PERİHAN MAĞDEN'den...
Tam da bunları duymaya çooook ihtiyacım olan bir zamanda arkadaşımdan mail olarak geldi..
İlk defa bir başkasının yazısını yayınlıyorum bloğumda. Ama burayı sizler gibi ben de okuyorum ve bunları duymaya şu ara çok ihtiyacım vardı.
Doğumgünümü kutlayan herkese kalpten teşekkürler...
Biraz kendimi toparlayıp (moralimi düzeltince) 35 yaş yazısı gelecek...
Şimdi buyrun, şunu bi okuyun...
Ne diyorsunuz? Ben de böyle düşünüyorum işte :))
Doktorlar!
Birkaç zamandır birkaç hastanede yaşıyorum. Hastanelerde 'hayat' öyle tuhaf ki. İnsan evine dönünce soluk alıp vermeye başlıyor. Hastaneler birer oksijen çadırı: Oralarda 'normal' soluk alıp vermek mümkün değil. Her şey, kullanılan her şey, atılmak için yapılmış. Geçici şeyler. Sürekli bir kampçılık durumu. Çay kaşıkları plastik, kupaların üstünde ilaç şirketlerinin isimleri var, her şeyin üstünde ilaç şirketlerinin isimleri var. Elinizi değdirdiğiniz her şey çirkin ve atılası. Her an, her şey atılabilir, geride bırakılabilir ve zaten öyle yapılıyor.... Herkes, her an 'kampçılık' yapıyor. Bu duygu, bu mutlak göçebelik ve her an işbaşında olma duygusu, bende dehşet yaratıyor. Bu hayatın içinde bir de doktorlar var. Asıl, doktorlar var. İster istemez onları düşünüyorsunuz. Eşyalarıyla, koridorlarıyla, duvarlarıyla bu mekânlara nasıl tahammül ettiklerini. Tabii, bu işin estetik kısmı. Doktorların bir de hastaları var. Her gün, her gece, birilerinin kolunu, bacağını, beynini, hayatını kurtarıyorlar. Ya da kurtaramıyorlar. Ama hep oradalar. O çirkin binalardalar ve böylesine ağır bir işleri var. Hayretle izliyorum: Kötü yemekler (zaten ne yiyip, ne yemediklerinin farkında olmayacak kadar çok çalışıyorlar) kötü eşyalar (neye dokunup nasıl bir kaptan içtiklerinin farkında olmayacak kadar çok çalışıyorlar) kötü renkler, mekânlar (bulundukları yerin nasıl döşendiğini fark edemeyecek kadar çok çalışıyorlar): Doktorlar habire ayaktalar, 'işlerinin' başındalar. Üstelik, inanmayacaksı nız ama DUYGULANIYORLAR. Üzülüyorlar, seviniyorlar; hastalar için yorulmadan savaşıyorlar. Yaşadığım bu korkunç günlerde, hakikaten iyi insanlarla: doktorlarla tanıştım, onları seyretmek durumunda kaldım. Bu esnada bu 'işi' niye seçtiklerini habire düşünmemek, elimde değil. İnsan, bu denli ağır bir işi, hayatla ölüm arasında ellerinde gidip gelen insanlarla olmayı, onlar hayatla ölüm arasında sallanırken hayatta kalmaları için günler ve geceler boyu çalışmayı, nasıl seçer, neden seçer? Onlar bu tercihi yapmasalar, bizler sapır sapır dökülürüz bir kere. Onlara bu tercihi yaptıran bilinçaltı ve üstü dürtüler, onların 'üstün' insanlar olduğu anlamına mı geliyor? Egoları bizimkilerden daha mı büyük? Süperegoları daha mı güçlü? En azından vakti bol, parası bol reklamcılar, borsacılar, bankacılar gibi oturup bunalıma girecek ve 'hayatın anlamı nedir' diye kıvranarak günler ve geceler geçirecek halleri yok. Buna ne vakitleri var, ne takatleri. Hayatın anlamı üzerine düşünüyorlarsa da, bu çok derinlerde ve hakiki bir yerlerde cereyan ediyor. Zira ellerinde insanların hayatları var ve onlar, bununla meşguller. İnsanların hayatını kurtarmakla. 'Yeni' doktorlar diyebileceğim 1955 yılından itibaren doğmuş olan doktorlar, hakikaten bambaşka. Anneannemin hastalığı esnasında muhatap olduğum dinozor doktorlara asla benzemiyorlar. 'Dünya ve evrenin hâkimi benim; yolumdan çekil küçük karınca' ruhuyla varolmuyorlar. Size her şeyi izah ediyorlar, fikrinizi alıyorlar; bağırıp çağırdıklarına ya da yorulduklarına şahit olmadım. Savsaklamıyorlar hiçbir şeyi. Hep iş başındalar ve hep yürekleriyle, beyinleriyle seferberlikteler. Bu episod esnasında tanıdığım bütün o olağanüstü doktorlara, ben nasıl teşekkür edeceğimi kestirebilmiş değilim. Nazik bir Çinli gibi habire teşekkür etmekteyim gerçi. Ama onların hayatlarını bizlere akıtmalarının karşılığı hangi teşekkürle mümkün, bunu kestiremiyorum. Aynen onları bu işi tercih etmeye itenin tam da ne olduğunu kestiremediğim gibi. Ama işte o inanılmaz çirkinlikte mekânlarda, bir sürü imkânsızlıkla kuşatılmış olarak, başları dik ve üstelik her an size gülümsemeye, cevap vermeye hazır, gecenin üçünde dördünde dahi koşuşturarak, bizler için paralanan birileri var. Bazen anlamadığımız, anlayamadığımız şeyler daha güzel ve özeldir. Onlar da öyleler
11 yorum:
Çok guzel ve cok anlamlı bır yazı..
Babamın vefatından once genc bır doktor ıle tanıstıgını soyledı annem..
Babama amca sen bu hac vazıfenı bıtıremezsın..hemen dön dıye uyarıda bulunmus..
Babamsa buraya kadar geldım..mutlak bır nedenı var bıtecek deyınce..babama sarılmıs..ve aglamıs..ben senın ıcın elımden gelenı yapacagım soz amca demıs..
Verdıgı sozu tuttu..
Allah yolunuzu hep acık etsın...
gerçekten çok güzel bir yazı olmuş..bende hep düşünürüm nasıl yapar insan böyle zor bir mesleği..ne düşünürler hastane dışında nasıl yaşarlar..yok yok bence doktorluk ki operatörler daha fazla.seçilmiş insanlar normal olamazlar..ama iyiki varlar..
Dr.luk zor gerçekten.Bazen işten canım sıkılmış,kimsenin bilmediği ama benim işten bildiklerimi akşam eve götürmeden ,sadece kafamda saklamak istediğim zaman, o gün işte canı sıkılmış veya hastasını kaybetmiş bir doktorun, ya da onun çaba gerektiren ama başarılı olmamış bir anında eve nasıl döndüğünü düşünürüm.Ya da en ufak bir algıda neler hatırlayabileceğini..Çok arkadaşım var bu sektörde, bir o kadar zor ama her şartta ve koşulda olaylara farklı bakabilenleri, güven duygusunu verebilenleri sevdim aralarında hep. Hem dr. hem arkadaş olarak.
doktorlara düşman olan, diğer insanları da düşman olmaları için kışkırtan, bu kadar emeğin karşılığı bile olmadığı halde kötü niyetle meblağı abartıp, kazandıklarının haram para olduğunu iddia edenlere itham olunur...
not: uzman doktor maaşı 1.600 TL'dir. ister inanın, ister inanmayın..
ben de aklı selim bir insanın neden doktor olmayı seçebildiğine hayranlıkla karışık şaşkınlıkla yaklaşanlardanım. ve tüm kalbimle "eksik olmasınlar" diyenlerdenim. iyi ki varsınız hayal.. iyi ki bu deli işini seçip, çok çok emek verip hayatlarımızı kurtarıyorsunuz.
yazınızı okudukça yogun bakımda çalıştığım zamanlar geçti gözümün önünden:) nöbet sonu dışarı çıktığım zaman kendimi köstebek gibi hissederdim.Bir zaman sonra hastanede yaşam çok olağan çok normal gelmeye başlar.Aslında her şey bir parçanız olur.Bazı arkadaşlar var mesela izin günü bile ille bir uğrar:) Uğramasa görmese eksik hissedecek kesin :)
Doktorlugun , secilmis insanlarin , ozel insanlarin meslegi olduguna inanirim ben . Doktorlarin , hem mental hem fiziksel zorluklarla basedebilen insanlar oldugunu da bilirim . Uzmanligi almak icin katlanilanlar da cabasi . Tum bu zorluklara ragmen keyiflisiniz , pozitif enerjiniz var . Mesleginizle de, blogunuzla da eksik olmayin . Iyi ki varsiniz . Keyfiniz ve enerjiniz eksik olmasin .
Sevgiler
Şenay, bak şimdi gözlerim doldu.. Yahu bu baba şeyleri bana çok dokunuyor artık
Berfin, aslında hastane dışında pek yaşayabildiğimiz söylenemez, düşünecek çok bişey yok yani :) Bir arkadaş hesaplamıştı, nöbetlerle falan yılın çoğu hastanede geçiyor diye…
Asortik, ne güzel yazmışsın… Genelde de dr.lar pek sevilmez aslında
Berna, hakkaten di mi, benimki henüz o kadar da değil, asistanım malum :)
Hülya, beni merak ediyorsan neden seçtiğimi bilmiyorum hiç sorgulamadım. Aslında başka bir meslek seçmeyi hiç düşünmedim de diyebilirim. Bir kez mimar olsam demiştim (o da Mimar Sinan Ünv. Özendiğimden) iyi ki olmamışım bu yeteneksizlikle :) Ama ben kendimi bildim bileli dr olucam dedim. Çoğu da böyledir herhalde
Fazi, haklısın aynı duygu bende de oluyor.. Bi de doğumhane – ameliyathanede çalışırken ne giyinmek istersin (nasılsa formayla çalışılıyor) ne makyaj yapmak (tüm gün ameliyat maskesi takıyorsun sadece gözlerin açık) ne de saçını taramak istersin (bonenin içinde hem görülmüyor hem de yapış yapış oluyor).. E bi süre sonra da köstebek gibi oluyorsun hakkaten
Shade and love, seçilmişl olsam keşke o ne güzel bir tanımlama :) Teşekkür ederim ne güzel şeyler yazmışsın
Ben de 30'umdan sonra hep 'keşke doktor olsaymışım' diyip duruyorum.
Daha faydalı olunamaz zaten şu hayata.
Yorum Gönder