sanırım, çünkü en çok işe yaradığını hissettiğim bu oldu. Gerekirse atlar giderim Londra'ya alıp gelirim, yeter ki bebeğim sancı çekmesin. :)