Buyrun, ben

Buyrun, ben

28 Ekim 2012

Damla hanımın ağlama krizleri

Son zamanlarda daha doğrusu Bodrum'a taşındıktan sonra yaşam kalitemizi kısıtlayan en önemli unsur, Damla hanımın ağlama krizleri idi.
Nasıl bir krizdi bu: Herhangi bir nedenden (ama ağlama nedeni olmadığı belli bir nedenden, daha doğrusu sudan bir sebepten denebilir), önce bir beş dakka mızıklanma, ama bu değil o değil, öyle değil, böyle hiç değil şeklinde bir söylenme dönemi, arkasından başlıyordu yaygara. Bazen çığlık atma şeklinde, bazen hıçkıra hıçkıra ağlama şeklinde.. Genelde, kırk kırkbeş dakika süren çığlıklar, kulağımın içini delip geçen, sinirimi bozan, muhakeme yeteneğimi yitirmeme neden olan, herkesin gerildiği, asla sakinleşmeyen, kandırılamayan, susturulamayan, en sonunda yarım saatin sonuna doğru daha fazla çığlık atmasın diye ağzının üstüne bir tane vurduğum ve bazen oturup benim de onunla ağladığım krizler.
Bunu bir türlü çözemedim başlarda. Bir yandan yerleşme sorunları, evle ilgili işler güçler, bakıcımızla yaşadığımız duygusal gerilimler, öte yandan Damla hanım'ın sonu gelmek bilmeyen ağlama krizleri.. Başetmekte çok güçlük çektim, hatta başedemedim. Hergün gelen krizler beni ve evdeki herkesi o kadar yıprattı ki, bu olay en sonunda bakıcımızı göndermemize neden oldu (hiç kimse bir başkasının çocuğunun sonsuza kadar bağırıp ağlamasını tolere etmiyor)..
Pedagogla tanıştık bu dönemde, hayatımızda ilk defa... Tüm olayları babamızın uzakta olmasına bağladı. Damla hanımın babasını kaybettiğini düşündüğünü, anneyi de kaybetmekten korktuğu için ayrılma anksiyetesi yaşadığını düşündü ve hep bu yönde çalışmalar yaptık.
Uğraşıyorduk.. O dönem ödevlerimizi yaptık, babayla ilgili dersimize çalıştık, günlerce babayla telefonda konuştuk, mektuplar yazdık, anne kız günleri yaptık... Dere tepe düz gidiyorduk, bir de arkamızı dönüp bakıyorduk ki bir arpa boyu yol gidebilmişiz ancak... Babamız aylık ziyaretine geliyor, onun yanında da bir kriz, hadi adamın iki gün ailesini görme hevesi kursağında kalıyor. Kocaman bir çocuğun sebepsiz ağlaması (ya da çığlık atması) bir ailenin huzurunu nasıl kaçırır, bunu yaşamayan bilemez. Hatta annem kardeşlerim, hepimiz bir sinir yumağı şeklinde...
Damla hanım aslında son derece algıları açık, duyarlı ve hassas bir çocuk. Yaşından önce okula gitti bu sene evet, ama bahsettiğim olaylar okul açılmadan önce başladı. Evet çok stres var üzerinde, yeni bir şehir, yeni bir ev, yeni bir yaşam düzeni, alıştığı arkadaşlarının hiçbiri yok, en mühimi babası yok ortalarda. İlk okul, başlıbaşına bir stres...
Damla bir yandan da çok hareketli bir çocuk, resimde de görülebilir:

Bir kız çocuğu gibi değil, bir erkek çocuğu gibi atlar zıplar, merdiven dururken düz duvardan geçer. Yol dururken ağaca tırmanır.

Sonuç olarak, herşeyin çocuğunu tanımakta bittiğini biraz geç de olsa anladım.
Aletha Solter'in Çocuğunuza Kulak Verin adlı kitabını aldım, okudum. Bu kitap bu aralar pek popüler çünkü yazarı Türkiye'de bir konferans verdi. Ben İstanbul'da olmadığımdan gitmedim, ama blog yazan arkadaşlarımın yorumlarına dayanıp hemen kitabı aldım. Beynimde bir ışığın yanması için kitabın ağlamak konulu ilk bölümünü okumam yeterli oldu. Evet, ağlıyor da bu çocuk neden ağlıyor...
Aletha sağolsun, anlatmış güzel güzel.. Ben burada hepsini tekrarlamayacağım. Sadece, şunu söyleyebilirim ki, çocuklar deşarj olmak için ağlıyorlar ve buna izin verilmeli. Ona sarılıp teskin ederek, kendine ve başkalarına zarar vermesine izin vermeden ağlamasının bitmesini beklemek gerek.
Artık (bir iki haftadır), ağlamanın ne zaman geleceğini hissediyorum. Hatta önceden anlıyorum, Damla hanım çok ajite olduğunda, gerildiğinde (arkadaşlarıyla kavga olabilir, oyunda dışlanabilir), okulda çok yorulduğunda ya da televizyon ya da bilgisayar, ipad gibi dış uyaranlardan çok yüksek doza maruz kaldığında bir deşarj atağının geleceğini hissediyorum. Mümkünse kızımı kucağıma alıyor ve ağlarken ona sarılıyorum. Onu anladığımı, kızgın olmadığını, ağlamasında sakınca olmadığını sessizce kulağına söylüyorum. Mümkünse onunla yalnız kalabileceğimiz bir ortam yaratmaya çalışıyorum, evdeysek boş bir odaya götürme ya da odadakileri dışarı çıkartmak gibi, arabadaysak arabayı kenara çekip onu yanıma ya da kucağıma almak gibi.. Ağlamasından çok gerilen biri varsa (babası olabilir mesela), onu da sakinleştirmeye çalışıyorum ki ağlaması kızgınlık yaratmasın..
Sonra kızım sakinleşene kadar bekliyorum. Dikkatini çelmeye çalışmadan, oyalama ya da kandırma çalışmaları yapmadan.. Sakince bekliyorum.. O da ağlıyor ağlıyor, yargılanmadığını, eleştirilmediğini ve kimseyi kızdırmadığını bilerek.
Bu seansların sonunda tıpkı Aletha'nın dediği gibi, gülerek oyuna dönüyor. Gerçekten de pamuk gibi yumuşacık oluyor, gülüyor ve tüm gerginliği bitmiş oluyor. Bazen uykudan önce geliyor kriz, uykuya dalmadan önce ağlıyor (önceleri onu boğmak isterdim bu durumda), şimdi ise kucağımda ağlayıp bitince de gülümseyerek uykuya dalıyor ve mutlu uyanıyor.
Sonuç ne mi, bir fıkra vardır ya, adamın biri, ishal olmuş, doktora gitmiş. Geldiğinde demiş ki, intaniyeye sıra bulamadım, psikiyatri doktoru boştu ona muayene oldum. Sormuşlar, peki geçti mi ishalin, adam demiş ki, hayır ama artık kafama takmıyorum :)
Bende de durum buna yakın, Damla hanımın ağlama krizleri geçti mi, hayır ama artık kafama takmıyorum:) Aslında tam böyle değil, krizlerimiz gerçekten elle tutulur şekilde azaldı, geldiğinde de idare edebiliyorum artık. Damla hanım daha keyifli, daha uyumlu. Daha çok laf dinliyor.
Büyüyor. Beni de büyüterek.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

yazı için teşekkür ederim, oğlum adına da...
Deniycem kucağıma alıp onu sakinleştirmeyi...
Sevgiler
serap

Bizden dedi ki...

ben de deniycem umarım faydalı olur,kitapta uyku ile ilgili bir bölüm var mı merak ettim,bir araştırayım,umarım faydası olur bize de

Adsız dedi ki...

Bu durumu okuyunca yazmadan edemedim.Benim kızımda babası iş için gittiğinde.Uzunca ağlar,beni bezdirirdi.SOnra aklıma geldi beni cezalandırıyormusun dedim.Evet belki sıkılr babamı geri çağırırsın demişti.Kendi içlerinde neler yaşıyorlar herzaman anlayamıyoruz.