Buyrun, ben

Buyrun, ben

12 Şubat 2016

Küçük bir Ege kasabasına yerleşmek

Aslında yazımın özü Bodrum olduğuna ve Bodrum pek de küçük bir kasaba sayılamayacağına göre (küçük kasabaların birleşminden oluşmuş gibi denebilir) başlığı "bir sahil kasabasına yerleşmek" diye değiştirmek daha doğru olabilir.
Biz bundan yaklaşık üç buçuk sene önce tasımızı tarağımızı bebelerimizi alıp Bodrum'a taşındık. Türümüzün örneklerinde olduğu gibi, hele bir gidelim de iş bakarız şeklinde değildi ama bu taşınma, şanslı idik, işlerimizi burada yapmak üzere geldik. Ben doktor eşim de bankacıyız ve burada kendi işlerimizi yapıyoruz. Bu önemli bir fark sanırım. Zira gelenler (ve çoğunlukla mutsuz olanlar ve geriye dönenler) gelip iş tutturamayanlar gibi geliyor bana.
Bu yazı İstanbul özelinde seyretsin.
1. Ev: Ev bulmak bence gerçekten sorun. Buraya gelenler küçük bir kasabaya taşınma modunda geliyor ve böylelikle İstanbul'a göre daha ucuz evler bulabileceklerini düşünüyorlar. Tabii ki bu hatayı biz de yaptık başta. Buranın yazlık bir kasaba olduğunu unuttuk ve gerçek ev bulabileceğimizi düşündük, gerçek fiyatlarla. Evler gerçek değil bir kere, yazlık! İnce kağıttan duvarları olan, küçük, içinde değil bahçesinde / balkonunda vakit geçirmek için tasarlanmış evler. Sadece yanyana birkaç küçük yatak odası hayal edin. En büyüğü 70 - 80 metrekare. Fiyatlar ise şişirilmiş, sanki boğazda manzaralı villa fiyatı.
Tabii ki biz de herkes gibi ilk şoku ilk taşınmaya çalışırken yaşadık. Uzun uğraşlar sonucu bulduğumuz(u sandığımız) eve taşınamadık -ki bunu başka bir yazıda anlatmıştım. Sonrasında planladığımızın çok üzerinde bir kirayla, hesapladığımızdan çok fazla bir emlak komisyonu vb masrafla, hayal ettiğimizden çok daha küçük bir eve taşınıp, yeni aldığımız yemek odası takımı da dahil birçok eşyamızı atmak zorunda kalmıştık.
Sonrasında hayal ettiğimiz gibi bir ev aldık çok şükür ve taşındık. İki yıllık arama sonrasında bulduğumuz bu ev, Bodrum'lu bir müteahhitin kendisi için yaptığı evdi bu ve bu nedenle de kışlıktı. Yalıtımla artık sıcaktı, odaları ferahtı ve oturulabilecek büyüklükte bir salonu vardı. Bize kadar da bir bahçesi.
2. Soğuk: Bodrum yazlık bir kasaba. Kışa göre kurgulanmamış. Antep'ten geldik biz, en soğuk şehirlerden birinden. Oysa ben Antep'te bu kadar üşüdüğümü, mesela çizme giydiğimi falan hatırlamıyorum. Tamam hava çok soğuk olmayabilir burada ama evlerin içi soğuk. Ya klimayla ısınıyor ya elektrik sobasıyla. Böylelikle tamamen ısınamıyorsunuz. İşyerleri de aynı şekilde. Tam üşüdünüz, bir AVM'ye sığındınız, orası da soğuk. Hatta AVM'lerin çoğu açık hava. Şöyle bir kemikleriniz ısınamıyor. Evden, hatta ev de soğuksa battaniyenin altından çıkmak istemiyorsunuz.
Hava mesela dokuz on dereceye düşünce, ya da güneş yoksa insan bir bozuluyor. Çünkü yaz kış dört mevsim dışarıda durmaya, açık havaya alışıyorsunuz. Böylelikle bir pazar deniz kenarında kahvaltı yapacakken eğer güneş yoksa çok sinirleniyorsunuz.
3. Sosyal imkanlar: Bu madde bende kesinlikle artıda. Çünkü ben İstanbul'da yapamadığım sosyal faaliyetlerin daniskasını yapıyorum burada. Bu imkan ve para meselesi ya hani.. İstanbul'da bulabileceğim imkanların belki tamamı yok burada, ama beni ilgilendirenlerin çoğu var. Daha da önemlisi, aynı parayla ne kadar imkandan faydalanabildiğin aslında. Biz benzer paralar kazanmamıza rağmen, burada çok daha fazlasını satın alabiliyoruz. Ailecek yemeğe, kahvaltıya, sinemaya gidebiliyor hatta bunu sıklıkla yapabiliyoruz. Çocuklarıma İstanbul'da sağlayamayacağımdan emin olduğum spor imkanları sunabiliyorum (kızım yelkene oğlum futbola, ikisi de tenise gidiyor. Hem de ben zorlamıyorum kendi istekleriyle :))
4. Zaman: Bence tartışılması gereken en önemli madde zaman. Burada benim gibi yoğun bir insanın bile her şeye zamanı kalıyor. Buna çok şaşırmıştım ilk başlarda. Aynı hafta sonu sabah kahvaltıya, öğlen denize, öğleden sonra çocuklarla doğum gününe, gece eşimle sinemaya ya da dansa gidebiliyor, çocukları sporlarına götürüp getiriyor, arada bir arkadaşımla rastlaşıp kahve içebiliyor, mutlaka alışveriş de yapıyor, bir de utanmadan spora gidebiliyorum. İstanbul'dayken her hafta sonu bunların sadece birini yapardık.
Bize zaman kazandıran en önemli şey buranın küçük bir kasaba olması. Her yer birbirine yakın. Bizim konuşlanma planımız da başarılı oldu çok şükür. Evimiz, okul, işyerlerimiz üç kilometre karelik bir çemberin içinde. Beş kilometre kareye çıkarsak annemin evi, deniz kıyısı, büyük AVM ve marketler de çembere giriyor. Yürüyerek gidilebilir bir halka bu.
Ama daha da önemlisi trafik olmaması. Yani bir yere giderken trafiğe takılmama durumuna anca alışıyorum diyebilirim (ve İstanbul'a her gittiğimde yeniden şok oluyorum). Evden işe iki dakikada gidebilmek ve giderken yolda çocukları da okula bırakabilmek ne büyük bir nimet farkındayım ve her gün bunun için şükrediyorum. Sırf bunun için bile burada yaşayabilirim açıkçası. Biri hastalandığında işten atlayıp okula uçmak ya da öğle arası eve kadar gidiverip unuttuğum bir şeyi almak çok iyi. İsraf edilen zaman minimum ki bu da hayatın akıvermesini kolaylaştırıyor.
5. Pahalılık: Bu madde ekside. Bodrum hiç de ucuz bir yer değil. Bir şehrin ucuzluğunu değerlendirirken ev kiraları, markette meyve sebze et, restoranlar vs düşünülür, bu maddelerin hepsinde coşkun bir ırmak gibiyiz maşallah.
Gelgelelim burada herkese göre bir Bodrum bulmak olası. BİM de var ŞOK da, Migros da var Makro da. Pazarlar da var. Yani alışveriş senin aldığın ve verdiğin kadar. Marina'daki restoranlarda balık yemeden de hayat geçer.. Yaparsın bütçeni, ayda bir gidersin veya. Balık yemeye gidip rakı açtırıp yedi yüz lira hesap geldi diye ağlamaya gerek var mı? İstanbul'da balıkçıda rakı içinde daha az mı tutuyordu ki! (Gerçi ben hiç gitmemiştim ki, bilemeyeceğim)
6. Yazın ayrı kışın ayrı: Bu işte benim en gıcık olduğum madde. Kışın tüm Bodrum'a hakimsin, alışıyorsun. Restoranlar senin, eylülden hazirana kadar plajlar senin, yollar her yer senin. Sonra bir geliyorlar, her yeri işgal ediyorlar maalesef. İşte o zaman insanları ittire ittire güneşlenmeye yüzmeye yemek yemeye çalışırken ve aynı yerde kışın ödediğin hesabın iki katını öderken çekip gitmek basıyor insanın içine. Sonra sabrediyorsun. Yazın evinden bahçenden çıkmadan sakin plajlara gidip beach'lerden uzak durarak yaşamayı öğreniyorsun. Batmıyor sana bir süre sonra, geldikleri gibi gidecekler diye avunuyorsun.

Aklıma gelenler olursa yeni bir yazı daha yazarım. Şimdilik bu kadar. Ama söylemek istediğim bir şey daha var. Biz emekli değiliz. Buraya emekli hayatı yaşamaya gelmedik. Aksine işlerimizin doğası gereği her zamankinden daha yoğun çalışıyoruz. Nefes bile alamıyoruz hatta. Yazın siz tatil yaparken bizim işler artıyor. Yazın izin kullanamıyoruz. İş çıkışı denize girebiliyoruz evet, ama işten çıkmayı başarırsak ve yorgun değilsek. Çocuklarımız da okula gidiyor, tıpkı sizinkiler gibi.

Kısacası bizim hayat da sizinki gibi devam ediyor aynı.
Bakalım nereye kadar böyle gidecek :))

3 yorum:

Cicideko dedi ki...

Biz de İstanbul'dan Kayseri'ye geldiğimiz zaman "ZAMAN" konusunda şaşkına dönmüştük. İş çıkışı AVM ye gidip alışveriş yapıp sonra yemek yiyip eve geliyorduk ve saat daha 19:30 oluyordu. İst.'da iken o saate daha eve yeni giriyor oluyordum. :) Bir süre çok sevindirik yaşamış,hatta arkadaşlarımıza telefon edip "yemek yedik, çay içiyoruz... Aaa siz daha yeni mi eve geldiniz ?" diye hava atmıştık. :))

Adsız dedi ki...

muglaya yeni tasinmis biri olarak butun soylediklerinize katiliyorumm..hislerime tercuman olmussunuz..ozellikle ev ve soguk konusu bizide cok sasirtti..mugla sogukkkk cok sogukkkk:)

sevgili günlük dedi ki...

Dostum çok güzel yazmışsın. Huzurlu, keyifli, plajlı, denizli (mazı ve ören yapalım bu yaz) nice günlerimiz olsun. Seni seviyorum speedy gonzales:)