Buyrun, ben

Buyrun, ben

5 Kasım 2013

Leuven şehrinde hissettiklerim..


Hissettiklerimi unutmamak için, bu satırları size Belçika’nın Leuven şehrindeki otel odasında yazıyorum. Leuven’e bir kurs için geldim. Kurs çok yoğun olduğundan mağazalarını, müzelerini gezecek, kafelerde oturup bira içecek ya da alışveriş yapacak fırsatım yok. Ben de, bunun yerine sabahları dersten önce ya da akşamları ders çıkışı geziyorum şehrin sokaklarını…

Herhangi bir geziyazısı okumuş olabilirsiniz Leuven ile ilgili. Ya da gitmiş olabilirsiniz. Bu bir gezi yazısı değil, bir his yazısı olacak. Ben size hissettiklerimi anlatacağım.

 


 
Seyahatim, İstanbul Atatürk Havaalanında pasaport kuyruğunda bekleyen binlerce insanın arkasında biraz da söylenerek sıraya geçmemle başladı. Bir yandan bekliyorum bir yandan da kuyruğun kalabalıklığı hakkında saydırıyorum. Sonra farkettim ki, Türk Vatandaşları dışındaki kişiler için ayrılmış olan kuyrukta bekliyorum. Tekrar söylenerek tüm o kalabalığı yara yara bizim bölüme gittim, sadece beş kişi bekliyordu. Sonra kendime kızdım tabii.. Havaalanlarında Avrupa’da Avrupa Birliği dışındaki ülkeler için ayrılan yerlerdeki kötü muameleye o kadar alışmışım ki, tabelalara bakmadan kalabalık nerdeyse oraya durmuşum. Önce kendimiz değerli olduğumuza inanmazsak nasıl değerimiz artacak ki?
 

Uzun bir yolculuktan sonra geldim nihayet.. Küçük bir şehir burası. Bir uçtan bir uca yarım saatte yürüyebilirsiniz. Ama herşey var. Gerçekten herşey var. Üniversite bile. Benim algımın almadığı, ülkemde olduğu gibi, şehirlerin büyüdükçe modernleşeceği, ya da gelişeceği fikrinin yanlış olduğu. Öyle gördüm ama ülkemde. Bir yer ya küçüktür ya büyük. Ya gelişmiştir, ya köy. Bu ülkelerde, sanırım bu yüzden ezberim şaşıyor. Bu ülkenin tamamı İstanbul kadar bile değil ama Avrupa Birliği’nin merkezi burda. Şu anda içinde bulunduğum kasabanın tamamı Bodrum kadar değil, ama üniversitesi, devasa kiliseleri (dışarıdan gördüğüm kadarı ile), alışveriş için bütün markaların mağazaları, kafeleri, restoranları, barları.. Her şey varoğlu var.
Anlayamadığım bu işte. Kompakt, yoğun.
Akşam yürüyüşe çıktım, bomboş sokaklarda korkayım mı diye düşündüm önce. Sonra baktım ki sokaklar boş değil. Pazar akşamıydı ve sanırım başka şehirlerden okumaya gelen öğrencilerin dönüş saatiydi. Tren istasyonundan başlayıp tüm şehre yayılan bir tıkırtı.. Ne mi? Tümü Arnavut kaldırımlı olan cadde ve kaldırımlarda tekerlekli valiz çekilme sesi. Yüzlerce valiz, yüzlerce tıkırtı bana eşlik etti yürüyüşimde..
Yağmurlu, ıslak sokaklarında yürürken değişik hissediyorum. Yaya geçidinden karşıya geçmek için bekliyorum kaldırımda, uzaktaki bir araba gelsin geçsin de ben öyle caddeye ineyim diye. Araba da gelip önümde durup, önce benim karşıya geçmemi bekliyor. Her seferinde şaşırıyorum. Bu sefer de.. Üç kez yaptım aynı şeyi, arabalara yol verdim. Saçma hissettim sonra, burada ben öncelikliyim ya, onlar bana yol verir. Bir çöp kamyonu mesela (resmini çekecektim olmadı), ön camının içi oyuncak ayılarla dolu, bildiğin sevimli bir çöp kamyonuydu, durdu, yaya geçidinden geçeyim diye.
 
 



Sokaklara ve caddelere bakan apartmanlar var, aslında İstanbul’daki gibi ama değil. Tam cadde üzerindeki dairelerde oturan aileler var. Bizde bu daireler daha ucuzdur , hem de yol üzeri diye pek kimse oturmak istemez. Burada hep aileler var bu dairelerde. Pencerelerde perde yok, yarı seviyesine kadar –yoldan içerisi görünmeyecek kadar – beyaza boyamışlar camları, akşam geçtim önlerinden, sıcak yemek kokusu geliyordu hepsinden. Kimisinde ocak başındaki annenin saçlarını gördüm, çoğunda televizyonun ışıkları görünüyordu. Yaşıyordu yani bu evler, sokaklara bakan daireler.  Hatta çoğunun içerisi görünüyordu, nedense bakmak istedi canım. Bebelerine yemek yediren babalar (gördüğüm kadarıyla hepsinin birden çok, hatta ikiden de çok çocuğu var) ..



Bodrum’da yaşayan bir Belçika’lı arkadaşım hep üzülür, benim ülkemde çocuklar mutlu, burada çok baskı altında der. İşin gerçeği onu biraz anladım sanırım. Sabahları okula giden bisikletli çocuklar sağımdan solumdan geçtikçe, konuşmaları, gülüşmeleri, pedala asılmaları bana da aynı şeyi düşündürdü. Yüzlerce, binlerce çocuk bisikletle okula gidiyor. Bizim gibi sabahın karanlığında servise binmek yerine, arkadaşlarıyla bisikletle.. Çocuklardan sonra bi nebze büyüklerin sırası geldi.. Onlar da gittikten sonra, ya üniversitede okuyan ya da kurs gibi birşeylere giden ara bir yaş grubu vardı – üzülerek söylüyorum- büyük gruplar halinde sigara içen. Dersi beklerken sigara içmek için toplanmış gibilerdi okulun dışında. Anlamadığım, madem mutlu çocuklardı, neden bu kadar çok sigara içen genç vardı? Özgürlüklerini bu yönde mi değerlendiriyorlardı?

Carrefour’a bir girdim dolandım. Gördüğüm kadarıyla meyve sebze çok pahalı. Nedenini anlayamadım ama taze meyve alayım dedim, 5 euroya bir kilo muzu görünce vazgeçtim. Tarım yapmadıkları için mi acaba?

Bir Avrupa kentine her gelişimde, burada yaşamanın nasıl olduğunu hayal ediyorum. Birey olarak saygı duyulduğum, ciddiye alındığım, haklarımın olduğu bir yaşam. Ulaşımın, eğitimin kolay olduğu, okulların aynı kalitede ve ücretsiz olduğu, üniversiteye girmek için kıçını yırtmadan insan gibi çalışmakla girebildiğin.

Aslında bir yanım bunu deneyimlemiş olmayı istiyor. Bir yanım da diyor ki, dört mevsim güneş görmeyen, yazın en sıcak günleri bizim baharımız kadar sıcak olan bir yerde mutlu olamayacağımı biliyor. Ben güneş insanıyım, gölgede mutlu olamam. Eminim.

Ama gene de, keşke diyorum, vizyonum biraz daha geniş olsaymış da, en azından üniversitede okurken, ya da sonrasında, bir süreliğine gelseymişim. Bir Avrupa şehrinde bir süre yaşasaymışım. İstermişim evet. Belki çocuklarım yapacak bunu, onların peşinden geleceğim, kim bilir?

2 yorum:

firdevs dedi ki...

Fransada yasiyorum . Her sey iyi hos.Ama ulkmizde olan confor yok buralarda.En basiti , benzin istasyonunda kendi benzinini kendin doldurursun :) Ya da benim gibi ( iki yildir almaya ugrasiyorum ) ehliyeti olmayanlar icin cocuklari okula goturmek iskence.Servis sadece calisan annelerin cocuklari icin var :) Bisikletle okula giden cocuklar yerler kar buz olunca ne yaparlar diye dusundum :)))

anneminkizıyim dedi ki...

Harika bir yazı ama Firdevs arkadaşımın dediği gibi burda yaşamanın da baya zorlukları var. Ünversite sınavları yok ama kaç çocuk ünversite ye kadar gelip başarıyor ki. Önden elenip zorluğu daha ünversiteye gelmeden gösteriyorlar. Şaba sarfedenler hariç, aynen Tr deki sınavda verdiği çaba gibi.
Havası dedığiniz gibi berbat. Almanyanın Yazı TR nin bahar havası. Yollardaki saygı ve çevre temizliği işte ona gıpta etmek gerek. Ama malesf TR ye giden çoğu alman arkadaşlar oteller 5 yıldızlı harika ama dışarılar çöplük dediğinde hem utandım hem hak verdım.
Burda birde kimse kimseye akmısın karamısın demez. Din ve parti veya futbol bizim Türkiyedeki gibi günün tartışmalı konusu olmaz.
50 yıldır alışmışlar değişik yabancıların burda yaşamasına az çok. Bizim gibi asırlardır sen kapalısın sen açıksın, sen yobaz ben moderin veya gerici yok böyle birşey. Burdaki nerdeyse tüm ünversite öğrenciler okumalarına katkı sağlamak için ayrıca çalışır, Türkiyede ekmek elden su gölden çok nadiri çalışan var. Gençler 16 yaşından sonra meslek eğitimi veya okuyacaksa okuluna devam eder.
Bu ara bizim burda birde mobilya mağazası açılacak, bilmem kaç hektar ağaçlandırılmış, Bostan dediğimiz, yüzlerce insanın küçük bahçesi olan alan yıkılacak. Medenice konuşulup halk oylaması yapılıyor. Bakalım halk iş alanına mı meyilli yoksa yeşil alanın yok olmasına mı. İkiside gerek ama sonucu bende merak ediyor ve oyumu da vermeyi düşünüyorum. Gezmek güzel ama ahh vatan ahh vatan,
Selamlar...