Annelik serüveninde en çok ne yaparken zorlandın derseniz, en çok çocuklarımın benim bir organım değil ayrı birer birey olduğunu kabullenmekte zorlandım diyebilirim.
Hatta hala tam kabullenemedim de diyebilirim.
Çünkü onlar bana göre "benim çocuklarım". Gerçekte ise, tüm zamanların en güzel şiirinde nefis bir şekilde anlatıldığı gibi, onlar da hayat yolunda birer yolcu, tıpkı benim gibi; kendi yollarını bulmaya çalışan narin kelebekler, kendi olgunlaşma süreçleri için gelmiş güzel çiçekler. Benim şansım ise, bu iki meleğin dünyaya gelmek için aracı olarak beni seçmiş olmaları.
Bu kabulleniş, çok üst düzey bir olgunluk gerektiriyor bence. Benim çocuğum, benim uzvum - kolum bacağım, benim malım, ben yetiştireceğim, ben karar veririm'den, onun da bir hayatı var, onun da fikirleri var, istekleri beğenileri var, seçimleri var'a geçmek.. Hiç de kolay değil.
Bir kere saygı duymayı ve saygı duyarken de kendini tutup bir adım geri basmayı gerektiriyor. Ben diyorum da yapabiliyor muyum? İki yaşında giyeceği elbiseyi seçmek için kendini yerlere atarken amaan bugün de tüllü etek yerine bu uyumsuz pantolon bulüzü giysin diyebildim mi? Dört yaşında açık büfeden makarna pilav ve börek aldığında, et sebze meyve de al dememeyi başardım mı? Ödev yapmak yerine oyun oynamak istediğinde, amaaan boşver ödevi, hadi gel beraber oynayalım dedim mi?
Çocuklara (zararlı şeylerden koruyacak, temel beslenmesini ve barınmasını sağlayacak) belirli bir kurallar çerçevesi çizip onun içinde gerekli özgürlüğü verebildim mi? Yoksa her şey benim dediğim gibi olsun diye direttim mi?
Evet direttim.
Annelik tecrübemin 16. yılında, nihayet aklım eriyor bu dediklerime. Ama ne yazık ki baştan çizemiyorsun bütün resmi. Elimde boyanmamış kısımları kaldı (kızımın evden gitmesine 7-8 ay var sadece, oğlumun 2 yıl daha). O kısımları da hala kendi istediğim şekilde boyayacağım diye tutturduğum çok oluyor.
Ama kendime de çok haksızlık etmesem iyi olacak. Çünkü katettiğim yolun da farkındayım. İlerliyorum. Saygı duymayı da öğreniyorum. Bugün dünden, dün geçen haftadan, geçen hafta geçen aydan daha iyiyim bence. Yol gösterirken ışık tutmak, ama ışığı da yürümelerini istediğim tarafa doğru değil de tüm yolu aydınlatacak şekilde tutup bir adım geri çekilerek kendi yollarını bulmalarını beklemek amacındayım.
Onlar da bunun farkediyorlar ve işler gittikçe daha iyi oluyor evde. Ergen çatışmaları daha sönük geçiyor, öpüşüp kucaklaşmalarımız daha sıcak her geçen gün. Baştan bilseydim demiyim biliyordum zaten, uygulayabilseydim keşke diyebilirim anca. Ama onu da demiyorum. Keşke yok bu yolda.
Ne öğrendiysek kardır. Teşekkürler be çocuklar, benim sizi büyüttüğüm kadar (belki daha da fazla) siz de beni büyütüyorsunuz.
Çocuklar Sizin Çocuklarınız Değil
Çocuklar sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayatın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da, sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır.
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,
Dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise,
Sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür.
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek,
Okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin.
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar,
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
On Children
Your children are not your children.
They are the sons and daughters of Life’s longing for itself.
They come through you but not from you,
And though they are with you yet they belong not to you.
You may give them your love but not your thoughts,
For they have their own thoughts.
You may house their bodies but not their souls,
For their souls dwell in the house of tomorrow,
which you cannot visit, not even in your dreams.
You may strive to be like them,
but seek not to make them like you.
For life goes not backward nor tarries with yesterday.
You are the bows from which your children
as living arrows are sent forth.
The archer sees the mark upon the path of the infinite,
and He bends you with His might
that His arrows may go swift and far.
Let your bending in the archer’s hand be for gladness;
For even as He loves the arrow that flies,
so He loves also the bow that is stable.
Halil Cibran