Buyrun, ben

Buyrun, ben

26 Şubat 2010

Çocuklar için buz pateni


Biz buz patenini çok sevdik..

Önce bir alışveriş merkezinde tesadüf deneyelim dedik.. Zaten birtek alışveriş merk.de var bu yakada..
Baktık ki 4 yaş altı almıyorlar. Damla öğretmene çoook acıklı baktı, hiç ağlamıycam ne derseniz yapıcam dedi. Duygu sömürüsü işe yaradı, öğretmen ders vermeyi kabul etti. Bu sefer de patenler ayağına olmadı. Oradaki kızak adı verilen, ayakkabıya takılan çift bıçaklı patenlerden giydi ve kendini piste attı. İlk gün haftasonuydu ve pistte 50 - 60 kişi vardı. Haliyle birşey anlamadık. Damla'nın isteği üzerine bir de hafta içi pist boşken gittik. Bu sefer buz daha kaygandı (kimseler yoktu ve temiz buz üzerinde kaymak çok zormuş). Ama gene de Damla çok eğlendi, biz onu seyrederken heyecanlandık, eğlendik, başardığını görünce kendimiz başarmış gibi sevindik. Demek böyle oluyormuş, insan bişey başarınca annesi çok tuhaf bir sevinç duyuyormuş (eh doktor olunca annemin niye bu kadar sevindiğini anladım, benim için o kadar büyük bişey ifade etmiyor oysa ki :) )
Damla öğretmenin verdiği ödevleri seve seve yaptı, ders sonunda tak başına buzda hareket edebilmeye başladı. Birkaç ders daha gider ve severse, ona gerçek paten alacağım...
Şimdi teknik bilgiler. Optimum alışveriş merkezi, Buzluk buz pisti. Bizim öğretmenimiz Murat hoca, sabırlı ve sevimli bir tip (Genelde güleryüzlüler). Ders saati 35 TL, derssiz denemek isteyenlere 15 TL.
Patenleri de veriyorlar ama en küçük 27 numara. Satın almak isteyenlere 230 Lira.
Eğlenceli bir haftasonu aktivitesi olabilir.

Radius başı çıkığı ve intikam zamanı

Efendim, şimdi ben 6 yaşında kardeşim de 3 yaşındayken, bigün oyun oynuyoduk. Kollarındna tutup sallıyodum onu beşik gibi. Sonra o minicik kol çııt diyip yerinden çıkmıştı (Aslında bu kırılma efekti oldu ama Allah korusun) çııık diyip çıkmıştı. Sonra da yalama olup sürekli çıkardı.. Adana'da bir sınıkçı vardı, ona götürürlerdi, takardı.
Ben yıllarca bunu içimden atamaz ve vicdan azabı çekerken, ayrıca bu olay aile arasında Ablası çıkardı kolunu şeklinde klasikleşmiş hafif batı müziği parçası halinde sürekli söylenirken...
O ne yaptı: dırırınım. Açıklıyorum.. yıllarca içinde sakladığı intikam duygusuyla dün oynarken Damla'nın kolunu çıkardı!! heehehe.. bunu da böyle yazıcam demiştim yazdım işte :)))
Olay tabii ki öyle değil. Damla dün kuduruk vitese takmış ve koltukların tepesinde zıplarken (tepe derken, gerçekten tepe) düşecekken teyzesi kolundan yakalamış... Damla acıyor diye ağlayınca şüphelendim. Kolunu oynatmıyordu, baktım dururken acısı yok ama "hareket ettirince acıyor anne" dedi. Dokunuyorum acı yok, ama kolunu sabit tutuyor ve hiiiç kımıldatmıyor (En önemli kriter budur, oynatınca acıycak diye çocuklar kolunu kımıldatmadan tutmaya çalışır).
Hemen kapıp hastaneye götürdüm.. bu arada babası seminerdeydi, işte olmaz olmaz olacağı tutar.. Neyse, çok şükür ucuz atlattık, dr. yerine taktı.. Saniyeler içinde acısı geçti yüzü güldü ve elini oynatabilmeye başladı..
Radius başı çıkığında, bileğini içe dışa oynatabiliyor, gel gel hareketini yapıyor. Ama rotasyonlar ağrılı yani deli deli kulakları küpeli hareketini yapamıyor. Yanıltmasın sizi, işte oynatıyor bişey yok demeyin. Sonra şişerse daha acılı olur, beklemeden yerine takılması daha iyi olur.
Demek ki neymiş, beş dakkada değişirmiş bütün işler ve bana olmaz demeyinmiş.

19 Şubat 2010

Beş dakkada

Beş dakkada değişir bütün işler.


Diyorum daha da birşey demiyorum.
Son iki haftada
birilerimizin / hepimizin
hayatları
beş dakkada
baştan sona değişti.
Hala inanamıyorum ara ara.
Hala şaşırıyorum bazı bazı.

Şebnem nerdesin hayatımda
Bana lazımsın
Bana bakıp beş dakkada değişir bütün işler de. Karamsar olma de. Ara ara de bunları.
Yoksa ara ara unutuyorum.

Ee.. beş dakkada değişiyor bütün işler. Hatırlatıyor kendini.

14 Şubat 2010

Kütüphaneleri seviyorum günüymüş bugün

Bakın erdim mi ben ne oldum..
Taaa geçen haftalarda gittiğimiz kütüphanenin yazısını yaza yaza kütüphaneleri seviyorum gününde yazmışım.
Uğraşsam anca olurdu.
Vallahi de şimdi öğrendim zaten.

13 Şubat 2010

Kadıköy Belediyesi Çocuk Kütüphanesi

Önceki yazılarımı okumuş olan varsa, http://hayalalani.blogspot.com/2009/01/ocuk-ktphanesi.html şurada anlattığım Amsterdam Büyükşehir Belediyesi (!) çocuk kütüphanesini hatırlayabilirler.. Ağzımın suları akarak dolaştığım ve hayaller kurduğum yer (deli miyim ne kütüphaneyi gezerken ağzımın suyu neden akarsa.. Aslında nedeni belli, hayatım boyunca en iyi yaptığım şey, hatta şu aralar tek yaptığım şey okumak, 34 yaşımdayım hala okuyorum :) )

Çocuklarımın da benim gibi "okur" olmasını çook isterim.. Damla hanımın öğretmenleri karnesini hazırlarken, en sevdiğin oyuncak diye sormuşlar ve kızım "kitap" demiş.... Bu da benim bu dileğime çok da uzak olmadığım konusunda ümit verdi bana... Zaten sürekli çalışmaya gittiğim yer de, İSAM kütüphanesi, ondan dolayı da sürekli duyuyordu annesinin nerde olduğunu..

Uzun lafın kısası, Damla hanımı götürmek için bir çocuk kütüphanesi arıyordum şu kocaa İstanbul'da.. Biraz da fazla birşey ummayarak...

Salı Pazarı'na giderken, önünden geçtiğimiz, üzerinde kocaman Kadıköy Belediyesi Halk ve Çocuk Kütüphanesi yazan binanın varlığını biliyordum ama hiç gitmemiştim. En nihayet, birgün okul çıkışı gittik...

Kocamaaan binanın içinde miniciiiik bir oda çocuk bölümü... İçindeki okul öncesi için olan kitaplar ne yazık ki bizim evdeki çocuk kitaplarından az... Büyük çocuklar için de, benim çocukluğumdan yani hemen hemen Nuh Nebi zamanından kalan kitaplar.. On onbeş tane de yeni kitap..

Bir iki tane küçük masa ve küçük koltuk.. Bir tarafa basamak basamak yapmışlar, üzerinde yastıklar var.. Malesef fotoğraf çekmeyi unutmuşum.. Gözünüzde canlandırmaya çalışın artık :) Biz basamaklara oturup bulabildiğimiz bir iki kitabı okuduk. Görevliye neden çocuk kısmının bu kadar zayıf olduğunu sordum, hani kitap okuma günleri falan? diye bir teati yapayım dedim, bu bölümün görevlisinin işten ayrıldığını, zaten gelen çocuk mocuk da olmadığını söyledi.

Bence, bizdekiler çok ümit vadetmese de, çocukların kütüphane fikriyle ufak yaşta tanışması, gitmesi, o ortamda bulunması, kitapları koklaması, sessiz ortamda çalışma disiplinine aşina olması gerekli. Bu nedenle biz bulabildiğimiz kütüphaneleri gezeceğiz kızımla.. (Bildiği başka çocuk kütüphanesi olan var mı?)

Yalnız bir not: Sosyal zekası henüz gelişmemiş çocuklarınıza, "bak kütüphane kapanıyor içerde unutmasınlar bizi" diye espri yapmayın sakın (aslında çocuk bölümüne kimse uğramadığından, cidden unuturlar mı diye aklımdan geçirmiştim hakkaten ama çeneni bi tut di mi).. Şimdi Damla hanıma kütüphaneye gidelim mi deyince "ama anne kapanırsa içerde kalırız" diyor :( Daha günün yeni başladığı saat olan 4buçukta kapanırsa haklı çocuk. Ne diyeyim, ne yapayım da unutturayım bunu bilmiyorum.

Tamamen bizim toplumsal beklentilerimizin düşük olmasıyla ilgili bu durum aslında. Amsterdam'da neden İngilizce Türkçe kitaplar ya da okuyuculara çay kahve servisi yok falan derken (başka kusur (!) bulamamıştım) bizde ise neden kitap yok diyoruz.. Ne acı değil mi.. Gene de biz gidersek gelişir kütüphaneler.. Biz okursak gelir yeni kitaplar... Filmler.. çocuk dergileri.. müzikler... Halkı Halk Kütüphanesi'ne ne yapmalı da çekmeli... Bir de şöyle buyrun bakalım: http://www.kutuphaneleriseviyorum.org/

Biz olursak var olur kütüphaneler. Ama alışveriş merkezine gidip jetonlu uçaklara bindirmek varken kim çocuğunu kütüphaneye götüre değil mi?

10 Şubat 2010

Hayatı paylaşırken

Hayatı paylaşırken derken ne demek istemiş acaba diye düşünürdüm Pınar'ı..... Sonra geçen gün, ben arabada gider ve ona telefonda ağlanırken, bi de bloğumun varlığına sevinirken, bloğum sayesinde kazandığım insanların, biriktirdiğim güzel anıların, tanıdıkça sevdiğim arkadaşlarımın varlığına sevinçlerimi sunarken dedi ki...
"İşte öyle böyle hayatı paylaşıyoruz...."
Anladım ben o zaman onu..

Şu koskoca şehirde, milyonlarca kişi yaşıyor.. Türkiye'de yaşayan her yedi kişiden biri İstanbul'daymış.. Nerdeler peki? Neden benim yanımda çevremde hayatımda değiller? Neden ben sıklıkla yapayalnız hissediyorum kendimi?
Neden dayanacak dağlarım, sırtımı dayayacak koca ağaçlarım yok? Neden bu tek başınalık duygusu gitmiyor? Bu kadar sevilmeyecek biri miyim ben? Bunları düşüne düşüne kendime sevgim de azalıyor zamanla...
Eminim bunları hisseden tek ben de değilimdir. Olamam değil mi?

İşte bu düşünceler içinde boğula boğula atlatmaya çalışırken kafamdaki tilkileri, dedi ki Pınar, "işte böyle böyle hayatı paylaşıyoruz.."
Anladım o zaman.
Doğru..
Ben buraya yazıyorum acımı, arıyor hatırımı soruyorlar..
Buraya yazıyorum bebeğimin dişini, arıyor tebrik ediyorlar..
Buraya yazıyorum tezimin başına gelenleri, arıyor geçmiş olsun diyorlar, kızıyorlar hatta, hep kötüleri yazıyorsun diye (toparladım tezi, kanlar kitler herşey tamam bi yazılması kaldı, yeri gelmişken söyleyeyim)....
Burada paylaşıyoruz biz hayatı...

Biliyorum, uğruyorlar bakıyorlar.. Benim düşündüklerim kadar beni de düşünenler var.. Kimisi tanıdığım kimisi tanımadığım... Bakıyorlar, okuyorlar, not bırakmasalar da kapıyı çalıyorlar içerde miyim diye..
Biliyorum yalnız değilim.. Arkadaşlarım var.
Blog dostlarım var..

İyi ki varlar.
Hem de hepsini özledim, herkes üstüne alınabilir, en kısa zamanda buluşsak ne iyi etsek...

8 Şubat 2010

Morali bozuk olanlara

Benim gibi morali bozuk olan varsa..
Hayatın sürprizlerle dolu olduğuna hala şaşıran varsa..
Üzülen varsa..
Düşünüp duran varsa..
Düzelsin diye.. canavar.
Buyrun.

5 Şubat 2010

Vicdan meydan muharebesi

"Ders çalışma anne olur mu... Ders çalışınca ben seni göremiyorum..."
Damla,
4 Şubat 2010
22.35

3 Şubat 2010

Geldiysen

Ey tez..
Geldiysen üç kez masaya vur.
İlham.. Tez yazma ilhamı..
Sen de gelince vur.
K.çımı kırıp masaya oturup çalışma azmi.
Sen gelince beş kere vur.

1 Şubat 2010

Güzel kardeşim..


Kızıma yaşama dair ne varsa öğreten anne yarısı teyzoşu
Güzel kardeşim benim.. Öbür yarım...
Bebeklerimin Aycuşu...
Cansimidim...
İyi ki doğdun.. gördün mü bak yirmibeş oldun hehehe :) (Yirmibeşten sonra üç yılda bir yaş malum :))))