Buyrun, ben

Buyrun, ben

22 Şubat 2009

Hayatının en mutlu günü

Minik kalbim,
İleride bir gün "hayatının en mutlu günü hangisiydi anne" diye sorarsan...
Unuturum diye not düşüyorum.
En mutlu günlerinden biri kesinlikle bugün.
21 Şubat 2009.
Oyun oynarken bana sarılıp "anne seni çok seviyorum" dediğin gün.

21 Şubat 2009

Yaratıcılık genlerden geliyorsa madem bana niye hiç gelmedi anne, söylesene...


Mesela, ben yeni aldığım makas seti ile kızımla anca düz ve eğri kesme çalışmaları yaparken sen renkli kağıtları kesip balık yapmayı ve hatta üstüne minik kağıtlardan pullar yapıştırmayı öğretiyorsan,
hatta yetinmeyip yünleri kesip ağaç yapıp, makarnalardan dallar yapıp (abartmıyorum) sanat eseri
ortaya çıkarıyorsan bastıbacak dana böceği ile, bende neden yeteneğin y'si yok? Sorarım anne..
Tüm yetenek genlerini aycuşa geçirmek zorunda mıydın?

17 Şubat 2009

Korkularımızla yüzleşmek sandığımız kadar kolay mı?

Önceden bisürü şey vardı. Yalnız kalmaktan en çok korkardım mesela. Hem o anda, hem her zaman (bilseydim bir saatlik yalnızlığı satın almaya bile hazır olacağım bazı günler olacağını :) )
Şİmdi hastalıktan korkuyorum.
Yaşam bize neler getiriyor bilemiyoruz ki önceden.
Hastalık?
Semih Durmuşcan 1998'de bileklerim ağrıyor deyip de kan kanseri çıktığında 2 yaşında çocuk bunu nasıl söyleyebildi diye şaşırmıştım en çok.
Geçen yıllarda ne adı, ne yüzü gözümün önünden hiç gitmedi. Gül gibi çocuk gözümün önünde sararıp soldu, kemoterapiler, ilaçlar... Okul yıllığında bile resmi var Semihciğin, kimbilir ne yapıyordur, kocaman abi olmuştur belki, belki de olamamıştır :(

İşte bu yüzden minik kalbim birkaç kere, ısrarla, bileklerini gösterip "acıyor" deyince aklım çıktı.
Yüzleşmek sandığımdan da zor oldu. Doktora götürebilme cesaretini toplamam birkaç gün sürdü.
Çok şükür. Çok şükür. Çok şükür.
Birşey çıkmadı ama ben çıktım sonuçları beklerken.

Ey ahali. Ben artık kanserden çok korkuyorum. Anlayan var mı?

14 Şubat 2009

Sizi çooook seviyorum yahu




Lahmacun da yerim ayran da içerim

Benim annem çok kötü anne hehehe
Bazen "Goya" da içerim (bkz kola)



Ben uykuyu çooook severim..


Uyuyanlardan ötürü :)

Önemli Not: E be kızım bari uyuyuşun anana çekseydi :)))

Komşu komşu hu huuu

Küçük hanımefendiler....
Onlar bizden daha gerçek belki de....







12 Şubat 2009

Ferber yönteminin bize kazandırdıkları

Epeyce eski postlarımdan birine gelen bir yorum üzerinde böyle bir yazı yazmaya karar verdim. Herşeyden önce google’a Ferber Yöntemi yazınca çıkan forumlardaki tartışmaları çok anlamsız ve saçma buluyorum. Ferber denen adam, dünyanın en önemli uyku kliniklerinden birinin şefi ve sürüyle bilimsel araştırması ve yayını olan bir doktor. Bu “ağlatarak uyutma” diye yanlış şekilde basite indirgenen yöntemi eleştirenlerin çok azının Dr Ferber’in kitabını okuduğunu düşünüyorum. Herşeyden evveli kitap ağlat ve uyut değil, uyku sistemini ve uyku bozukluklarını ayrıntılarıyla ele alan oldukça uzun ve kapsamlı bir kitap.
Bana soran arkadaşlara, kısaca bu yöntemi özetlemeyi uygun bulmuyorum. Bu sistemi uygulamak için kitabı okumayı MUTLAKA öneriyorum. Çocukta uyku bozukluğu var mı, uyuyamama yanlış ilişkiler ve alışkanlıklardan mı (emzik, biberon, ayakta sallama vs) yoksa uyku terörü ya da kabuslar gibi tedavi gerektiren sorunlardan mı kaynaklanıyor bunu anlamak gerek. Kısacacı yatır yatağa git içeri ağlar ağlar uyur değil.. Ben de uzman değilim bu konuda.. bu yüzden uzmanının yazdıklarını okuyarak başlamak önemli. Bizim için bu yönteme başlarken hedef, ayakta sallama ile uyku arasındaki çok güçlü ilişkinin kırılması idi. Damla hanım hem ayakta sallanmadan uyuyamıyor, kendi kendine uykuya dalmayı bilmiyor, hem de ayakta sallamamıza da izin vermiyor, tekmeliyor, ağlıyor hatta kaçıyordu. Ben kitabı Amazon’dan aldım, bir ay gelmesi, bir ay da benim okumam sürdü. Kızımın kendi uyumayı öğrenmesi ise sadece dört gün.. Şu anda olsa yine yapardım.

Ama bu yöntem 6 aydan önce önerilmiyor. Bizim junior için ise, doğduğundan itibaren Baby Whisperer’ın öğütlerini uygulamayı planlıyorum kısmetse. Ben Tracy Hogg’un kitaplarını da Amazon’dan aldım ama yakın zamanda sevgili Yapıncak çok güzel bir dil ve anlatımla bunlardan birini Türkçe’ye kazandırdı. Hatta çevremdeki herkese de aldırdım. Nesli’nin ikizleri bugün mışıl uyuyorsa bunu Yapıncak ve Tracy’ye borçludur diyebilirim :) Bu sistemi de yakında yazarım diye düşünüyorum.

8 Şubat 2009

Minik kalbim benim

Damla hanım
Annesinin kuzusu
Prenses
Güzel kuşum
Damla danası
Dana böcegi
Bitanem
Cadı böceği
BöcekKuşum

4 Şubat 2009

Neden antibiyotikler öcü?

Sonuç cevabı (dilim döndüğünce tıbbi açıklama): Enfeksiyonlara yol açan iki canlı türü vardır: Virüsler ve bakteriler. Bakterilerin çoğuna antibiyotikler etkili. Ama virüslerin birçoğunun ilacı yok ve bunları vücut direncimizle belli bir sürede yeniyoruz (örnek: grip 7 günde gibi). Çocuklarda ve büyüklerde karşılaştığımız enfeksiyonların aslında çoğuna, örneğin üst solunum yolu enf. gibi, virüsler yol açıyor. Bu nedenle bunlarda ANTİBİYOTİK KULLANIMI GEREKSİZ. Hatta, vücuttaki bazı yararlı bakterileri öldürüp vajinit gibi başka sorunlara yol açtıkları için zararlı. Vücut direncini düşürmeleri de cabası. Antibiyotikler sık kullanıldıkça, bakteriler de direnç geliştiriyor ve bir sonraki sefer etki edemiyorlar.

Bir enfeksiyonun bakteriyel mi viral mi olduğu net olarak ayırt edilebilir mi? Her zaman değil. Ama genelde, klinik tablo, fizik muayene ve bazı laboratuvar verileri ile anlaşılabilir (ayrıntılarına girmeyeceğim). Viral bir tablo, vücut direnci ile yenilemez ve uzun sürerse, üzerine bakteriyel bir enfeksiyon ilave olabilir. Bu durumda mutlaka antibiyotik gerekir, evet. Ama enfeksiyonların bir çoğuna virüslerin yol açtığını hatırda tutmak ve ilk etapta semptomatik tedavi ile gitmek ÖNEMLİdir.

Peki ben bunları biliyorum da neden köyde çalışırken solunum yolu enfeksiyonu ile her gelen çocuğa ya da büyüğe antibiyotik veriyordum? Çünkü orada, çocuk ateşlendiği ya da öksürmeye başladığı gün değil, epeyce sonra doktora getirirler. Mesela, iki aydır öksürüyordur. Ya da sekiz gündür ateşi ara ara çıkıyordur, aldıkları ateş düşürücü ile düşüyordur. Yani bu çocukların kliniğine mutlaka bakteriyel süperenfeksiyonlar eklenmiştir. Zaten antibiyotik reçete etmezsen bile ya başka doktora gidip yazdırır ya da eczaneden kendileri alıp içirirler.

Çenem açıldı ama söylemeden geçemeyeceğim.. Başlayınca, tüm doz bitene kadar tedaviye devam etmek gerek. Var olan bakteriler, bir ya da iki gün (ateş düşene, belirtiler geçene kadar) kullanılan antibiyotikle zayıflar, ama bırakınca daha güçlü ve dirençli olarak tekrar ortaya çıkarlar. Bu da geçmek bilmeyen, uzayıp giden enfeksiyonların en önemli nedeni!

Yani uzun lafın kısası: Çocuğumun ateşi 39 derece doktor bir antibiyotik vermedi diye doktoru değiştirmemeli… Ateşi takip etmeli… Unutmamalı ki virüsler daha yüksek ateş yapar. Kan tahlili ya da kültür yapmadan antibiyotik başlamıyorsa doktor, güvenmeli. Ama başlıyorsa da güvenmeli, antibiyotikten kaçmamalı ve ilacın tümünü hastalık geçse de tamamlamalı. İlla da vericem diye de, vermiycem diye de ayak dirememeli.

3 Şubat 2009

Antibiyotikler olmasaydı da olmazdı ama bazen olmayınca daha iyi oluyor

Bu benim geçmeeek bilmeyen gribim ilerleyip durdukça, antibiyotik kullanmam konusunda mahalle baskısı artıyor (Güncelleme: Çok daha iyiyim şükür, öksürüğüm bile azaldı :))
Oysa onlar bilmiyorlar: 2000 yılında, yaşadığım kardan yolları kapanan köyde sobalı evimde aylarca hemen her türlü yol enfeksiyonunu geçirip (üst solunum yolu, alt solunum yolu, idrar yolu gibi) sürekli hemen her türlü antibiyotiği de kullanıp bir türlü iyileşemediğim dönemde, kulakları çınlasın, her türlü güzellikler gidip neredeyse onu bulsun, Doktor Ali Bey demişti ki, “sen kendine kötülük ediyorsun, bu antibiyotikler seni asıl mahveden.. Şu andan itibaren tümünü kes, her türlü vitamini al, günde bir kilo portakal ye, vücudunun kendini toplamasına izin ver, ona şans tanı” demişti. Ali Bey, sağlık memuru olarak acilde çalışırken kendi olanakları ile tıp okumuş, hem alaylı hem okullu, benden en çok bir iki yaş büyük ama görmüş geçirmiş, tıp bilgisi bu güne kadar gördüğüm herkesten daha iyi olan, o köyde kendine bir yaşam kurmuş, ailesiyle mutlu yaşayan çok muhterem bir pratisyen hekimdi.. Bense, uçarı, kaçarı, aklı uzmanlıkta, gözü bir an evvel o köyden kurtulmakta olan küçücük bir pratisyen hekimdim.. ve hayatımda aldığım en önemli dersi ondan almıştım.
Ali Bey beni görse de, duysa da hatırlamaz. Ama ben onu ve o güven veren gülüşünü hiç unutamam. Ali Bey, eminim, o günden bu yana geçen yıllarda taş çatlasa dört ya da beş kere antibiyotik kullandığımı (ÇOK ŞÜKÜR) duysa da inanmaz…. Kızım doğduğundan beri de (ÇOK ŞÜKÜR) aynı şekilde..Sonuç: Neden antibiyotikler öcü? Cevabı yarına…