Buyrun, ben

Buyrun, ben

30 Eylül 2013

Gündelik şeyler yazısı


Bodrum'da günler nasıl mı geçiyor?
Güzel geçiyor :) Keyifli gerçekten bizim için çünkü okul maceramız başladı malum ve tam hız devam ediyoruz..
Bir doğum günü çılgınlığı var mesela... Bizim de bir parçası olduğumuz... Hemen hemen her hafta sonu bir doğum günü partisine katılıyoruz. Sosyalleşmek için süper fırsatlar, çocuklarımızın sınıf arkadaşlarının velileri ile tanışıp kaynaşıyoruz. İlk kez geldiğimiz bir şehirde edindiğim arkadaşlarımın çoğunu böyle edindim mesela :)
Bu partilerin bir kısmı kostümlü oluyor. Aşağıdaki resimdeki İspanyola kostümünü teyzesi Aycuş İspanya'dan almıştı (lütfen bu İspanya seyahatinin hikayesini linkten okuyun).. Ben de seve seve giydiriyorum bu kostümleri, heveslerini alsınlar, çocukluklarını yaşasınlar diye.
 

Bu da Damla'nın kendi doğum günü partisinden bir kare:
 
 
Başka bir doğum günü partisinden bir kare:

 

Bir de spor / faaliyet çılgınlığı söz konusu. Geçen sene, bizi ve kızımızı çok yoran bazı denemelerimiz oldu. Piyano (ki birkaç yıldır devam ediyordu aslında), bale (okulda kulüpte), basketbol (okulda kulüpte), drama, halk oyunları (okulda)... Bunların hepsinde çok mutlu oldu, sahneye çıktı (ki tam bir sahne çocuğu aslında kendisi - inanılmaz mutlu), seviyor. Ama git geller esnasında yıprandık. Yol bitmedi, hazırlıklar bitmedi, gösteriler bitmedi.. Dört ayrı gösteriye çıktı sonunda.. Bu spor çalışmalarının da hepsi yarım kaldı en nihayetinde.
En sonunda biz babasıyla bir karar verdik, bir tek spor yapsın ama onu uzun yıllar yapsın. Bodrum'da olmamızın avantajını kullanalım diyerek, denesin bakalım deyip yelkene verdik bu yaz Damla'yı.
Gördüğümüz kadarıyla sevdi, sebat etti, devam etti. Söylenmeden gitti geldi. Böylelikle de kışın da tek faaliyet olarak yelkene devam etmesini düşündük. Bakalım böyle ne olacak.
Okuldaki kulüp çalışmaları ile ilgili de beklentimizi düşük tutmaya, ne istiyorsa onu seçmesine karar verdik. Kendisi ilgisini çeken iki tane kulüp seçti (yaratıcı eller gibi bir şeyler, Arka Bahçede Bilim'i çok sevdiği için galiba).
Böylelikle biz de aman basket oynasın tenise de gitsin piyano da çalsın çılgınlığından kurtulduk.
Aslında seçimi kendisine bırakınca rahat ettik. Doğruyu geç bulduk galiba :)
Fotoğrafta Yelken Kulübü'nün sertifika töreni görülüyor.. Bu arada sabır ve inatla kursa götürüp getiren Begüş teyzeye teşekkürü borç biliriz :)

Tuna Bey için henüz sosyal faaliyet arayışına girmedim. Damla'nın yelken saatleri belli olunca onu da yaratıcı dramaya vermeyi düşünüyorum. Zira, geçen sene 100 kişilik okulda sahneye çıkmayan bir Tuna vardı :) Biraz topluluk önünde kendini geliştirmesine yardımcı olabilir. Tabii ki bir şartla, zorlamamak ve istemediği bir şeyi yaptırmamak şartıyla :) Bu kez akıllandık yani..
Bir konu daha var aslında, o da çocuğumuzla oyun oynamak. Bunu aslında başka bir yazıda anlatayım, çok uzun çünkü.
Sevgiler, saygılar.


27 Eylül 2013

Seyahat yazısı: Akyaka

Aslında Akyaka'yı kapısından girer girmez sevdim.. Çünkü dev çam ağaçları karşıladı bizi kapıda...

Başımı kaldırdığımda gökyüzünü göremeyeceğim kadar büyük, dallarıyla beni sarmalayabilecek kadar çok... Neden kendimi bu kadar huzurlu hissediyorum çam ağaçlarının ortasında? Çocukluğumu, babamı mı geri getiriyor bana? Olabilir.
Neyse..
Akyaka Bodrum'a yaklaşık iki saat mesafede, Muğla'nın Ula ilçesine bağlı turistik bir kasaba. Aslında evlerini görmeye diye gittik ilk, hakikaten hepsi restore edilmiş, ahşap cumbalar panjurlar.. Resim gibi bir kasaba. Biraz Safranbolu'ya benziyor. Ben hiç ev resmi çekmedim gerçi ama evleri görülmeye değer.
Plajı denizi bana pek çekici gelmedi. Bodrum'dan sonra sanırım beğenmez oldum. Ama yaz dönemi ilk gittiğimde çok ama çok kalabalıktı. Kalabalıktan hoşlanmadığım için biz denize girmeden kaçmıştık.
İçerisinden Azmak deresi akıyor. Alışkın olanlar için ilginç değil, ama berrak suyu ve içinde yüzen yüzlerce kefal sayesinde benim ruhumu çok okşadı.
 
Kefaller resimde görünmemiş ama yüzlercelerdi ve epeyce seyrettik onları, besledik.
 
 
 
Nehir üzerinde çok ünlü balıkçılar ve kahvaltı mekanları var. Biz bunlardan adını unuttuğum Cennet bişey olanda kahvaltı ettik. Öküz dozunda, doyurucu ve lezzetli, ama öte yandan su sesi o kadar huzur verici idi ki bu kahvaltı çok aklımda kaldı.
Bu nedenle, kongre dönüşü Akyaka'dan yolumuzu geçirip, annemi ve çocuklarımı da bu harika yerde kahvaltıya götürdüm. Bir kere daha huzur doldum.
 
 

 
Akyaka'dan Bodrum'a dönüş yolunu kıyıdan gittik. Çam ağaçları ve denizin içi içe olduğu nefis bir yoldu. Mesela şu aşağıdaki evde yaşayan kişi yaşlanır mı?
 

Ya da şu Gökova körfezine baka baka mutsuz olabilir mi insan?





25 Eylül 2013

Bu yaştan sonra diş telleri mi? Nasıl?

Bu seneki yeni yıl yazımda, kendimi şimdiye kadarki yaşlarımdan daha güzel hissettiğimi yazmıştım.. Şimdi buraya kaç yaşında olduğumu yazacak değilim, ama "yolun yarısı"nı geçtiğimi söyleyebilirim :)
Tabii bu acaba kendimi daha güzel görme çabamdan mı, kırkından sonra azanı teneşir mi paklar, ufak estetik müdahalelere artık daha sıcak bakmaya başladım.
İlkin, şu çatık kaşlarımın ortasındaki, (benim güneşe bakarken gözlerimi kısmaktan olduğunu iddia ettiğim ama aslında içimdeki birikmiş öfkeyi dışa vurduğunu psikoloğum Esra ile tanıştıktan sonra kendime itiraf ettiğim) çatıklıkla vedalaştım.
Aslında, botoks çok da bana göre değildi, ben kırışıklıklarımla barışıktım, falan filan. Ama sonunda, çok sevdiğim dermatolog arkadaşımın biraz da zorlamasıyla, iğneyi yedim kaşımın ortasına :) Sonuç umduğumdan çok farklı oldu. Meğer öfkeli ifade beni hem yaşlı, hem mutsuz, hem gergin, hem, hem.... Gösteriyormuş. Aslında sandığımdan daha güzelmişim. Vesaire.
Pişman olmadım hiç. Aksine, etkisi nerdeyse geçmesine rağmen, beni görenler gençleştiğimi söylüyorlar (geçen hafta sonu kongredeki herkes de mesela..). Gençleşmek için tüm yüzüme kırışık tedavisi, botoks, dolgu vs yaptırmadım ki! Sadece kaşlarımın arasına, öfkeli ifademe. Ne kadar da farketti!
İnsan yaşlandıkça kendini daha iyi hisseder mi, tuhaf... Artık buna da yaş aldıkça diyorum, kulağa daha iyi geliyor..
Sonracığıma, bir gece yarısı, yüz kadar defter kaplarken dişimle bant koparmam sonrası bir dişim elime düşüversin.. Kökünden kırılıp hem de. Sabaha kadar ağladıktan sonra, diş hekimi arkadaşımın yapıverdiği porselen dişi kendi sağlıksız, çoğu dolgu olan ve rengi deforme olmuş dişlerimden daha çok beğenince, dedi ki Berna, hadi gel hepsini bi toparlayalım. "Gülüş estetiği" deniyormuş buna. Dedim ki, sanırım zamanı geldi. Artık hadi.
Sonracığıma, 17 yaşından beri, kimi korkudan, kimi param olmamasından, kimi zamanım olmamasından kaçtığım ortodonti muayenesini olmak zorunda kaldım. Zira gülüş estetiğinin işe yaraması için önce zeminin toparlanması gerekirmiş. Benim yıllardır o benim özelliğim, çok sempatik dediğim dişlerim, evet, aslında bozuk!
Öyle, böyle, olur mu olmaz mı, altı ay, bir yıl derken, iki dişimin çekilmesine ve bir buçuk yıl ağzımda tellerle dolaşmama sebep olacak ortodonti tedavisine "tamam, yapalım" derken buldum kendimi. Bu bitmeden laminasyon, yani kaplama yapılamayacak.
Aman Allah'ım ne yapıyorum ben diyerek kaçmamam için de harekete geçtim, gerekli ayarlamaları yaptım, diş çekimlerim için hazırlanıyorum şimdi.
Evet, merak ediyorum, bu yaştan sonra diş teli olur mu hiç?
Bilmem, bence olur.
Olur olur.
Sizce nasıl olur?
Gittiğiniz kadın doğum doktorunun dişinde telleri görseniz ne hissedersiniz? Gıcığınıza mı gider yoksa hiç birşey hissetmez misiniz?

24 Eylül 2013

Ben eskiden, her gün

Ben eskiden her gün, bu kalbim kadar temiz sayfalara yazar da yazardım.. Diyeceklerimi derdim, bir solukta, bir çırpıda.. Kelimeler arasında boşluk bile bırakmadığım olurdu.
Bi sürü kişi okurdu, bana akıl verirdi, beni tanırlardı, ben de onları tanırdım zamanla.
Demez oldum, vaktim olmadı dedim, fırsatım yok dedim.
Ama gene geldiler kelimelerim, kafamın içinde konuşmaya başladığımdan anladım. bunu yazsam dediğim laflar çoğaldı sabahları arabada giderken. Böylece geri geldim, resimsiz, fotoğrafsız, şimdilik bol laflı olacak ama..
Kongreye gittim geçen gün, Filiz geldi, merhaba dedi, beni hatırladınız mı dedi, hatırlamadım, blogdan tanıyorum sizi dedi. Ayıp ettim, bloğumdan da dünyamdan da kopmuşum. Laflarımı facebookta durum güncellemesine sıkıştırmışım. Kendime de ayıp etmişim, geçmişime sırtımı dönmüşüm. Yoksa hayallerim mi bitti? Yok yok değil, hatta büyüttüm bazılarını, besledim, olgunlaştırdım, oluşturdum. Sırası geldikçe anlatırım.
E o zaman hoşgeldim gene hayal alanıma.
Biraz günlerden söz edeyim.
Bodrum'da günler su gibi akıp gidiyor. Başta biraz sallandıysak da alıştık. Bodrum aldı götürdü bizi. Yazı yedik bitirdik.. İş çıkışı (mecburen :) ) denize giderek, akşamları bahçede sohbet ederek, sabahları sahilde sabah yürüyüşüne giderek.
Keyifli de günler geçirdik, zor da, ama güzel bir yaz geçirdik. Kardeşlerimle arkadaş oldum yeniden, çocuklarıma anne oluyorum son günlerde, annemle de anne kız oluyorum hissediyorum... Sevgilim güzel güzel balıklar tuttu, vallahi nefis de pişiriyor, yazı balığa doyarak geçirdik.
Kızımı yelkene gönderdim, bakalım sevecek mi, kışın da gidecek, yelkenci olacak mı kendi bilecek ama.. Damla hanımı tanıyanlar, beni tanıyanlar bilirler, geçen seneyi bir hengameyle okullu olarak geçirdik, keşke uzun uzun yazsaydım yaşadıklarımızı, mini mini birlerin annelerine belki yol gösterirdi. Ama geçti bitti.. Kızım büyüdü. Bununla ilgili de söyleyecek çok ama çok lafım var, ayrıca yazayım bir gün.. Meğer herşeyin zamanı varmış. Boşuna (mı) ağlamışım bir yıl boyunca? Şimdi okullu olduk asıl, şimdi geldi zamanı farkettim. Bunu sonra anlatacağım daha uzun.
Oğlumu da büyüttük biraz ama hala bebek, hala şeker, hala sevimli. Hala çiş yapıyor gece altına, napalım o da biraz geç büyüsün tanıdığım diğer erkek bebeler gibi :)
Anne demek sıcak kek kokusu, taze ekmek kokusu mutfakta biraz sanki.. Ben de sağlıklı (ya da daha sağlıklı) beslenmeye taktım bu aralar. Madem Bodrum'a yani bir kasabaya taşındık, o zaman nispeten sağlıklı beslenelim dedim. Ne kadar dayanabileceğimi, ya da sebat edebileceğimi bilmiyorum ama şimdilik son birkaç haftadır, sütümü ineğin memesinden (dolayısıyla yoğurdumu annemden), yumurtamı tavuğun poposundan, tereyağımı sütçünün yayığından alıyorum. Yumurtalı patatesi fırında kavurup yapıyorum, yumurtalı ekmeği yağda değil de fırında pişiriyorum. Ekmeği kendim yapıyorum evde, sıcacık, yumuşacık... Evet ben de şaşırmış durumdayım ama yapıyorum hakkaten..
Meyve suyu, kola gibi şeyleri artık tamamen almaz olduk. Taze meyve suyumuzu kendimiz yapıyor ya da süt veya su içiyoruz. Bulguru pirince yeğlemeye çalışıyoruz. Haftada bir McDonald's günümüzü ayda bir gibi daha iyimser bir sayıya çekmeye çalışıyoruz.
Oluyor mu? Bence oluyor.. İstikrarlı da olursa tam süper olacak...
Şimdilik böyle ortaya karışık bir yazı olsun. Birikmiş diyeceklerim de bitene kadar biraz böyle olacak bence..
Şimdilik hoşçakalın, beni izlemeye devam edin anacımm